Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1604

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:32

    BİR ÖZGÜN BARAN VARDI

    M.NİHAT MALKOÇ

    İnsanlar vardır ki canını dişine takarak büyük bir mücadele örneği gösterirler.Dünyaya gelirken fizikî eksiklikleri olsa da bunu ruhî üstünlükleriyle telâfi ederler.
    Bu çeşit insanlar yaşama sevincini kendi ruh atölyelerinde üretirler.Sözünü ettiğim duygu zenginliğine sahip insanların başında kadim dostum merhum Özgün Baran gelmekteydi.
    Özgün Baran altmış yıllık onurlu bir mâziye sahip gerçek bir duygu eriydi.Tüm fizikî dezavantajlarına rağmen yaşama sımsıkı sarılan seçkin bir kişiydi.
    Özgün Abi’yle dostluğumuz seksenli yılların sonlarında başladı.Aynı gazetede köşe yazarlığı yapıyorduk.Ben o zaman genç bir üniversite öğrencisiydim.”YAZIYORUM” adlı bir köşede güncel ve kültürel yazılar kaleme alıyordum.Kendisi uzun yıllardan beri “İçten Geldiği Gibi” adlı köşesinde yazmaktaydı.Hakikaten içinden geldiği gibi, tabiî bir üslûpla yazardı.
    Doksanlı yılların ilk kısmında Türksesi Gazetesi tipo baskı yapıyordu.Yani yazılar harf harf elle diziliyordu.Gazete dört sayfadan meydana geliyordu.Böyle bir günlük gazeteyi Özgün Baran’la Refik Karaağaçlı hazırlıyordu.O zaman matbaa karanlık bir çıkmaz sokak üzerindeydi.Kendilerini sık sık ziyaret ederdim.Her gelişimde yayınlanmak üzere günlük yazılar getirirdim.Bu loş odada tiz bir daktilo sesi sükûneti bozarak kulakları tırmalardı.Bu güneş ışığından yoksun odada iki değerli basın emekçisi güler yüzle karşılardı sizi.
    Özgün Abi,aynı zamanda spor sayfasında da köşe yazısı yazardı. “M.Yetkin” takma adını kullanırdı bu yazılarda…Bütün fizikî olumsuzluklarına rağmen bu denli seri ve azimli çalışması beni derinden etkilemiştir.Tüm gün mesai yapmasına rağmen dostlarla sohbeti hiç ihmal etmezdi.Tartışmaya düşkün bir insandı Özgün Baran…Fakat boş ve kalitesiz lâflardan hiç hoşlanmazdı.
    Özgün Bey’le olan sohbet ve tartışmalarımız daima seviyeli olmuştur.Aynı dünya görüşünü paylaşmamamıza rağmen asgari müştereklerde birleşirdik.Sol görüşlü olmasına rağmen yazılarında en çok sol zihniyetin saplantılarını ve yanlış uygulamalarını eleştirirdi.Şehrimizle ilgili onlarca kitap yazan Trabzon’un fahrî hemşehrisi Ispartalı Araştırmacı-Yazar Murat Yüksel’i sırf muhafazakâr olduğundan dolayı Trabzon İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü’nden alıp Ağrı’ya sürmek isteyen dönemin sol iktidarını sert bir dille eleştirmişti.Hatta Murat Bey’i Ağrı’ya götürecek otobüsün altına yatacağını yazmıştı köşesinde.Çünkü Murat Yüksel maneviyatçı olmasına rağmen Trabzon’a çok değerli eserler kazandırmıştır.Sırf bu yüzden onu müdafaa ediyordu.
    Özgün Abi,vatansever bir insandı.Daima rüşvetçilerin,devleti soyanların ve şahsî menfaatlerini, her şeyin üstünde görenlerin karşısında olmuştur.Bu gibi hadiselerin kendisini yıpratıp yaşlandırdığını her fırsatta dile getirmiştir.
    O,yazılarında Öztürkçe kelimeleri kullanmak için özel bir gayret sarfederdi. “Savaşım,yadsımak,bilinç,yontu,yazın,olanak,olgu,döngü,dilsel” gibi kelimeleri sıkça kullanırdı.Bu konuda hiç anlaşamazdık,görüş ayrılığına düşerdik.
    Baran,ödüllü bir yazardı.Pek çok kültür ve sanat teşkilâtından onur ödülleri almıştır.Bildiğim kadarıyla en son Karadeniz Yazarlar Birliği’nin “Köşe Yazısı Hizmet Ödülü”ne lâyık görülmüştü.
    Rahmetli Özgün Baran,dostluklara çok önem verirdi.Bu hususta fikir ayrılıklarını engel olarak görmezdi.Şahsiyet ve insanlığı ölçü kabul ederdi.O,küçükle küçük,büyükle büyük olan,nabza göre şerbet veren şahsiyetli bir dosttu.
    Kadim dostum Baran,yazılarında ekseriyetle siyasete değinmezdi.Çünkü Türkiye’deki siyasî çekişme ve bağnazlık onu fevkalâde rahatsız etmekteydi.Daha çok sevgi,şefkat,hoşgörü dolu duygusal yazılar yazmaktaydı.O Trabzon’umuzun timsali ve onurlu bir kalemiydi.Trabzon’u çok sevmesine rağmen ömrünün son yıllarında Yalova’dan ev alarak oraya yerleşmişti.Türksesi Gazetesi’ndeki yazılarına ara vermişti.Üzülmüştük buna.Epey zamandan beri diyalogumuz kesilmişti.Geçenlerde bir dost meclisinde söz dönüp dolaşıp ona gelince öldüğünü söylediler bana.Güçlü bir kalem susmuştu.Bu haber fevkalâde üzdü beni.Fakat neylersin ölümlü dünya! …Geldik işte gidiyoruz.Özgün Baran ağabeyime Allah’tan rahmet diliyorum.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:29

    TÜRKÇE’NİN SON YÜZYILI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Geçen hafta(26 Şubat 2005 Cumartesi) Trabzon Lisesi Konferans Salonu’nda çok değerli bir gazeteci-yazar olan D.Mehmet Doğan’ın verdiği bir konferanstaydım.Konferansın konusu Türk diliydi. “Türkçe’nin Son Yüzyılı” adını taşıyordu.D.Mehmet Doğan’ı kapıda karşılayarak hoşbeş ettik.Onca yoğun mesaisine rağmen taa Ankara’dan kalkıp Trabzon’a gelmişti.Eğitim-Bir-Sen Trabzon Şube Başkanlığı’nın davetlisi olarak şehrimizi teşrif eden bu değerli aydının karşısında dopdolu bir salon görmeyi temenni ederdik.Ama olmadı…Ufacık bir salonun ancak yarısı dolabildi.İnanın bir Trabzonlu olarak yüzüm kızardı; utandım.Şayet bir pop şarkıcısı gelmiş olsaydı salon dolup taşardı…Bu durum, milletimizin nasıl bir uçurumun eşiğine doğru yol aldığının açık bir ispatıdır.
    D.Mehmet Doğan ülkemizin son yıllarda yetiştirdiği ender aydınlardan birisidir.Dilerseniz konferansta tuttuğum notları aktarmaya geçmeden evvel bu kıymetli aydınımızı tanıyalım..”Kimdir D.Mehmet Doğan? ” sorusuna cevap arayalım:
    “Ankara/Kalecik’te doğdu (1947) . SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan 1972 yılında mezun oldu. Türk Tarih Kurumu Yeni Türkiye Araştırma Merkezi’nde (1972-1974) , Dergâh Yayınları’nda (1975-1977) , TRT Kurumu’nda (1977-1978) çalıştı. Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluş çalışmalarını yürüttü ve Birlik Yayınları’nı kurdu. 1980’de Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi’nde sözleşmeli film yapımcısı ve senaryo yazarı olarak çalışmaya başladı. Film Denetleme Kurulu üyeliği yaptı. Zaman gazetesinin yayın kurulunda yer aldı ve bu gazetede “Kimlik” başlığı altında günlük yazılar yazdı (1986-1987) , Yörünge dergisinde haftalık yazılar yazdı (1991-1992) . Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yazarlık dersleri verdi (1991-1993) . Vakit (Akit) gazetesinde günlük yazılar yazdı (1994-1996) ve Birlik Medya A.Ş.’nin Genel müdürlüğünü yaptı (1994-1996) . TBMM tarafından Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliğine seçildi (1996) . Hareket, Türk Edebiyatı, Mavera, İslâm, İlim ve Sanat, İzlenim ve Nehir dergilerinde yazdı. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Türk Aile Ansiklopedisi’nin yayınını yönetti. Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı ve Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın kurucularından olan Doğan, uzun süre Türkiye Yazarlar Birliği’nin genel başkanlığını yürüttü (1978-1996) . Halen RTÜK üyesi olarak görev yapmaktadır.

    ESERLERİ:Batılılaşma İhaneti,Türkistan, Türkiye Gergefinde İran, Darbeler Müdahaleler ve Siyasi Sistem, Camideki Şair:Mehmet Akif, Halka Karşı Demokrasi, Tarih ve Toplum,Yüzyılın Soykırımı….”
    Bu kıymetli aydınımızı tanıdıktan sonra “Türkçe’nin Son Yüzyılı” adlı konferansta söylediği cümlelerden en can alıcı olanları siz kıymetli okurlarıma aktarmak istiyorum:
    “İnsan dışındaki hiçbir varlık, hafıza ve birikimini sonraki nesillere aktaramıyor.Dil bizim milletimizin hafızasıdır.Amerika ve İngiltere,Türkiye’de yüzyıl sonra Türkçe diye bir dil kalmaması için özel bir politika yürütüyorlar.Türkçe’nin yerine İngilizce’yi ikame etmek istiyorlar.Vaktiyle biz Türkiye Yazarlar Birliği olarak Türk Cumhuriyetlerindeki yazar kuruluşlarını ziyaret ettik.Orada şâir,yazar ve genel anlamda aydınların doğum ve ölüm tarihleri duvarlarda yazılıdır.Bunlara bakınca şu dikkatimi çekti.1937-1938 yılları arasında ölen şâir,yazar ve aydın sayısı büyük bir yekûn teşkil ediyor.Yani Azrail bu yıllarda özellikle aydınları öldürmek için mesai yaptı.Bu da gösteriyor ki Stalin Türk kültürünü yok etmek için böyle bir soykırıma gitmiştir.
    19.yüzyılda Kafkas,Kırım ve Balkanlar’da Müslüman nüfus yok edildi.Son yıllarda Sırplar’ın Müslüman Boşnaklar’ı öldürmesi bu etnik temizliğin bir uzantısıdır.Bu kişiler sadece insanları öldürmediler; onların kültürel birikimleri olan Osmanlı’dan kalma Mostar Köprüsü’nü,arşivleri ve kütüphaneleri de yok ettiler.Etnik temizliğe zemin hazırlayan, toplumların manevî yapıları,kültürleri ve dilleridir.Yoksa her insanın fizikî yapısı aşağı yukarı birbirine benzer.Fizikî varlığı ortadan kaldırmak çözüm değildir.Hedef ülkenin millî kültürü ve manevî değerleridir.
    Bizim toplumumuzda aydınlar öldükten sonra geride bıraktıkları eserler ve fikirler de öldürülmek istenmiştir.Akif bu isimlerden biridir.O,İstiklâl Marşı’nı yazdıktan sonra Türkiye’de yaşayamaz hâle geldi; dışlandı; horlandı.
    Oryantalizmin(Şarkiyatçılık,Doğu Bilimi) bir dalı da Türkoloji’dir.Batılılar İslâm’dan kopuk,İslâm’ı dışlayan bir milliyetçilik cereyanı çıkardılar.Türkler’in İslâmiyetten evvelki dilini ve kültürünü esas alarak dilimizin İslâmî dönemini yok saydılar.Dilimizdeki kelime kadrosu azaldı.Kısır bir dil vücuda getirdiler.
    İngilizler’in Redhause adlı sözlüğü 130 bin kelimeden oluştuğu hâlde bizim 1945’te yayınlanan Türkçe Sözlük’ümüzde 15 bin kelime vardı.Bu kelimelerden en az yarısı da yeni uydurulmuştu.Söz konusu kelimeler halk tarafından benimsenmediği için yarısını sonraki baskıya alamadılar.
    Son yıllarda dilimiz yabancı dillerin,özellikle de İngilizce’nin istilâsı altına girdi.Yeni eğitim sistemi Osmanlı Türkçesi’nden gelen sözlere kapatıldı.İngilizce,Fransızca,Almanca ve Lâtince sözlerle konuşmak üstünlük sayıldı.
    Sahte milliyetçiler Türkçe’nin sentetik bir dil olduğunu iddia ederek dilimize Arapça ve Farsça gibi dillerden giren kelimeleri attılar.O zamanlar İngilizce ile yarışacak bir Türkçe vardı.Türkçe’yi yok ederek tek hakim dil oldular.
    Peki İngilizce nasıl bir dildir? İngilizce’de yüzde 25 Lâtince kelime vardır.Bu İngilizler’in Hıristiyanlığından kaynaklanıyor.Yine İngilizce’de yüzde 20 Fransızca kelime var.Çünkü Fransızlar vaktiyle İngiltere’yi işgal ettiler.İngilizce’ye yüzde 10 Grekçe(Eski Yunanca) kelime,yüzde 10 da diğer dünya dillerinden kelime girmiştir.Yani İngilizce’de kendilerine ait yüzde 25 Anglo-Sakson kelime vardır.Fakat İngilizler bu durumdan gocunmadılar.Bu hâliyle İngilizce’yi dünya dili yaptılar.Onlar dillerindeki yabancı unsurları atıp dillerini yozlaştırmadılar.
    Türkçe resmî dilimizdir.Yani yazışmalar ve eğitim Türkçe yapılmak zorundadır.Fakat son yıllarda eğitimde yabancı dillere yönelme eğilimi baş göstermiştir.
    Kelimeler anlamların sembolüdür.Son yıllarda anlamlar arttığı hâlde semboller(kelimeler) azalmaya başladı.Bir dilin zenginliği o dildeki kavramların tekliğiyle orantılıdır.
    Türkiye’de son yıllarda berbat bir tercüme dili ortaya çıktı.Artık tercümelerde kelimeye karşılık birebir kelime konamıyor.Kelimeye karşılık tarif konuyor.Bu da tercüme eserlerin orijinalinin yanında uzayıp gitmesine neden oluyor.Eserin orijinali 300 sayfa iken bir de bakıyorsunuz ki tercümesi 400 sayfayı buluyor.Böyle şey olur mu? Bu ne hâldir? Bu dilin kısırlaştığının en büyük delilidir.
    Dilimizdeki en büyük problemlerden birisi de terminoloji problemidir.Hastanelerimizdeki bölüm adlarına bir bakın….Dermatoloji,Jinekoloji,Üroloji,Patoloji,Gastroenteroloji….Hemen hemen hepsi İngilizce kökenli….Bu gidiş hiç de iyi bir gidiş değil…Bir an evvel bu tehlikeli yoldan çıkıp özümüze dönmeliyiz.Yoksa dil olmazsa millet de olmaz; millet olmazsa bu güzel vatan da olmaz…”
    D.Mehmet Doğan’ın konferansta söyledikleri sadece bunlardan ibaret değil…Yazı uzamasın diye can alıcı noktalarını sundum sizlere..Ben şahsen Doğan’ın sözlerine yüzde yüz katılıyorum.Dil,milletin çimentosudur.Yapıya kuvvet veren ve onu kenetleyen de çimentodur.Bunu böyle bilmeli ve felâkete sürüklenmemek için tez elden çözüm yolları aranmalıdır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:29

    TURKUAZ SANATEVİ YIL SONU RESİM SERGİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Trabzon’umuz,Türkiye’nin en eski ve tarihî şehirlerinden birisidir.Pek çok medeniyete beşiklik etmiştir.Değişik inançlardaki insanları barış içinde kucaklamıştır.Bu şehir geçmişten günümüze dek uzun yıllar boyunca kültür ve sanat mozaiğini de yaşatmıştır.Fakat günümüzde kanaatimce bir duraklama dönemi yaşıyoruz.Kim ne derse desin son yıllarda şehrimiz kültür ve sanat alanında yeni değerler yetiştirip Türkiye’ye sunamamıştır.Bu bizleri son derece üzmektedir.Trabzon tarihî misyonunu daha da ileri götürmeliydi.Dünün değerleriyle avunmak küçük insanların işidir.Mâzi, sadece moral-motivasyon kazanmamız için bir numunedir.Dünde kalamayız.Daima geleceğe yönelmek zorundayız.
    Bunları hatırlatmamın nedeni kültür ve sanat alanında gördüğüm yeni değerler ve kıvılcımlardır.On yıldan beri Trabzon’da hizmet veren “Turkuaz Sanatevi” adında “Görsel Sanatlar Eğitim Merkezi” var.Cemil Bayram adlı bir idealist sanat dostunun gayretleriyle geleceğin sanatçıları yetiştiriliyor.On yıldan beri gece gündüz demeden yarınlara damga vuracak fotoğraf sanatçıları,ressamlar,heykeltıraşlar,iç mimarlar,grafikerler,resim-iş öğretmenleri,seramik sanatçıları,animatörler bu çatı altında sanatın inceliklerini ve zevkini tadıyorlar.Bugüne kadar yüzlerce öğrenci bu sanat evinin rahle-i tedrisatından geçerek meslek sahibi oldu.
    Söz konusu Sanatevi’nde eğitim gören kursiyerlerden pek çoğu geçen yıl değişik üniversitelerin Resim-İş Öğretmenliği,İç Mimarlık bölümlerine yerleştirildi.Geçen yıl KTÜ Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’ne 19 öğrenci sokan Sanatevi, bunun dışında ülkemizin değişik üniversitelerine de öğrenci yerleştirmeyi başardı.2003-2004 Öğretim Yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği’ne birincilikle giren öğrenci bu kursun talebesiydi.Bahsettiğimiz bölümü bincilikle yedincilik arasında derecelerle kazananlar hep bu kurstandı.Aynı kurs ülkemizin önemli üniversitelerinin Resim-İş ve İç Mimarlık Bölümlerine öğrenci gönderdi..Bu kursta eğitim görenler Grafik,Resim,İç Mimarlık,Animasyon,Türk El Sanatları,Sahne Sanatları,Resim-İş Öğretmenliği,Seramik,Heykel,Endüstriyel Tasarım,Baskı Sanatları,Fotoğraf ve Tekstil bölümlerinden birisine girebiliyorlar.
    02 Ağustos 2004 Pazartesi günü İş-Sanat Galerisi’nde Turkuaz Sanatevi’nin yıl sonu sergisi açıldı.Açılışı Trabzon’un sanatsever Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu yaptı.Çok sayıda sanatseverin katıldığı açılış görkemli oldu.Sergide yüzlerce resim sergilendi.Kara kalemle yapılan eserlerin ağırlıklı olarak yer aldığı sergide sulu boya ve değişik resim uygulama teknikleriyle tasarlanmış sanat ürünleri, ilgililerin dikkatine sunuldu.Resimleri özellikle tek tek inceledim.Sergide son derece güzel çizilmiş eserler çoğunluktaydı.Bunlar beni fevkalade mutlu etti.Trabzon’da sanatın ölmediğini, yeni filizler yeşerdiğini,geleceğe yönelik olarak ümitvar olmamızı gerektirecek sebeplerin hasıl olduğunu temaşa ettim.
    Dedim ya son yıllarda Trabzon’umuzda sanat alanında ciddi bir hareket göremiyoruz.Bu durum, eskiden bir kültür ve sanat şehri olan Trabzon’a yakışmıyor.Gerçi bu alanda faaliyet gösteren insanlar maddî ve manevî olarak desteklenmiyor.Bilindiği gibi “Marifet iltifata tabidir.” Bu işlerle uğraşan sanat dostlarını tebrik etmek de bir çeşit teşviktir.Maalesef bunu bile yapmıyoruz.Sulanmayan ağaç yeşermez.Hatta sulanmaya sulanmaya kurur bile...Biz şehrimizde bu ağacı nerdeyse kuruttuk.Tez elden, yüreğimize sevgi iksirini doldurarak sanat güneşlerinin tekrar Trabzon ufuklarından doğması için var gücümüzle gayret sarf etmeliyiz.
    Ben, Cemil Bayram Hoca’yı bu yolda bir meşale,tek kişilik bir orkestra olarak görüyorum.Etrafı aydınlatan bir meşale ve çok sesli fakat bir o kadar da düzenli tek kişilik bir orkestra! ....Kendisine gittiği bu aydınlık yolda üstün muvaffakiyetler diliyorum.Gözüne,gönlüne ve yüreğine sağlık! ...
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:28

    “TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI” SERGİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Dünya biz insanlar için yaratılmış bir yerdir.Bizi yaratan yüce kudret sahibi Allah, burada yaşamamız için ne gerekiyorsa halk etmiştir.Her şeyi herkese yetecek miktarda yaratmıştır.İnsanoğlunun eli hoyratça dünyaya değdiğinden beri nizam ve adalet kalmamıştır bu tek sığınağımızda.Tamahkâr insanlar başkalarının rızkını ve huzurunu parsellemiştir adeta.Ondan sonra da vaveylâlar ve şikâyetlerin ardı arkası kesilmemiştir.Oysa Nasreddin Hoca misali bindiğimiz dalı kesmişiz de haberimiz yok.Kimi kime şikâyet ediyoruz ki!..Suçlu olmayan kaç kişi var ki!...
    İlimizde açılan “Tanıklarıyla Türkiye’de İnsan Hakları ve Sivil Toplum” sergisi de insanın insana yaptığını başka hiçbir varlığın hemcinslerine yapmayacağını gösteren sayısız örneklerle dolu…Avrupa Birliği Komisyonu’nun maddî katkılarıyla yürütülen projeye değişik kurumlar da maddî ve manevî destekte bulunuyor.Bunların başında Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,Türkiye İnsan Hakları Vakfı,Yerel Gündem 21 gibi kuruluşlar geliyor.
    Nisan 2004’te İzmir’de açılan sergi, Kasım 2004’e kadar tam yirmi ili(İzmir,Bursa,Edirne,Van,Diyarbakır,Mardin,Antalya,Mersin,Antakya,Gaziantep,Samsun,Trabzon,Çanakkale,Muğla,Denizli,Konya,Kayseri,Ankara,Zonguldak,İstanbul) dolaşacak.İlimizde 27-31 Temmuz 2004 tarihleri arasında Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’nde açılan sergi büyük beğeni topladı.Çünkü bildiğim kadarıyla bu tarz bir sergi hem Trabzon’da,hem de Türkiye’de ilk defa açılıyor.
    Türkiye’nin değişik yörelerinde yaşayan ve bir şekilde insan hakları kıyımına uğramış ve mağdur edilmiş insanların acılı hikâyelerine yer veriliyor.Onun için sergiye “Hikâyemi Dinler misin?” adını vermişler.Mağdur edilen kişilerin gerçek ebatlarda fotoğrafları verilirken,bir kenarda da acılı hikâyeleri kendi ağızlarından aktarılıyor.Politika yapmadan,isim ve kurum adı vermeden,kişiler ve teşkilâtlar karalanmadan!....Serginin güzel yanı da bu zaten!...Tamamen iyi niyetli ve tarafsız!...Amaç, böyle hadiselerin bir daha yaşanmaması,son bulması!...Çünkü bugün bana,yarın sana!....Kimin ne zaman mağdur sandalyesine oturacağını kim bilebilir ki?...
    Sergide, yönetmenliğini Can Dündar’ın yaptığı 40 dakikalık “Önce İnsan” belgeseli de saat başı büyük ekranda gösterildi.İlk kez böyle bir organizasyonda teknolojinin tüm imkânları cömertçe kullanıldı.Her köşede hazır bir bilgisayar kullanıma sunuldu.Ziyaretçiler insan hakları konusunda genişçe bilgilenme imkânına kavuştular.Bir zamanlar cezaevi olarak kullanılan Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’nin insan haklarıyla ilgili bir sergiye sahne olmasını enteresan ve manalı buldum.
    Dedim ya bu proje saf duygularla hazırlanmış.Tanıklık ettiği yıllarda yaşananlar için sorumlu aramıyor.Türkiye tarihinin bir döneminin bilinçlere daha iyi kazınmasına ,ülkemizin insan hakları deneyiminin tartışılıp,bundan kalıcı sonuçlar çıkartılmasına çalışılıyor ve ülkemizde sivil toplumun büyük özveriler sonucunda güçlenişine tanıklık ediyor.
    Bugün hiçbir insaf sahibi, insan hakları konusunda dünden daha menfi bir noktada olduğumuzu söyleyemez.Son yıllarda Avrupa Birliği’yle bütünleşme gayretlerinin bir neticesi olarak pek çok hususta olduğu gibi demokrasi ve insan hakları sahasında da çok büyük yol kat ettik.Fakat bu demek değildir ki bu meseleyi kökten çözüverdik.Bu hususta atmamız gereken çok önemli adımlar ve hamleler var.Her şeyden evvel insanımızı insan hakları konusunda eğitmeliyiz.İnsan hakları ihlâlleri hep devletten kaynaklanmıyor.Çok kere fertler birbirlerinin hakkını ihlâl ediyor.Bunun halledilmesi için insanlar arası ilişkilerde sevgi ve saygıyı tesis etmeliyiz.Fertlere, toplumda yaşamanın gereklerini ve insan olmanın beraberinde getirdiği sorumlulukları aşılamalıyız.Bu sergi, bu duyguların iadesine vesile olması açısından çok önemli bir hamledir.Serginin hazırlanmasında ve ayağımıza kadar getirilmesinde emeği geçenlere tüm Trabzonlular adına teşekkür ederken bu vesileyle insanların sevgi,saygı ve hoşgörü kavramlarına sımsıkı sarılarak bu yaşlı dünyamızı daha yaşanılabilir duruma getirme yolunda emek sarf etmelerini diliyorum.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:26

    ETKİN ÖĞRETMENLİK-2

    M.NİHAT MALKOÇ
    Geçen hafta Hamamizâde İhsan Bey Kültür Merkezi’nde “Etkin Öğretmenlik” konulu bir seminer vermişti Eğitimci-Yazar Canten Kaya…Bu seminerde aktarılan bilgileri kısaca not ettim.Önceki yazımda sizlere ilettiğim bu bilgilerin devamını sunmak istiyorum:
    “Eğitimde teşvik ve övgü çok önemlidir.Övgüde mucizevî bir güç vardır.Öğrencilere özgüven vermeliyiz.Bazı öğretmenler derslerinin zorluklarını sayıp dökerek branşlarının itibarını yükselttiklerini sanırlar.Oysa öğrenci, dersini anladığı öğretmeni daha çok sever.Öğrencileri korkutmak ne bize ne de onlara hiçbir yarar sağlamaz.Dersimizi, zor gösterip öğrencileri korkutmamalıyız.
    Eğitimde “Öğrenilmiş Çaresizlik” diye bir kavram vardır.Öğrencinin başarmaya yönelik inancını kaybetmesidir öğrenilmiş çaresizlik…Öğretmen tavır ve davranışlarıyla öğrencilerin azimlerini kırmışsa o kişi artık kaybedilmiş demektir. “Sen bu dersten başarılı olamazsın.Sen kim,matematik kim? ..Bu hareketinden sonra artık gökten kuş kapsan bu dersi geçemezsin.Oğlum senin kafan çalışmıyor...Git bir yerde çıraklık yap, belki bir meslek öğrenirsin.Okumak sana göre değil..vb.” gibi kırıcı ifadeler öğrenilmiş çaresizliğe zemin hazırlar.Öğrencilerin başarma azmini ve inancını yitirmemeliyiz.Aksine onlara umut ve güç aşılamalıyız.Başarıya ulaşamayanların yüzde 90’ı başarısızlığı yaşamadan pes etmiştir.İnsanın inandıktan ve de azmettikten sonra başaramayacağı şey yoktur.
    Son olarak “ Öğrencilerin gözünde iyi bir öğretmen nasıl olmalıdır? ” sorusunun cevabını verelim.Batılı eğitim araştırmacılarından biri olan P.A.Witty,3300 öğrenci üzerinde öğretmenlerin nasıl olması gerektiğine yönelik bir anket yapmış.Onlara “Sizce iyi bir öğretmen nasıl olmalıdır? ” sualini sormuş.Şu cevapları almış:
    “*Güler yüzlü olmalıdır,
    *Kendisinden emin olmalıdır,
    *Kendisini sevdirmenin yollarını bulmalıdır,
    *İyi kalpli ve hoşgörülü olmalıdır,
    *İyimser olmalıdır,
    *Esprili ve sempatik olmalıdır,
    *Bazen kendini öğrencilerinin yerine koymalıdır,
    *Öğrencileriyle arkadaş gibi olmalıdır,
    *Fedakâr olmalıdır,
    *Güvenilir olmalıdır,
    *Verdiği sözde durmalıdır,
    *Öğrencileriyle birlikte sosyal faaliyetlerde bulunmalıdır,
    *Öğrencileri başarılı kılmayı hedeflemelidir,
    *Teneffüslerini öğrencileriyle geçirmelidir,
    *Öğrencilerin rûh hâlini anlayabilmelidir,
    *Mesleğini sevmeli ve branşında da çok başarılı olmalıdır,
    *Öğrencileri asla dövmemelidir,
    *Öğrencilerini ödüllendirmeyi bilmelidir,
    *Bıktıracak kadar ödev vermemelidir,
    *Öğrencileri dersten atmamalıdır,
    *Sınıflar arasında lâf taşımamalıdır,
    *Öğrencilerine yaptığı şakanın dozunu iyi ayarlamalıdır,
    *Yargısız infaz yapmamalı,olur olmaz şeye sinirlenmemelidir,
    *Öğrencilerinin fikirlerini alıp ona göre ders işlemelidir,
    *Öğrencisinin her sorusuna cevap vermelidir,
    *Öğrencilerini notlarına göre değerlendirmemelidir,
    *Öğrencileri ailelerine kötülememelidir,
    *Yazısının kötülüğünden dolayı öğrencilerden not kırmamalıdır,
    *Anlaşılmayan ders konularını bıkmadan tekrar etmelidir,
    *Öğrencileri, arkadaşlarının yanında rezil etmemeli; hakaret edip aşağılamamalıdır,
    *Diğer öğretmenlerin arkasından konuşmamalıdır,
    *Öğrencileri notla tehdit edip korkutmamalıdır,
    *Dersine zamanında girip çıkmalıdır.”
    Bu maddeler uzayıp gidiyor.Bunlar uzadıkça öğretmenlerin görev ve sorumlulukları o derece artıyor.Öğretmenliğin zorluğu ve kutsallığı da buradan kaynaklanıyor zaten.Şahsen ve öğretmenler adına Eğitimci-Yazar Canten Kaya’yı verdiği bu mühim bilgilerden dolayı kutluyorum.İnanıyorum ki maksat hasıl olmuştur.Bu organizasyonu gerçekleştiren Özel Alparslan Kolejleri yöneticilerine ve Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğüne şükranlarımızı sunuyoruz.Bu gibi etkinliklerin artarak devam etmesini temenni ediyorum.Bu tohumlar muhakkak gelecekte meyvelerini verecektir.Saygı, sevgi ve muhabbetlerimle! ...


    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:26

    ETKİN ÖĞRETMENLİK

    M.NİHAT MALKOÇ

    Geçen hafta,10 Nisan 2004 Cumartesi günü Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Alparslan Kolejleri’nin ortak organizasyonuyla “Etkin Öğretmenlik” konulu bir seminer verildi.Semineri Rehberlik ve Eğitim Uzmanı Canten Kaya gerçekleştirdi.Balıkesirli genç bir eğitimci –yazar Canten Bey…Belli ki kendini çok iyi yetiştirmiş.Çok okuyan,ufku geniş aydın bir insan.
    Seminer programının açış konuşmasını Trabzon İl Millî Eğitim Şube Müdürü sayın Mustafa Yiğit yaptı.Bu çeşit seminerlerin öğretmenler için çok mühim faaliyetler olduğu gerçeğini dile getirdi.Seminerle ilgili ayrıntılara geçmeden evvel bir hakkı teslim etmek istiyorum.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürü sayın Selim Yavuz Sandıkçı görevi devraldığı günden beri öğretmenlerin kendilerini geliştirip yenilemelerine yönelik bu gibi hizmetiçi eğitim faaliyetlerine çok önem veriyor.Bu gayretini yürekten alkışlıyorum.
    Çünkü öğretmen kendini yenileyip eğitmezse öğrencilerine fazla bir katkısı olamaz.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü bu tarz etkinlikleri planlı ve verimli bir çerçevede gerçekleştiriyor.Yoksa rutin etkinlikler kapsamında,adet yerini bulsun diye değil…Bu gibi organizasyonların artarak devam etmesini arzuluyoruz.
    Semineri veren Canten Kaya salonu dolduran öğretmenleri görünce hayret ve şaşkınlığını gizleyemedi.Bu güzel tabloyu gittiği her yerde örnek olarak anlatacağını belirtti.Hakikaten salon ağzına kadar doluydu.Seminere katılma mecburiyeti de yoktu.Herkes mevcut bilgi ve birikimlerine bir şeyler daha ilâve etmek için koşup gelmişti.Demek ki iyi niyetle ve gayretle bir şeyler yapmaya çalışılınca hedeflenen amaca ulaşılıyor.
    Canten Kaya, öncelikle gösteri sanatçısı Cem Yılmaz’ın eğitim sistemimizin aksaklıklarını espirili bir biçimde dile getirdiği bir CD’yi izletti katılımcılara.Ondan sonra eğitim ve öğretimle ilgili şu görüşlere yer verdi:
    “Öğretmenlik kutsal ve itibarlı bir meslektir.Öğretmenliğin diğer mesleklerden farkı özveri gerektirmesidir.Fakat maddî sıkıntılar bu mesleğin cazibe ve itibarını azaltmıştır.Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde öğretmenler en yüksek ücreti alan kesimlerden biridir.Bırakın bu ülkeleri,kendimizden örnek verelim.630 yıl dünyaya hükmeden Osmanlı’da bir öğretmene günlük 50 ile 100 akçe arasında yevmiye verilirdi.Bu günümüz parasıyla ne eder? O dönemde 7-8 akçeye bir koyun alınırdı.Varın gerisini siz hesap edin.
    Öğretmen,öğrencilerinden yetenekleri doğrultusunda başarı beklemelidir.Özellikle aileler,vaktiyle kendi emellerini ve yapamadıklarını çocuklarının gerçekleştirmesini istiyor.Kendi hayallerimizi çocuklarımıza yüklüyoruz.Bu doğru bir davranış değildir.Kandan ürken,hasta görünce dengesini kaybeden bir kişiyi ille de doktor olması için zorlamak o kişinin gelecekte mutsuz bir meslek hayatı geçirmesine sebep olur.Bırakın çocuklarımız ilgi ve becerileri doğrultusunda sevdikleri meslekleri seçsinler.Böylelikle gelecekte mesleklerinde çok daha başarılı olurlar.İnsanın sevmediği işte muvaffak olması mümkün değildir.Yaptığı işi seven ancak mutlu ve başarılı olabilir.
    Şu da bilinmelidir ki kalıcı olan öğretmenin ne öğrettiği değil,kim olduğudur.Geçmişteki öğretmenlerimizin öğrettiği bilgilerin çoğunu unutmuşuzdur.Fakat kişiliklerini hafızalarımıza nakşetmişiz.Onun için tavır ve davranışlarımızla öğrencilerimize iyi bir model oluşturmalıyız.
    Korku boyutlu eğitim alanlar,sevgi boyutlu eğitim veren ortamda şımarıyorlar.Korku ikiyüzlülüğe yol açıyor.Unutulmamalıdır ki sevginin olmadığı yerde gerçek öğrenme olmaz.
    Öğretmenlik sınıfla sınırlı değildir.Böyle olursa öğretimden ileri gidemez.Oysa eğitim de en az öğretim kadar önemlidir.Bu da sınıf ve dersle sınırlandırılamayacak kadar geniş boyutludur.
    Beden dili,yaşadığımız hayatın her safhasında,özellikle eğitimde çok önemlidir.Beden dili ne demektir? Her hal ve hareketimizin karşımızdaki insanlara bir mesaj vermesidir.Bazen ne yaptığımızı bilmeden yanlış mesajlar veriyoruz.Normal,rutin hal ve hareketlerimizde,mesaj vermediğimizi düşündüğümüzde de aslında mesaj veriyoruz.Meselâ dokunma sahiplenmenin göstergesidir.Çoğu zaman iyi niyetli olduğumuz halde yanlış mesajlar veriyoruz.Özellikle asık suratlar karşımızdakilere yanlış ve kırıcı mesajlar verir.Beden dilinde kabul,ret ve umursamama diye üç çeşit mesaj vardır.
    İletişim yüzyüze olmalıdır.Peygamber Efendimiz Hz.Muhammet(SAV) kendisine seslenenlere yüzünü değil,bütün vücudunu dönerek cevap verirdi.Bu sana değer veriyorum; seni can kulağıyla ve ilgiyle dinliyorum demektir.14 asır önceki bu incelik ve nezaketi kendimize uyarlamalıyız.
    Resmi dairelerin çoğunda umursamama mesajı verilir.Adama bir şey söylersiniz.Sizi duymazlıktan gelir.Cevap verse de yüzünüze bakmaz.Baksa bile suratı asık ve sorgularcasına bakar.Böyle olmamalı.Hâl ve hareketlerimizde verdiğimiz mesajları sorgulamalıyız.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:24

    RAMAZAN UFKU

    M.NİHAT MALKOÇ
    Müslümanların gönlü bir hoş artık... On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerife bir kez daha erişmenin bahtiyarlığını yaşıyoruz.Recep,Şaban,işte geldi Ramazan... Yüce kitabımızın Bakara Suresi’nin 185. ayetinde bu mübarek ayla ilgili olarak şöyle buyuruluyor:
    “0 sayılı günler Ramazan ayıdır ki,Kur’an-ı Kerim o ay içinde indirilmiştir.O Kur’an-ı Kerim,insanları hakka ulaştırır,helal ve haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır. Sizden her kim Ramazan ayında hazır bulunursa o ay oruç tutsun.Kim hasta olur yahut seferde bulunursa,oruç tutmadığı günler sayısınca sihhat ve ikamet halinde orucunu kaza etsin.Allah size kolaylık diler,size güçlük dilemez.Hem buyuruyor ki,kaza borcunu tamamlayasınız da size hidayet ettiği şekilde Allah’ı tekbir ile yüceltesiniz.Umulur ki şükredeceksiniz.
    Bilindiği gibi oruç İslam dininin beş temel esasından biridir. Hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır.Oruç ibadetinin farz oluşu kitap,sünnet ve icma ile sabittir. Oruç, Ramazana özgü bir ibadettir. Bin aydan daha hayırlı olarak addedilen Kadir Gecesi bu ayın içinde bulunmaktadır.
    Ramazan orucuna başlamak için hilâli görmek gerekir. Son yıllarda Türkiye ile diğer Müslüman ülkeler arasında hilâle dair tartışmalar başlamıştır.Yani bir kısım Müslümanlar bir gün önce oruca başlamış,neticede bir gün evvel bayram etmiştir.Bunun gibi basit bir hadisede bile beraber hareket edemeyen Müslümanların diğer hususlarda ortak hareket etmesini beklemek boş bir hayal olur.
    Resulullah Efendimiz bir mübarek hadisinde Ramazanla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
    “Allahü teala benim ümmetime,Ramazan-ı Şerifte beş şey ihsan eder ki,bunları hiçbir peygambere vermemiştir:
    1.Ramazanın birinci gecesi,Allahü teala müminlere rahmet eder.Rahmetle baktığı kuluna hiç azap etmez.
    2.İftar zamanında, oruçlunun ağız kokusu Allahü tealaya her kokudan daha güzel gelir.
    3.Melekler,Ramazanın her gece ve gündüzünde oruç tutanların af olması için dua eder
    4.Allahü teala oruç tutanlara,ahirette vermek için,Ramazan-Şerifte Cennette yer tayin eder.
    5.Ramazan-ı Şerifin son günü,oruç tutan müminlerin hepsini affeder.
    Ramazanda sevaplar da günahlar da katlanarak yazılır.Bu nedenle bu günleri,kıymetini bilerek l ihya etmeliyiz.Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i elimizden, zikrullahı dilimizden eksik etmemeliyiz.Sık sık kaza namazları kılmalıyız.Bu ayda hakkıyla ve ihlasla oruç tutan,anasından yeni doğmuş gibi günahsız olur.Çokça sadaka vermeliyiz.Bu ayın ilk günlerinin rahmet,ortasının marifet ve sonunun cehennem ateşinden kurtuluş olduğunu bilmeliyiz.
    Ramazan ayının gelişiyle birlikte huzursuz olanların, iç dünyalarına göz gezdirip yeniden iman tazelemeleri hayırlarına olur. Hiçbir mümin oruç tutmayı bir yük olarak görmez. Bu ayın manevi şahsına hürmet etmeliyiz.Bütün kötülükleri bir kenara bırakarak tövbe istiğfar etmeliyiz.Fakat Ramazanın bitişiyle birlikte kötülüklere rücû etmemeliyiz Müslümanlık Ramazan ayına mahsus değildir.Mümin her lâhza iman üzere yaşamalıdır.Ramazan-ı şerifin Türk-İslâm âlemine hayırlar getirmesini Allah’tan niyaz ediyorum.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:24

    FETVA İLE TAKVA ARASINDA ORUÇ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Oruç, müminlerin imanını kuvvetlendiren ve gençleştiren mühim bir ibadettir.Orucun farz olduğu gerçeği hadis ve ayetlerle açıkça ortaya konulmuştur.Nitekim Bakara Suresi’nin 183-185.ayetleri bu hakikati en ince ayrıntısına kadar gün ışığına çıkarmıştır:
    “Ey iman edenler,sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı; böylece kötülüklerden korunursunuz.Oruç sayılı günlerdir.İçinizde hasta olan veya yolculukta bulunan kimse,tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.Oruca güçlükle dayananlar,bir yoksula doyurum fidyesi verir.Bir kimse,gönülden gelerek fazla iyilik yaparsa kendisi için daha hayırlı olur.Oruç tutmanız –şayet bilirseniz- sizin için hayırlıdır.”
    “Ramazan ayı ki,hak ile bâtılı ayıran,doğru yola götüren,açık delilleri havi olan,insanlara hidayet veren Kur’an,bu ayda indirilmiştir.Sizden bu ayı gören (veya ona yetişen) kimse,orucunu tutsun; hasta olan veya yolculukta bulunan kimse,tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun.Allah sizin için kolaylık diler,güçlük dilemez.Sayıyı tamamlamanız size başarı ve hidayet verdiği için Allah’ı tekbir ile ululamanız gerekir.Umulur ki artık şükredersiniz.”
    Oruç konusunda bunlar gibi bir çok ayet ve hadis bulunmaktadır.Bunlar orucun ne kadar önemli olduğunun açık delilleridir.Ramazanla beraber oruçla ilgili pek çok mesele zihinlerde soru işaretleri bırakmaktadır.Bunlardan birisi de orucu neyin bozup bozmadığıdır.Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çıkardığı Dinî Bilgiler Kılavuzu’nda orucu bozmayan şeyler şöyle sıralanıyor:
    - Oruçlu olduğunu unutarak yemek,içmek,
    - Uykuda iken ihtilâm olmak,
    - Kadına bakmak veya düşünmek suretiyle inzal olmak,
    - Zevcesini(eşini) sadece öpmek,
    - Cünüp sabahlayıp,sabahleyin gusletmek,
    - Suya dalıp kulağına su kaçmak,
    - Boğazına toz,duman kaçmak,
    - Ağzına aldığı ilâcın tadı boğazına ulaşmak,
    - Kendi isteği olmayarak kusmak(Çok dahi olsa yine bozmaz.)
    - Gül ve sair kokulu bir şey koklamak,
    - Kan aldırmak,
    - Gıda ve keyif verici mahiyette olmayan ve yalnız tedavi için yapılan iğne ve aşılar,
    -Ağzına su alıp gargara yapmak,serinlemek için suya girmek…vb. gibi.

    Her şeyin bir takva,bir de fetva yönü vardır.İhlaslı mümin takva yolunu takip eder.Yukarıda sözü edilenleri sakınmayarak kasıtlı yapmak oruçtan alınacak faydayı zedeleyebilir ama ibadetin kabulünü engellemez.Müslümanlar ibadetlerinde takvayı göz önünde bulundurmalıdırlar.Alacağımız sevabın miktarı, ibadetlerimizde izlediğimiz yola ve takvaya göre değişir.Nitekim müslümanların birbirine olan üstünlüğü takvaya göredir.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:24

    TEVBE İLE GÜNAHLARDAN ARINMAK…

    M.NİHAT MALKOÇ

    İnsanoğlu günah işlemeye meyyal yaratılmıştır.Çok basit gerekçelerle hak ve hakikatten ayrılır.Çünkü lânetlenmiş şeytan,onu yoldan çıkarmak için,yanında bir pervane gibi döner durur.Gafillere batılı hak,hakkı batıl olarak gösterir.Bir anlamda insanların gözünü boyar.Kişi aklını kullanarak şeytanın desiselerine teslim olmaz.Hata,insanlara mahsus kötü bir fiildir.Hatasız kul olması mümkün değildir.Önemli olan,az hata yapmaktır.Yanlışlıklarımızdan dolayı pişmanlık duymalıyız.Allah’ın tevbe kapısı ardına kadar açıktır.
    Kişi haram işledikten sonra pişman olmalıdır.Allah’tan korkmalıdır.İşlediği günahtan dolayı Allah’tan affını talep etmelidir.Tevbede ihlas ve samimiyet esastır.İşlediğimiz günahtan hemen sonra tevbe etmek gerekir.Çünkü bir saat sonra ölmeyeceğimizi hiç kimse garanti edemez.Ölüm vakti gizli tutulmuştur.Günahların affı ancak tevbeyle mümkündür.Tevbenin geciktirilmesi büyük günahtır.
    Günahlarda ısrar etmemek gerekir.Bu,kişiyi küfre kadar götürür.Makbul olan nasuh tevbesidir.Yani insan işlediği günaha bir daha dönmemeli ve tevbe ettiği günahı bir daha işlememek için kast ve niyet etmeli,bunda kararlı olmalıdır.Tevbesini bozanlardan(tevbe şiken) olmamalıyız.Fakat tevbesini bozan kişinin,tekrar tevbe etmesine mâni yoktur.Mevlâna’nın dediği gibi tevbeni yüz bin kere bozmuş olsan da henüz iş işten geçmiş değildir.Kişi son nefesini verinceye dek,tevbe kapısı kendisine açıktır.Fakat makbûl olan,bir an evvel Hakk’a rücû etmektir.Her geçen dakika günahkârın aleyhinedir.
    İnsan,melek olmadığına göre,günah işleyecektir.Mühim olan bilerek günah işlememektir.Bilindiği gibi günahlar belli bir safhadan sonra kalbi karartır ve katılaştırır.Öyle bir zaman gelir ki yaptığımız kötülükleri idrak edemeyiz.Hem dünyamızı,hem de ahiretimizi bir hiç uğruna zindana dönüştürüveririz.Hiçbir şeyden zevk almayız; iç huzursuzluklarımız artar.
    Dünyada şirkten(Allah’a ortak koşmak) başka her günahın affı mümkündür.Onun için karamsarlığa gerek yoktur.Şayet kul hakkı yemişsek,Allah’a tevbe etmenin yanında,o kulun da gönlünü almak icap eder.Allah’ın sonsuz rahmetinden ümit kesilmez.Yüce Allah,Kur’an-ı Kerim’inde tevbeyle alâkalı şöyle buyurmuştur:
    “Allah’a göre,şu kimselerin tevbesi makbûldür ki,cahillikte bir kötülük yapıp hemen ardından tevbe ederler.İşte Allah onların tevbesini kabul eder…”(Nisa S.17.Ayet)
    “Kim yaptığı haksızlıktan sonra tevbe eder,hâlini düzeltirse,şüphesiz Allah,onun tevbesini kabul eder.Çünkü Allah bağışlayan,merhamet edendir.”(Maide S.39.Ayet)
    “Ancak tevbe eden,inanan ve iyi işler yapanlar,onlar cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratılmayacaklardır.”(Meryem S.60.Ayet)
    “Kim tevbe eder ve faydalı iş yaparsa O,makbûl bir kimse olarak Allah’a döner.”(Furkan S.71.Ayet)
    Tevbe manevî yükselişe zemin hazırlar.Gafur ve rahim olan Allah’a iltica edip af dileyenler,günahlara tekrar dönmemelidir.Tevbenin makbûl olmasının şartı nedamettir.Kâinatın serveri Resulullah Efendimizin tevbeyle ilgili mübarek sözlerini kulağımıza küpe etmeliyiz:
    “Günahlarınız semaya ulaşacak kadar çok bile olsa,arkadan tevbe etmişseniz,günahınız mutlaka affedilir.”
    “Günahtan tevbe eden,bir günah işlememiş gibidir.”
    “Allah Teâlâ hazretleri,kulun tevbesini,can boğaza gelmedikçe kabul eder.”
    “Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin.Allah’a kasem olsun ben Rabbim Tebarek ve Teâlâ hazretlerine günde yüz kere tevbe ederim.”
    Resulullah o mübarek hâliyle günde yüz kere tevbe etme ihtiyacı duyuyorsa,varın biz günahkâr kulların hâlini bir düşünün! ...Rabbim bizlere tevbe-i nasuh nasip eylesin.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:23

    İSRAF EKONOMİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Yüce Allah, dünyaya gelen her canlının rızkını verir.Fakat kişi veya genel anlamda canlı rızkını aramalıdır.Aşağı yatarak nimet beklemek,gelmeyince de isyan etmek küstahlıktır.Önce hareket,sonra bereket! ...Hareket olmayan yerde bereket olmaz.
    Allah’a nihayetsiz şükürler olsun ki bizlere cennet gibi bir ülkede yaşama bahtiyarlığını vermiş.Ülkemiz yer altı ve yerüstü kaynakları bakımından dünyanın gözbebeğidir.Fakat buna rağmen yine de geçim sıkıntısı çekiyoruz.Bunun sebebi israftır.
    İnsanlar, uzun yıllar boyunca elde ettiği nimetleri,savurganlıkları yüzünden bir çırpıda kaybedebilirler.İsraf,bereketin zayi olmasına sebep olur.
    İsraf deyince aklımıza ille de maddî varlıklar gelmemelidir.Zaman ve emek savurganlığı,en az bunlar kadar önemlidir.Zaman en kıymetli hazinemizdir.Geçen zamanı geri getirmek hiç mümkün değildir.Günümüzü,olur olmaz işler peşinde geçirmemeliyiz.Zaman tasarrufu para tasarrufundan önemlidir.Neticede para da,zaman varsa kazanılır.
    Bugün hizmet üretecek yaştaki yüz binlerce insanımız,sigara dumanlarıyla kaplı sağlıksız kahve köşelerinde zaman öldürmektedirler.Bu,hazır emeğin israf edilmesi demektir.
    Öte yandan ülkemizde her gün binlerce ton ekmek ve gıda maddesi çöpe atılmaktadır.Özellikle yurtlarda ,kışlalarda,otellerde ve lokantalarda bu duruma şahit oluyoruz.Durum böyle olunca zamanla elimizdeki nimetleri de kaybediyoruz.Peygamberimiz bu konularda,bizleri şöyle uyarmaktadır:
    “Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini bil:Ölüm gelmeden evvel hayatının,hastalık gelmeden evvel sağlığının,meşguliyet gelip çatmazdan evvel boş vaktinin,ihtiyarlık gelmeden önce gençliğinin,fakirlik gelmeden önce ise zenginliğinin kadrini,kıymetini iyi bil.”
    Son yıllarda ülkemiz enerji darboğazıyla karşı karşıyadır.Elektrik enerjisini şuursuzca ve yerli yersiz kullanıyoruz.Resmi dairelerde,gerekmediği hâlde gündüzleri bile elektrik lambaları yakılmaktadır.Hatta bazı kendini bilmezler fütursuzca,kaloriferlere rağmen,elektrikli ısıtıcılar kullanarak devleti zarara uğratmaktadır.Bugüne kadar, “Devletin malı deniz,yemeyen keriz” zihniyetindeki insanlardan çok çektik.
    “Yiyiniz,içiniz fakat israf etmeyiniz” ilâhî buyruğu nasıl hareket etmemiz gerektiğini göstermektedir.Yüce Allah,İsra Suresi’nde: “Gerçekten saçıp savuranlar,şeytanların kardeşleridir.Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.” buyurarak,müsrif insanların dikkatini çekerek onları uyarmaktadır.
    Ülkemizdeki tabiî zenginliklere rağmen,yoksulluk içinde kıvranmamızın nedeni israf ekonomisidir.İsrafa dayanan bir ekonomi enflasyon canavarına mahkûmdur.Peygamberimizin dediği gibi: “İktisatlı olmak,geçimin yarısıdır.İktisada riayet eden fakr u zarurete düşmez.”
    Bereketli günler dileğiyle! ...
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta