Muhammed Acar 13 Ekim 1984'te İstanbul Fatih'te doğmuş olup aslen Antalyalıdır.
2002 Yılından bu yana profesyonel anlamda müzik sektöründe bulunan Muhammed Acar, yayımlanmış albümleri ve sahne performanslarıyla müzik camiasında kendini kanıtlamıştır. İlk albümünü 2003 yılında Azim Dağıtım etiketiyle dinleyicilerine sunduktan sonra 2007, 2008 ve 2010 yıllarında üç albüme daha imza atmıştır. 2011 yılında "Aşka Serenat", 2012 yılında "Yanmak Ne Güzel", ve 2013 yılında "Sen Yağmurumdun" isimlerinde üç ayrı single çalışmasını kliplendirerek tv, ...
Aynaya bakıyorum her yan sessiz,
Gözlerim doluyor her gün sensiz,
Bilmem ki yapabiliyor musun bensiz,
Bu zalim ayrılık nede densiz...
Bu akşam çayım yine buz gibi,
Bugün hüzün dolu gözlerim,
Gittin yetim kaldı sözlerim,
Rüyalarda bile seni özlerim,
Asırlardır yolunu gözlerim...
Sen yağmurumdun her an ıslandığım,
Bulutların ardından üşümüş şehirleri okşuyor güneş. Rahmet bekliyor sabırla toprak. Devrilir birazdan gün yorgun anılarla yarının omuzlarına...
Yitirilmiş umutların kandilini yakıyor bir adam! Dışarıda mevsim zemheri. Ayrılık şarkıları söylüyor mutsuz insanlar, arz semanın dudağında yitirilmiş bir hazan...
Yarına dair gözyaşları biriktiriyorum nicedir, hayat dilimde yavan bir kelime. Acıların kırılmaz kanatlarıyla geçmek istiyorum bu dünyadan. Ayrılık böyle olmasaydı, payımıza düşen hicran olmasaydı...
Her yeni yol yeni bir hikaye demek. Ama yeniden başlamak istiyorsan önce yazdıklarını silmelisin. Önce yüreğinin yettiğince söylediğin onca sözü bir kenara bırakıp yeni bir hikayeye başlamalısın. Çünkü bazen kelimeler kaçıp durur senden. Kalem düşer ve cümlelerin dili lal olur. Sadece düşünürsün, sorgusuz sualsiz...
Yeni bir yola çıkmak istiyorsan her şeye hazırlıklı olmalısın. Çünkü her yolculuk bir öncekinden daha fazla yorar yolcuyu. Unutma ki, aynı yoldan ikinci defa geçerken ilk geçişin anılarını da yeniden yaşar, belki yeniden ağlar belki de yeniden gülersin. Ve yine unutma ki, canını en çok yakan yaşayacakların değil yaşadıklarındır…
Eskiden kurtulup kendine yeni bir rota çizmek istiyorsan, omuzlarını eskiten yüklerden kurtulma zamanı gelmiş demektir. Önünde durduğun, bir yol ayrımıdır artık. Ve sen, yeni yürümeye başlayan bir çocuk gibisin şimdi. İlk yapman gereken sağlam bir adım atmak. Eğer bu yeni yolculukta koşmak istiyorsan önce düşmeden yürümeyi öğrenmelisin, yada kalkmayı öğrendikten sonra yürümelisin. İki ayak üzerinde durmak sana dengeyi öğretecek birazda. Tek kanatlı kuşun uçamayacağını, tek taraflı bakışların aydınlığa engel olduğunu, gamsızlığın neşe değil vefasızlık olduğunu...
Artık kabullendim! Siyah beyazı örtünce, gece gündüzü istila edince, elinizdekilerin bile elinizde olmadığını görünce ve anılar sadece eski defterlerde kalmış eski yazılara dönüşünce sizde eskiyorsunuz...
Saatin tiktakları çalarken ömrümüzü saniye saniye, biz sadece geçmişe bakıp gülümsemekle yetiniyoruz...
Oysa gel demesini beklediğimiz ne çok gidenimiz olmuştu...
Beklemek bazen derin bir kuyuya dönüşüyor, beklenenin ipinden başkası çare olmuyor. Zaman geçtikçe yüzümüze daha bir soluk bakıyor hayat...
Eski heyecanlarımız, hercai aşklarımız, dilimize takılan o unutulmaz şarkımız çok uzaklarda şimdi. Artık yaşamak, sessiz bir sahil kenarında, martıların çığlıklarını fon yapıp hayata, bir bardak çay yudumlamaktan ibaret...
Bir çocuğun gözü toprak dolarken,
Bir ana evladım diye yanarken,
Bacımın feryadı yürek yakarken,
Neredesin kardeşim?
Mazlumların ahı çıkar zalimden,
Yüreğinin mevsimi sonbahar olanlara...
Ah dostum...
Hayat göz kırpıp yüz vermeyen bir sevgili gibi değil mi? Bir yanı gel derken bir yanı hüzünlere itiyor hep ümitlerimizi. Heyecan ve hüsranı birlikte yaşıyoruz her gün. Yaşam damla damla tükenip akarken, her geçen saniye hüzün damıtıyor yüreğimize. Kendimizi bulmaya çalışırken, yitirdiğimiz umutlar çıkıyor karşımıza ansızın. Her başlangıç ardında bitişleri saklıyor. Her kavuşma yeni bir ayrılığın haberini getiriyor. Yarının ne getireceğini bilmeden koşuyoruz geleceğe ümitle. Bugün yüzümüze yerleşen tebessüm, yarın derin bir iç yanmasıyla dökülen gözyaşlarına dönüşecek belki de...
Belki de hiç hayal kurmamamız, sadece yaşadıklarımızla yetinmemiz lazım. Ama o zamanda hayatın anlamını kaybedeceğiz değil mi? “Hayal etmeden yaşamak hiç yaşamamak gibi” diyorsun şimdi, biliyorum. Evet öyle... O halde dönelim içimize yeniden! Savaşlar sarmışken etrafımızı, silah gürültüleri gittikçe daha çok yaklaşırken civarımıza, bu kirli dünyanın velvelesinden sıyrılıp kendi içimize dönelim haydi! Orada bulabiliriz çünkü beyazın en güzel tonunu, temiz kalmışlığın son izini ve yeniden başlamanın verdiği heyecanı yüreğimizde bulabiliriz sadece...
Bir adın kaldı senden geriye. Sen gittin, her şey gerçekçiliğini yitirdi. Yokluğunda boynunu büktü güller. Laleler, menekşelerde sensiz şimdi. Bastığın yerleri bir görebilsem, her kum zerresine adını yazıp, aşk diye, sevda diye, yalnız senin adın diye gönlüme basardım…
Fani sevmelere ve yalan aşklara inat, seni bitimsiz bir sevdayla seveceğim sevgili… İnsan görmeden sever mi? Seviyor işte... Bir adın kalmıştı geriye, ona sevdalandım. Adın adım oldu, canım yoluna feda oldu, bas geç diye üstüne...
Yokluğunun varlığı bitsin istiyorum artık! Ağır geliyor sensizlik... Öyle ki, içimde yanan ateşin rengi siyaha döndü. Evet doğru! Sadece cehennem alevleri siyahtır. Sende bilesin ki ey sevgili; ayrılığın cehennem bana, vuslatın cennet. O halde cennet hicran olur sensiz, yarım kalır mutluluklar, aydınlanmaz geceler...
Yüreğimde bir yara, feryadım da bir dua, geldim sana
Ah günahkar! Bu günahkar gözlerim, baksın sana...
İçimde bir ateş yanar, hasretin beni yaralar
Yanındayım dilim susar, utanırım gönlüm ağlar...
Büyüdükçe başka bir dünyanın çocukları oluyoruz. Aynı dünyanın yaşayanlarıyız ama ayrı düşüncelerin, ayrı telaşların içinde yitip gidiyoruz. Farklı beklenti ve hayallerimiz oluşmaya başlıyor. Sürekli büyümek isteyen bir çocukken bir zamanlar, küçülmek isteyen büyüklere dönüyoruz sonraları. Elimizden kayıp giden ömrü, en kıymetli sermayemiz olan zamanı nasılda hoyratça savurduğumuzun farkına varıyoruz pişmanlıkla...
Öyle ki büyümek bazen insanın canını acıtabiliyor, yaralayan birşeye dönüşüyor. Yeniden çocuk olsam diyoruz iç geçirerek. Ama o zamanda büyümek isteyecektik değil mi? Aslında bir çocuğun büyümek istemesi ve bir yetişkinin küçülmeye çalışması dünya hayatının acımasız çarklarının bizi nasıl öğüttüğünü, an gibi geçen yılların ne kadar kıymetsiz olduğunu anlatıyor bize. Zamanı kıymetli yapacak olanın, söze "iyi ki" ile başlayabileceğimiz anılarımızın çokluğuyla ilgili olduğunu anlayamıyoruz çoğu kez...
Büyüdükçe ölümden değil de yaşamın kendisinden korktuğumuzu, sahibi olmadıklarımıza sahip olamayacamızdan değil, sahip olduktan sonra kaybedeceğimizden korktuğumuzu anlıyoruz şimdi. Gerçek bir hayatın içini sahteliklerle doldurduğumuzu, maskelerimizi çıkarmaktan değil maske takmaktan utanmamız gerektiğini anlıyoruz. Ve anlıyoruz, özünü kaybetmiş bir insanın et ve kemik torbasından ibaret olduğunu, bize lutfedilen en büyük hediyenin gönül olduğunu ve onu "insan" olabilmek için kullanmamız gerektiğini...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!