Zeynep geldi, sevinçten gözyaşına boğdu,
Bu gün, tam saat, on dört onyedi de doğdu.
Var mıymış dünyada, bu kadar güzel duygu?
Yaradan bizi, dünyada cennete koydu.
Kaş başına mezar kazıp oturdum.
Beyaz bezden kefen biçip getirdim.
Sevdiklerim, birer birer yitirdim.
Bu dünyada tutunacak dalım yok.
Biz, dede torun aşkını birbuçuk senedir yaşıyoruz. Önce ben aşıktım, yaklaşık altı aydır, çok şükür aşkımız karşılıklı. Beraber yaşamasak da arada evlatlarımız sılayı rahim yapıyorlar; biz yollarımızı İstanbul'a düşürüyoruz, hatta Sinop’tan Antalya'ya yolum düşse bile, yol İstanbul'dan geçiyor. Anlayacağınız bütün yollar İstanbul’a çıkıyor.
Daha bizimkinin dili pek dönmüyor ama yine de istediklerini ‘dede, baba, anne, ha (hala) tepsi, gel, git vb.’ kelimelere ilaveten en çok kullandığımız ‘ıh’ kelimemizle ev halkını yönetme kabiliyetimizi sergiliyoruz. Seksen yaşındaki yerinden zor kalkan büyük babaanneyi bile yattığı kanepeden kaldırıyoruz.
En büyük zevkimiz, çok değerli bir öğrencimin yıllar sonra izimi bulup, beni hatırlayarak göndermiş olduğu gümüş kahve takımı ile kahve yapmak, içerisine bir şeyler dizip, evdekilere sırayla içirmek. ‘İç, iç, iç…’
Zor şer, yere oturup, ne bulduysak kahve tepsisinin içine tekrar yerleştiririz, yetmişlik nine gibi ıkıl ıkıl kalkar, yorulmak bilmeden aynı hareketleri defalarca yaparız. Nihayet yorulunca oyun değiştiririz, mutfak, hol, salon eşyaların yerlerini kontrol ederiz. Kucağa çıkar, portmantoda asılı ne varsa yerlerini değiştirir, holdeki bir yaşında yaptırmış olduğumuz takvimdeki resimlerini tek tek gösterir, ‘bu? Bu? ’ sorularıyla defalarca isimlerini söyleriz. Kendi uyuduğu bir resme gelince, ‘Zeynep burada ne yapıyor? ’ deyince; iki gözünü yumup ‘uuhh’ (uyuyor) deriz. O uyuma numarası yapınca biz hemen kaymağına saldırırız, biraz geciktirirsek de tek gözümüzü kısarak açar, hadi dercesine bekleriz.
Mutfağa geçip, buzdolabının üzerindeki resimleri tek tek inceledikten sonra ‘aç’ der, dolabın kapağını açtırıp, yiyecek bir şeyler varsa ki; pek boş olmaz, ‘ıh’ ile isteriz. Bir şeyler atıştırıp, peşinden şarkı söylemeye başlarız. Ardından halaydı, horondu, oynamaya başlarız. Bu fasıl da bitince; Halayla telefonla konuşuruz. Konuşmamız ‘aaa.. (alo) , haaa (hala) ’, resimleri göstererek; kimse onu, ona anlatırız.
Bir akşamın yorgunluğunu Zeynebimizin meşgalesiyle atarız. Gerek babaanne, gerekse ben bu mutluluk ve sevinçle birer Zeynep olur çıkarız.
Çingene padişah olursa öyle,
Olmadık emirler yağdırır böyle.
Bir kere ağzından güzel söz söyle,
Boyalı saçını yolarım cadı.
Tesadüf gelmişsin huzur iline,
Bu gün de yol’c ettik, dostun birini.
Gittikçe gidiyor, gelmiyor geri.
İçimde ürperti, sırada kim var?
Elimin altından uçtunuz yıllar.
Gidenler gelmiyor, yol’c ettik diye,
Muharrem bey,Öncelikle,sizi ve tüm ailenizi kutluyorum,Allah anali babali büyütsün insallah,Ayrica siirime yapmis oldugunuz yorum icinde cok tesekkür ederim,herhalde bizim yaslarimizda insan dahada duygusallasiyor,ondan olsa gerek diyorum.Ben size saygilarimi sunuyorum,Hoscakalin.
selam, seni yeni grubuma davet ediyorum** gönül pınarından süzülenler*** hemşerim Hüseyin parlak demir söyledi ben Suluovalıyım sende oralardanmışsın lisede müzik öğretmeniydi falan diye bahsetti. beklerim hemşerim.