Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1598

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 21.09.2008 - 06:51

    ÜÇ AYLARIN ESİNTİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Dünya geçici zevklerin uğrak yeridir ve şüphesiz ki bir aldanıştan ibarettir. Burada ruhlar ancak manevî hissiyatla doyar, yeşerir ve hayat bulur. Makyevelist düşünceyle hareket edenler dünyanın yükünü sırtında taşıyan çağdaş hamallardır. Onların huzur bulması katiyen mümkün değildir. Çünkü gittikleri yok çıkmaz sokaktır. Keşke bunu bilip geri dönebilselerdi.

    Rabbimiz biz kullarını sınamak için yeryüzüne göndermiştir. Her hâl ve hareketimiz mercek altındadır. Yaptıklarımızı inkâr etme şansımız yoktur. Amellerimiz her gün manevî bir cihazla kayda alınmaktadır. Bunlar vakti gelince adeta bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirilecektir. Yüce Allah Zilzal Suresi’nde kıyametin dehşetini anlattıktan sonra görülecek hesapla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür.”(Zilzal 99/7–8)

    Dünyaya geliş gayesini hakkıyla idrak edemeyen insanlık, gece gün demeden dünyalık biriktiriyor. Bir evi varsa ikincisini elde etmenin uğraşı içerisine giriyor. Arabası olmayan araba almaya, arabası olan modelini yükseltmeye çalışıyor. Kimsenin öteki dünyayı düşündüğü yok. Günlerimiz maddenin cenderesinde geçiyor. Ruhlarımız alabildiğine kirlenmiş; Kur’an ahkâmı rafa kaldırılmış… Böylesine kurak bir manevî mevsim yaşıyoruz.

    İç dünyamızın derin yaralar aldığı, her şeyin zahire göre hükmedildiği böyle bir dünyada kalplerimizde yüce duyguların barınmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Üç aylar, ruhların kuraklaştığı ve çoraklaştığı dönemlerde berrak bir su misali buraları yeşertir, hayat verir. Yeter ki bu güzide zaman dilimini manasına uygun olarak değerlendirelim.

    Recep ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylardır; Ramazan ayının müjdecisidirler. Ruhlar bu aylarda ramazan iklimine hazırlanır. Resulüllah (sav) bir hadis-i şerifinde; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır” buyurmuştur. Bunun yanında Mısır’da yetişen büyük velilerden Zünnun-i Mısrî de üç aylarla ilgili şu güzel teşbihi yapıyor: “Recep tohum ekme, şaban sulama, ramazan ise hasat ayıdır.”

    Sevapların bire on, günahların ise miktarınca yazıldığı bu nurlu vakitlerde malayani işlerle zamanımızı öldürmemeliyiz. Çünkü gelecek yılın üç aylarına erişip erişemeyeceğimiz şüphelidir. Onun için yaşanan anın kıymetini bilip gereğince ihya etmeliyiz. Hiç kimsenin yarına sağ salim çıkacağına dair seneti yoktur. Aslında yarın diye bir şey de yoktur.

    Üç aylar sair zamanlara göre çok daha renkli ve bereketlidir. Bu aylarda kalplerde sanki maneviyat seferberliği düzenlenir; uhrevî derinlik hat safhaya ulaşır. Müslümanlara yitirilmiş cennetin kapıları ardına kadar açılır. Fakat bu kapıdan geçebilmek ancak kulluk vazifelerinin layıkıyla yapılmasıyla mümkündür. Kapı geniş olsa da günahlar sırtımıza yüklenmişse bunlarla o kapıdan geçemeyiz. Ancak imanî ve insanî değerlerin atmosferinde soluklananların kuş gibi hafif olan ruhları ve tenleri cennet kapısından girmeye layıktır.

    Üç aylar bir yıllık zamanın üç altın dilimi sayılır. Körleşen ve sağırlaşan hayatlar bu aylarda rayına oturur. Yıl boyunca Cumalar hariç kimsenin pek uğramadığı, cemaatin tek saf bile oluşturamadığı kutlu mekânlarımız olan camiler bu aylarda müminlerle dolup taşmaya başlar. Hele ramazan gelince camilerde yer bulmakta iyice zorlanırsınız. Kadını erkeği, çocuğu yaşlısı safları doldurur. Yüreklerimizde adeta manevî bir seferberlik başlar. Minarelerdeki mahyalar içimizdeki karanlıkları aydınlatır. Bedbinlik ve karamsarlık yerini nikbinliğe ve taptaze ümitlere bırakır. Hayat ancak bu güzel zaman diliminde anlamını bulur.

    Mübarek üç aylar arınma aylarıdır. Kirlenen ruhlar bu aylarda paklanır, kalpler huzura erer. Üç aylar girince Müslümanlar olarak geçmişin muhasebesini yapmalı, geleceğe iman ve ihlâsla şekil vermeliyiz. Yaratılış gayesini düşünüp ona göre yaşamalıyız. Bu ayların feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanmalıyız. Kolay kolay ele geçmeyecek bu güzel fırsatlar kaza edilmemelidir. Bereketli üç ayların Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Ne mutlu bu günlerde Hakk’a ve hakikate uygun yaşayanlara! ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 21.09.2008 - 06:51

    RAMAZAN GÜZELDİR

    M.NİHAT MALKOÇ

    Zamanı güzelleştiren içeriğidir. Bilindiği gibi İslam’da mübarek gün ve geceler vardır. Bu vakitler diğer zamanlara göre daha mübarek ve muteberdir. Çünkü bu zaman dilimlerini nurlandıran bir kısım hadiseler vardır. Yoksa zaman hayatımızı kuşatan bir süreçten başka bir şey değildir. Müstesna vakitler bu süreç içerisinde apayrı bir öneme ve konuma sahiptir.

    İslam inancında mübarek zaman dilimlerinden en önemlisi ve en uzunu bir aylık süreci kapsayan ramazandır. Bu ayda ruhlarımız huzur bulur, adeta kanatlanır. Son yıllarda İslam âlemi ramazan ayına aynı anda giriyor. Bir zamanlar bazı İslam ülkeleri bizden ya bir gün evvel, ya da bir gün sonra oruca başlarlardı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da birlik sağlayamazdık. Çok şükür birkaç yıldan beri bu beraberliği ve bütünlüğü sağlayabiliyoruz.

    İslam’a göre hilal görülmeden ramazana başlanmaz. Hilal bu ayın habercisidir. Bu iş çok eskiden, yani bugünkü modern rasathaneler yokken, bazı kişiler görevlendirilerek yaptırılırdı. O kişiler ay yaklaştığında çıplak gözle de olsa hilâli gözlerlerdi. Şaban ayının 29. günü akşamı uygun bir yerden batı ufkuna bakılırdı. Güneş batınca yeni ay, hilâl şeklinde görülürse ertesi günün ramazan ayının başlangıcı olduğu anlaşılır ve uygun şekilde duyurulurdu. Hatta bazı insanlar bu işi Allah rızası için yapmak için birbirleriyle yarışırlardı.

    Osmanlı Devleti zamanında devlet görevlileri hilalin görülmesini önemser, bu işi sağlama alırlardı. Günümüzde hem rasat aletleri hem de hesaplama usulü gelişmiştir. 1978 yılında İstanbul’da yapılan, uluslararası ilmî toplantıda tespit edilen ölçülere göre ilgili kuruluşlar gözlem yaptırmakta, hilâlin, insanların yaşadığı herhangi bir yerden görülebilirliği esasına dayalı olarak ramazan ayının girişi hesaplanarak tespit edilmekte, ayrıca gözlem ile de hesap desteklenmektedir. Bu hesaplamaların doğruluğuna inanmak ve güvenmek gerekir.

    Ülkemizde hilâlin görülmesi, çıplak gözün yanında ilmî yöntemlerle de teyit edilmektedir. Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya vakfının yayınladığı takvim, yukarıda açıklanan esaslara göre hazırlanmaktadır, buna riayet etmek gerekir. Fakat maalesef yakın geçmişte teknolojinin, modern rasathanelerin varlığına rağmen bazı İslam ülkeleri bu mevzuda ayrılık içerisinde hareket etmekteydiler. Bizler bayram yaparken onlar oruç tutmakta, bizler oruç tutarken ise onlar bayram yapmaktaydılar. İslam’ın birlik ve beraberlikten ne kadar yoksun olduğunu bu basit hadiseden de anlayabiliriz. Bu ayrılığın sancılarını bugün bütün ümmet çekiyor. Zira ayrılıkta azap vardır. Sonradan bu sorun aşıldı.

    Ramazan, İslam âleminin ortak kutsallarından biridir. Bir buçuk milyar nüfuslu İslam âlemi bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirerek sevap kasasını doldurur. Ramazan Allah’a kulluğun yollarından biridir. Yoksa bazılarının düşündüğü gibi bir diyet ve egzersiz mevsimi değildir. Bizler orucu sağlığa faydalı olduğu için değil, Allah emrettiği için, Allah’ın rızasını kazanmak için tutarız. Bunun yanında orucun tıbbî faydalarına da inanırız. Zaten Allah’ın emirlerinden hiçbirinin tıbbî bir sakıncası yoktur. Aksine Allah’ın bize ‘yap’ dediği her şeyde bir hikmet vardır. Gelişen ilim ve teknoloji her geçen gün bu hikmetlerden bir veya birkaçını açığa çıkarmaktadır. İslam’ın emirleri ve yasakları hep hikmetlerle doludur.

    Ramazanın sağlığımıza faydaları pek çoktur. Fakat orucun asıl maksadı kulluk şuuru kazanmak ve Allah’a şükretmektir. Yoksa bizler kilolarımızı üzerimizden atıp sıhhat bulalım diye oruç tutmuyoruz. Allah rızası bütün tıbbî faydaların önünde yer alır. Öbürleri fazladan kâr hükmündedir. Ramazan yaklaşınca mümin, başı rahmet, ortası bağışlanma, sonu ahiret cezasından kurtulma vesilesi olan önemli bir aya girmekte olduğunu idrak etmelidir. Bu manevî fırsatı lâyıkıyla değerlendirmelidir. Çünkü ne zaman ebedî âleme göçeceğimiz belli değildir. Bu gibi manevî fırsatları ganimet bilerek lâyıkıyla değerlendirmeliyiz. Bu vesileyle sevap zincirine yeni halkalar eklemeliyiz. Böyle vakitler senede bir geliyor. Bizlerin ne kadar daha bu müstesna zaman dilimine erişeceği meçhuldür. Zira ölümlü bir dünyada yaşıyoruz. Nefes aldığımız an’ı son fırsat olarak görüp zamanın içini hayırlarla doldurmalıyız.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 20.09.2008 - 00:12

    RESULULLAH’IN RAMAZANLARI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Gönül göklerimizin parlayan yıldızı ramazan, içimizi aydınlatarak yürek mahzenlerimizdeki karanlıkları kovdu. Evlerimizi huzurla dolduran ramazan, kuruyan gönül ırmaklarını taşırdı; sükût eden yürek tellerimizi titretti. Nadasa bıraktığımız salâvatlar şimdi içimizde yankı buluyor. İnananların payına düşüyor günde beş vakit ezan… Çoraklaşan gönüllerimiz bir damla ab-ı hayat hükmündeki tevhid ve tehlillerle can bulur.

    Ramazan, Müslümanlara en büyük müjdedir aslında. Bilindiği gibi mübarek ramazan hicretin ikinci yılında farz kılınmıştı. Kâinatın güneşi Efendimiz çok sevdiği ashabıyla ancak dokuz yıl oruç tutabilmişti. Bu ramazanlar rahmanî duyguların yürek semalarımızı çepeçevre sardığı vakitlere kapı aralardı. Asrı Saadet döneminde ramazan yaklaşınca hayat da ona göre yeniden tanzim edilirdi. Herkes iç dünyasını tövbelerle temizler, ruhların dirilişine zemin hazırlardı. Resululllah Efendimiz ramazanın yaklaşmasıyla beraber Müslümanları toplar, bu ayın ehemmiyetine dair vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. Zaten bu devrin altın kalpli ümmeti aylar öncesinden bu ayın heyecanını duymaya başlardı. Hayat bir anlamda yenilenirdi.

    Bir başkaydı asr-ı saadetteki ramazanlar… Çünkü insanlar bugünkü gibi gaflet denizlerinde kulaç atmazdı o zamanlar... Haramlardan şiddetle kaçınırlar, şüpheli şeylerden de uzak dururlardı. Onların hayatı düz bir çizgide, rahmanî dairede sürüp giderdi. Bu kutlu zamanda yaşayanlar Resullerine kayıtsız şartsız bağlıydılar. O’nun için canlarını feda etmeyi göze alabilirlerdi. Onlar büyük küçük demeden ailece ramazan ikliminde soluklanırlardı.

    Ramazanlar şüphe yok ki müminlerin ibadet şevkini ve heyecanını artıran müstesna zaman dilimleridir. Yalnızlığın hançeriyle yaralanan mabetlerin yüzü bu ayda güler. Öte yandan Hz. Muhammed(sav) ramazana büyük ehemmiyet gösterir, onu hürmetle karşılar, hüzünle uğurlardı. Ümmetinin bu kıymetli vakitleri ganimet bilmesi için onları uyandırırdı. O’nun şu sözleri ramazana verdiği değere işarettir: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ay sizi gölgeledi. Öyle bir ay ki, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi o aydadır. Yine öyle bir ay ki, Allah (Celle Celaluhû) gündüzlerinde oruç tutmayı farz kıldı, gecelerinde teravih namazı kılmayı nafile kıldı. Kim bu ayda hayırlı bir işle Allah’a yaklaşırsa başka aylarda bir farz eda etmiş gibi olur. Kim bu ayda farz olan bir ibadeti yerine getirirse başka zamanda yetmiş farz yerine getirmiş gibi sayılır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı cennettir.”

    Sayılı günler olan ramazan; sevapların katlandığı, günahların miktarınca yazıldığı nurlu zamandır. Ramazanın rahmet ve bereket ikliminden nasiplenememek ne büyük bir bedbahtlıktır. Bu ayda sağanak halinde yağan rahmet ve bereket yağmurları, çölleşen yürekleri yeşertir. Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah şöyle buyurmuştu: “İşte bereket ayı Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ay yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı sizinle iftihar eder. Öyle ise, kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah’ın rahmetinden nasibini alamayandır.”

    Ramazanın bütün özellikleriyle yaşatılması Müslüman olarak en büyük arzumuzdur. Sadece aç kalmak ramazanı ihya etmek için yeterli değildir. Oruç diyet olarak görülmemelidir. Oruç Hakk’a yakın olmaktır. Bu günlerin heyecanını bütün hücrelerimizde hissetmeliyiz. Kimi insanların sahura kalkmadığına şahit oluyoruz. Onlar uykularına kıyamıyorlar. Oysa sahur bu ayın şiarlarındandır. Resulullah: “Sahur yemeğini yemek berekete sebeptir. Sizden biriniz bir yudum su içmekle de olsa sahuru terk etmesin. Çünkü sahura kalkıp yiyip içene Allah rahmet etmekte, melekler de istiğfarda bulunmaktadır.” diyor.

    Resulullah Efendimizin ramazanları dopdolu geçerdi. O, ramazanın sadece gündüzünde değil, gecesinde de hep ibadetle meşgul olurdu. Nefsiyle hesaplaşan Efendimiz, ramazanın son kısmında da itikâfa girerdi. O’nun ramazanları ibadet ve kulluk açısından bereketliydi. Bizler O’nun ümmetinden olduğumuz için bu hususta da onu rehber edinmeliyiz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 18.09.2008 - 10:05

    ÇOCUKLUĞUMUN RAMAZANLARI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Geçmişe özlem hep vardı, bundan sonra da hep olacaktır. Çünkü geleceğe yürüdükçe geçmişte bir şeylerimizi bırakıyoruz. O bıraktıklarımız, özellikle doyumsuz hatıralarımız, bizleri bir mıknatıs misali maziye çekiyor. Anlata anlata bitiremediğimiz çocukluğumuzdaki ramazanlar hayallerimizi süslüyor. Peki, o ramazanlarda bugünkülerden farklı olarak ne vardı? Bizleri derinden etkileyen, zihinlerimize kazınan bu ramazanların tılsımı neydi?

    Eski ramazanlar bugünkülerden daha görkemli bir asalet ve ruh taşıyordu. Birlik, beraberlik ve dayanışma vardı. İnsan ve insanlık merkezinde yaşanıyordu her şey… Herkesin sofrasında aile dışından insanlar da bulunurdu çoğu zaman… Fakirle zengin arasında uçurumlar yoktu. Maddiyat kıstas değildi. Ortak paydamız sevgi, saygı ve hoşgörüydü.

    Çocukluğumun ramazanlarına aylar öncesinden hazırlanırdı annelerimiz. İftar ve sahurdaki işleri kolaylaştırmak için yufkalar açılırdı. Zamanımızda marketlerde hazır yufkalar satılıyor. Kimse bu zahmete girmiyor. Oysa köy kadınlarının bir araya gelip büyük bir dayanışma ve yardımlaşma örneği gösterdikleri o hazırlık sürecinde pek çok şey paylaşılırdı. Sohbetlerin demi koyulaşırdı. İnsanlar dertlerini ve sevinçlerini ortaya dökerdi.

    Ramazanda iftar yemekleri yendikten sonra akşam namazları kılınırdı. Ardından işbölümü yapılarak biriken bulaşıklar yıkanırdı. Şimdiki gibi bulaşık makinelerimiz de yoktu. Mutfaktaki işler biter bitmez kadın erkek, kız kızan, çocuk ayrımı yapmadan ailece teravihe gidilirdi. Camiye giderken komşulara da haber verilirdi. Onlar da bu hayra ortak edilirdi. Camilerimiz insanlarla dolup taşardı. Salâvatlar, dualar, âminler göklere yükselirdi. Minarelerin ışıkları önümüzü ve gönlümüzü aydınlatırdı. Saflar dolup taşardı insanlarla.

    Günümüzdeki insanlar apartmanlara tıkanmış, adeta mahkûm hayatı yaşıyor. Kimsenin kimseden haberi yok. İnsanlar her geçen gün birbirlerine yabancılaşıyor. Mabetlerle olan iman bağımız kopmuş. Çocuklar da artık teravihlere gitmiyor. Çünkü kızın dizisi, erkeğin bilgisayarda strateji oyunu var. Baba kahvede arkadaşlarıyla pişti oynayacak. Anne ya evlenme programlarına takılıp kalacak ya da MSN denen illette dedikodu yapacak. Camiler mi, onlar çoktan unutulmuş; saçı sakalı beyazlayanlar ilk safı doldursa kâfi görülüyor.

    Bugün içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf kuru bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘ah o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddî bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını nedense hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum, bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.

    Millet olarak yaptığımız en büyük hata, dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol fevkalade yanlıştır. Bugün acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve manevî işgaller içerisinde yaşıyor olmamız geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevî hayatı uhrevî hayata tercih etmek, içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri, dayanıksız olduğu için, hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir. Onları sulama vakti gelmedi mi?

    Milletçe dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmini ve kararlılığını içimizde bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, boynu bükük güllerimiz istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır. Bu arzuyu yaşayacak ve yaşatacak gönüllere bugün ne çok ihtiyacımız vardır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 16.09.2008 - 00:46

    MÜSLÜMAN COĞRAFYASINDA RAMAZANLAR

    M.NİHAT MALKOÇ

    Ramazan gönül dünyamızda müstesna günlerin başlangıcıdır. Rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı olan ramazan; gönül coğrafyamızı şenlendirdi. Oruç ikliminde arınan Müslümanlar günahlarını atıp yeni ve pak bir hayatın kapısını aralıyorlar. Hayır konusunda yarışan Müslümanlar, İslam kardeşliğini yaşamanın hazzını iliklerinde hissediyorlar. Resulullah Efendimiz “Bu ayı oruç tutarak, ibadet ederek ve hayır için harcamada bulunarak geçirenlere ne mutlu! ” diyerek oruç ikliminde arınan, hayırda yarışan Müslümanlara müjdeler veriyor. “Ramazan’ın ilk gecesinden itibaren şeytanlar ve cinlerin azgınları bağlanır. Cehennemin kapıları kapanır, artık (Ramazan’ın sonuna kadar) onun hiçbir kapısı açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve artık (Ramazan’ın sonuna kadar) hiçbir kapısı kapatılmaz. Bir seslenici: ‘Ey hayırda öne geçen sen gel! Ey kötülükte ileri giden sen dur! ’ diye seslenir. Allah’ın o zaman cehennemden azad edilen kulları vardır. Bu her gece böyle olur.” hadisi de orucun gereklerini hakkıyla yerine getirenleri büyük mükâfatlarla müjdeliyor.

    Dünya Müslümanları ramazan ayının getirmiş olduğu manevî havayı teneffüs ediyor. Bir buçuk milyarlık Müslüman âlemi Rabbimizin emri olan oruç ibadetini ifa ve ihya ediyor. Bu ayda Müslümanlar oruç dairesinde aynı kitabın, aynı peygamberin, tek ve aynı olan Rablerinin etrafında kenetleniyorlar. Bir bütünün parçaları olan Müslümanların ayrı gayrı demeden, ayrıntılarda kaybolmadan bir araya gelmesi, ümmet bilinci içerisinde dayanışma örnekleri göstermesi Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği açısından hayatî bir öneme sahiptir. Bir vücut olan Müslümanlar sıkıntıları ve güzellikleri böylece paylaşıyorlar.

    Müslüman coğrafyası ramazana dertsiz giremiyor bir türlü. Ne yazık ki bu ayın coşkusunu ve hazzını doyasıya yaşayamıyoruz. Dünya Müslümanları ramazana yine büyük sıkıntılarla giriyor. Irak’tan Çeçenistan’a kadar pek çok ülkede Müslümanlar esaret zincirlerini kırmanın zorlu mücadelesini veriyor. Daha onlar gibi nice ülkede ramazan heyecanı mevcut şartlardan dolayı hissedilemiyor. Müslümanların başsız, birlik ve beraberlikten uzak bir görüntü içerisinde olması ramazanın güzelliklerine gölge düşürüyor. O ülkelerdeki müminler ramazanı gereğince yaşayamıyorlar. Bir sürü engellerle karşılaşıyorlar.

    İslam dünyası arzulanan birlik ve beraberliği gösteremiyor bugünlerde. Öyle ki Müslümanlar ramazana birlikte girme konusunda bile beraber hareket edemiyorlar. Bazı devletler bir gün önce, bazılarıysa bir gün sonra giriyor bu kutlu aya. Ay takviminin esas alındığı ramazan, özlenen Müslüman birliğini nedense sağlayamıyor. Orucun başlangıcında bir türlü birleşemeyen Müslümanlar doğal olarak bayramlarda da birleşemiyor. Birleri bayram ederken birileri oruca devam ediyor. Bu durum bile Müslümanların mevcut dağınıklığını ve gevşek durumunu göstermeye yetecek bir delildir. Ramazanda birlik ve beraberliği sağlayamayan dünya Müslümanlarının birbirinin dertlerine merhem olması beklenebilir mi?

    Ramazan; kardeşliği perçinleştiren, dayanışmayı sağlayan mübarek bir zamandır. Manevî kıymeti ölçülemeyecek kadar büyük olan bugünlerde Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Doğu Türkistan’da ve Kerkük’te ramazanların ne kadar buruk yaşandığını tahmin edebiliyorum. Acaba bu kardeşlerimiz ramazanda iftar ve sahurların heyecanını, coşkusunu, huzurunu ne zaman yaşayacaklar? Bizler o kardeşlerimiz için neler yapıyoruz? Bir şeyler yapamıyorsak ‘Müslüman kardeşliği’ kavramının içi boş kalmıyor mu? O insanlar acılar içinde yaşarken bizler zengin sofralarda nasıl yiyebiliyoruz? İçimiz hiç mi acımıyor?

    Müslümanlar bu mübarek günlerde birlik ve dayanışma içerisinde ol(a) mayacaklar da ne zaman olacaklar? Yürekteki bir’ler niçin birliği beraberinde getirmiyor? Artık Müslümanların acıları ve yürek sızıları dinsin. İnananların yüzü gülsün. İftar yaparken sofrasına bir somun sıcak ekmeği koyamayanların vahim durumunu düşünüp lokmalar boğazınızda düğümlenmiyorsa kalbinizi bir kez daha yoklayın ve arındırın. Müminlerin dertleriyle dertlenmeyen Müslümanların bence insanî ve imanî açıdan eksiklikleri vardır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 14.09.2008 - 05:10

    SEHERDE İÇE DÖNÜŞ! …

    M.NİHAT MALKOÇ

    Gecenin karanlık yüzü aydınlığa göz kırptığı saatlerde iç dünyamın derinliklerine seyrü sefer ediyorum. Artık karanlık örtemiyor hakikatlerin gülen yüzünü. Her şey ayan oluyor gizli duygularıma. Dünyanın sessizliği, içimdeki çok sesli düşüncelere engel olamıyor. Ruh denizim yine kabarıyor, dalgalanıyor. Kıyılarıma biriken kum ve çakıl taneleri sayısınca kederim… Gönül okyanuslarının ufuklarında ‘ya tahammül ya sefer’ seçenekleri çıkıyor karşıma. Tahammül de, sefer de zor seçenekler… Lakin hayat tahammülden ibaret…

    İçimden gemiler geçiyor, meçhule yol alan düş yorgunu, hayal vurgunu gemiler… Gemiler hareket ettikleri limanlara hüzün bırakıyorlar. Son gemiyle birlikte ufuklar simsiyah bir perdeyle kapanıyor. Gizli bir el tarafından sürmeleri çekiliyor dünyaya açılan tek penceremizin. Hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide noksanlarım kâmil yanlarıma, uykularım uykusuzluklarıma, yanlışlarım doğrularıma, gazabım sabrıma, umutsuzluklarım umutlarıma, somurtkan yüzüm tebessümü resmeden dudaklarıma galebe çalıyor ne yazık ki...

    Seherler minarelerden yükselip ruhlara bölüştürülen uhrevî ezan sesiyle munisleşiyor. “Namaz uykudan hayırlıdır” rahmanî ikazı, tüylerimin diken diken olmasına yetiyor. Müezzinin yalvarırcasına nidaları, içimde uyuyan devi uyandırmaya yetse de kaybedilen dünlere yanıyorum yine. Beni gafletin girdabına çeken uykularıma lanet ediyorum. Kemik kavgasına düşen köpekler gibi, çöpleri karıştıran kediler gibi, her pisliğe konan sinekler gibi olmaktansa ateşe sarılan, orada ışığı arayan kelebekler gibi, ter denizlerinde yüzen karıncalar gibi, her çiçekten bal alan gayretli arılar gibi olmak istiyorum. Uykularımı uykusuzluklarıma gömüyorum. Gönül kuşlarım uçsuz bucaksız göklerde hüznü yağmalıyor. “İçimden bir ses “Her can ölümü tadacaktır” diye haykırıyor nefsimin kepçe kulaklarına. Şair, ölümün ve sonsuzluğun şalına bürünen seherlerde nefsanî yanlarıma ders verircesine sesleniyor:

    “Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
    Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”

    Tevekkül ve tefekkür çiçekleri boy atıyor içimin bozkırlarında. Donuk tebessümlerime “hay” sıfatının tecellisiyle hayat suyu değiyor. Akreple yelkovan arasına sıkışıp kalan hayatım hayat buluyor. Düşlerimin ve düşüncelerimin gerisinde kalmış olmanın hüznüyle yeniden yaşıyorum ve çoğaltıyorum pişmanlıklarımı. Hiçlik denizinden sonsuzluğun aydınlığına akıyor başıboş duygularım. Varlıkla yokluk arasındaki çetrefil düğümü çözüyorum titreyen ellerimle. Ötelerdeki hakikatler aşına oluyor karmaşık duygularıma. Gaflet perdesini yırtıyorum. İçimin küf kokan, bakımsız koridorlarında bir güneş arıyorum. Müebbede mahkûm hissiyatımı azat ediyorum. Sahte güneşlere biat edenlerin aklına şaşıyorum.

    Gönül göğümü mekân tutan kara bulutlar yağacak şiddetli yağmurların habercisi oluyor. Bu yağmurlar içimdeki çölleri yeşertecek besbelli. Kerbela’da “su su! ..” diyenlere ab-ı hayat olacak kurşunî göklerden süzülen bengisu hükmündeki altın damlalar… Toprak her bir damlaya bin bereket verecek. Bulanık sular durulup hayat bulacak. Sular arındıracak içimizdeki kiri pası. Düğümler çözülecek yolların kavşağında. Hayatın müsveddeleri temize çekilecek. Dualar yüce makama arz edilecek. Hayat hayata kapılarını açacak ardına kadar…

    Zamanın coşkun ırmaklarında yıkanacak hatıralar... Sesimize ses verecek dağlar. Zifiri karanlık gecelerde dolunay, ışığını daha cömert ikram edecek serenatlarımıza. Hiçbir şey uyandıramayacak yalnızlığımızı derin uykusundan. Aynalara yansıyacak ruhumuzdaki düğüm düğüm duygular… Toprağın karası göğün maviliğine karışacak. Hüzün atlasımızdaki başkentler bir bir düşecek yorgun savaşçıların güle banılan düş oklarıyla. Saman alevi gibi parlayıp sönecek koca mazi. İlkbahar yeşertecek tarumar olan gönül bahçelerimizi. Karanlıklara en ağır darbeyi vuracak güneş, ay emzirecek gece nöbetlerine kalan düşlerimizi.

    Mabetlerden doğacak sevgi, merhamet ve hoşgörü güneşi. Hilal emzirecek aç kalan ruhlarımızı. Yine güvercinler “hu hu” diyecek kubbelerimizde. Âminler dualara karışacak…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 08.09.2008 - 01:10

    KUR’AN’DA RAMAZAN, RAMAZAN’DA KUR’AN

    M.NİHAT MALKOÇ

    Gönül ufuklarımızın güneşi olan ramazan içimizi aydınlatıyor. Ruhumuzun kirleri günbegün arınıyor. Yıl boyunca çoraklaşan ve çölleşen gönül bahçelerimiz ramazan ikliminde yeşeriyor. Gönüllerimiz insan sevgisiyle büyüdükçe büyüyor, adeta kâinatı kuşatıyor. İçimizde sürüp giden yangınlar, duaların sağanağında sönüyor. İçimizdeki isler Kur’an’ın cilasıyla kayboluyor. Ramazan, rahmet semalarından müjdeler getiriyor bizlere. Resulullah’ın gül kokan selamını ‘baş üstüne’ deyip şeref sayıp alıyoruz. Gönüller bayram yerine dönüyor.

    Müslümanların dinî duygularının canlandığı, diriliş emarelerinin görüldüğü bu ayda Kur’an, müminlerin gündemine oturur. Aslında hiçbir zaman elimizden düşürmememiz gereken Kur’an, bu ayda diğer zamanlara nazaran daha çok yanımızda ve yakınımızda olur. Bu mübarek zaman diliminde Kur’an’a daha bir yoğunlaşırız. Fakat mühim olan bu güzel davranışı diğer aylarda da sürdürebilmektir. Zira bu yüce kitap bütün çağları kapsamaktadır. İnsanlığın hayat kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ramazana özel önem atfederek ondan genişçe bahsediyor. Yüce kitabımız Kur’an, ramazan ve oruçla ilgili şunlara genişçe yer veriyor:

    “(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun) . Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır) . Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara, 184)

    “Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara, 185) ”

    Yüce Rabbimiz “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınıp korunasınız diye, size de farz kılındı.”(Bakara, 183) buyurarak ramazanın ve onun meyvesi olan orucun diğer dinlerde de var olduğunu bizlere hatırlatıyor. Fakat günümüzde bozulmamış, geçerli tek din İslamiyet olduğu için bizler bozulmuş dinlerin ahkâmını itibara almayacağız. Zira Müslüman’ın dini İslam, kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed(sav) ’dir. Bizi sadece bu dinin, bu kitabın, bu Peygamberin söz ve fiilleri bağlar.

    Ramazan Kur’an’ın yeryüzünü aydınlattığı aydır. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği ay olan ramazan, Müslümanlar arasında Kur’an ayı olarak da bilinir. Peygamber Efendimiz bu ayda Kur’an’ı daha çok okurdu. Allah Resulü her ramazan, Cebrail’le Kur’an’ı karşılıklı okurlar, azamî dikkatle gözden geçirirlerdi. Bizler de onun ümmetinden kullar olarak bu ayda en azından Kur’an’ı bir kez hatmetmeliyiz. Mümkünse mukabelelere iştirak etmeliyiz. Kur’an okumanın yanında, okunanı dinlemek de çok sevaplıdır. Kur’an’ı koşturarak değil, tecvidine uyarak, tabir caizse sindirerek okumakta fayda vardır. Keşke okurken anlamına da vakıf olabilsek…“Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku.”(Müzzemmil 1-4) ayeti Kur’an okumada nasıl davranacağımızı öğütlüyor. Marifet birkaç hatim indirmek değil, hakkını vererek, içine sindirerek okumaktır.

    Ramazanla birlikte camilerimizde Kur’an sesi diğer zamanlara nazaran daha bir yüksek çıkıyor. Genellikle sabah namazından sonra ve ikindi namazından önce yapılan mukabelelerde Kur’an sevdalıları yüce kitabımızı büyük bir iştiyakla okuyor veya okuyanları takip ediyor. Fakat ne yazık ki anlamına vakıf olamıyorlar. Keşke Kur’an’ı asgari düzeyde de olsa anlayabilsek. Hiç olmazsa her rekâtta okuduğumuz Fatiha’nın anlamını öğrenmeye, kısa süreleri kavramaya kafa yorsak! ... Bunlar hiç de zor olmayan mühim meselelerdir. Gelin bu ramazanda Kur’an’ı sadece Arapçasından değil, Türkçesinden de okuyalım. Okuduğumuzu anlayalım ki tefekkür edebilelim. Bu durum inancımızı daha da pekiştirip zenginleştirecektir.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 06.09.2008 - 18:26

    ŞİİRİN KALBİNE YOLCULUK…

    M.NİHAT MALKOÇ

    Hayatta ben de varım demenin, duyguların sığınağı olan kalplere kendi imzasını atma merakının ve endişesinin tecellisidir şiir. Bu imza, insanın varlığıyla beraber gönüllere atılmış ve bugün de atılmakta... Okuyucular bu söz imzasını kendine göre yorumlama çabası içerisinde ona yepyeni renkler ve şekiller vermekte, şiiri zenginleştirmektedirler. Bu açıdan bakınca şiiri yazan şair olsa da, onu şiir burçlarında dalgalandıran, ona katkıda bulunan okuyuculardır. Bu yüzden şairler, şiir gücünü açığa çıkaran okurlara çok şey borçludur.

    Şiir, duygu dünyasına yapılan esrarengiz bir yolculuktur. İçselleştirilen duyguların paylaşılmasıdır şiir… Şiirin kalbine yapılan bitimsiz yolculuk bir çeşit define avcılığına benzer. Zaman zaman düşlenen gerçekleşse de çok kere hayal kırıklığının sancısı sarar benliğimizi. Altın peşinde koşan define avcısının, sarraftan altın (ç) alıp bu hayal kırıklığını örtmeye çalışması, imge avcılarının kısır döngü sarmalında debelendikten sonra hazır imgeleri (ç) almasıyla eşdeğer ahlakî bir zaaftır. Bu nasıl bir ruhtur ki emanet duygularla beslenir ve semirir. İmge hırsızlarının tekrara düşme korkusu da yoktur. Bu aslında bir çeşit hastalık halidir. Onlar hicaptan da mahrumdur. Başkalarının çöplüğünden medet umarlar. İmgelerin mahremine kapıdan giremeyenlerin bacadan inmesi ve böylece söz incilerini (t) aşırması üstatların ayranını kabartsa da onların güçlü söz kalelerini düşürmeye muvaffak olamaz.

    Şiir sıradanlığı aşmak, mükemmele koşmaktır. Şiir yapısı imge taşlarıyla kurulur. Bilinmelidir ki imgesiz şiir sığdır ve okuyucuyu tembelliğe iter. Şairler de bir çeşit söz mühendisleridir. Şiirin kurgusu imgelerin yerli yerinde ve birbiriyle bağlantılı olarak sıralanmasıyla oluşur. İmgeler kelimelerin sırlarını keşfetmekle şiire dönüşür. Şiiri klasik söz kalıbı olmaktan kurtaran ve nasihat veren didaktik bir parça olmaktan uzaklaştırıp derinleştiren ve okuyucunun algılarına emanet eden şairler, imge imparatorlukları kurarlar.

    Şair imgelerin babası, imgeler şairin çocuğudur. İmge hırsızlığı yapmakla başkasının çocuğunu kaçırmak şeklen aynıdır. Şiir atlasında göz kamaştıran hissiyat kalelerinin muhtemel saldırılara karşı nasıl savunulacağı bir muammadır. Bu hususta şairin eli kolu bağlıdır. Ama taklitler hiçbir zaman aslın mertebesine ulaşamaz. Taklit sönmeye mahkûmdur.

    Peki, şiir ne zaman tamamlanır? Şairin zihninde devam eden şiir bitmemiş sayılır. Onun içindir ki şiir zihnimizi tamamıyla terk edene kadar üzerinde çalışılmalıdır. Bir oturuşta yazılan şiirlerin bir okuyuşta tükenme tehlikeleri hep vardır. Hissiyatı süslemeden, olduğu gibi anlatmak şiirselliğe ihanettir. Soyutlaşan duygular, imgelerle el ele verip şiir göğünde birer bulut olurlar. Okuyucunun idrakiyle de çatlamış yürek topraklarına yağıp oraları bereketlendirirler. Soyutlamalar şiire renk verir. Şiir soyutlamalarla derinleşir bir bakıma.

    Bilindik sözcüklerden içi sırlarla dolu yeni dünyalar kuran şair, bizlere birer ipucu vererek bu renkli dünyayı anlamlandırmamızı ister. İşin bu noktasında kalp gözünün gücü girer devreye. Ufku geniş ve duygu heybesi dolu olanlar daha çok anlam ve sezgi biriktirirler dağarcıklarında. Öte yandan şiire anlam zenginliği katan imgeler, şiir okuyucusunun dünyasının genişliği kadar yer kaplar. Bazen alabildiğine genişler, bazen de küçülür imgelerin çağrışımları. Bu da şiir okuyucusunun ‘ben’ini ve benliğini açığa çıkarır. Aklın sınırlarını zorlayan imgeler bir anlamda onları çözeceklerin, onlara kimlik ve kişilik kazandıracakların ruh dünyasına ayna tutarlar. İmgeler çok kere şairle şiir sever arasında düş köprüsü olurlar.

    İmgeye bozulan tembel şiir okuyucularının serzenişlerine de şahit oluyoruz zaman zaman… Onlar şiirde her şeyin açık verilmesini, okuyucunun zorlanmamasını talep ediyorlar. Bu kişiler şiirle düzyazıyı birbirine karıştırdıklarının farkında bile değiller. Bu tip insanlar bununla da kalmayıp şiirde mutlak anlam ararlar; şiirin öğretici yönünü önemserler. Soyut şiirin babası Ahmet Haşim bu kişilere şöyle cevap veriyor: “Mana araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını ürperme içinde bırakan kuşu (bülbül) eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et zerresi, susturulan o büyüleyici sesi karşılayabilir mi? ”

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 06.09.2008 - 07:30

    SELAM SANA EY RAMAZAN! ...

    M.NİHAT MALKOÇ


    Selam sana ey Ramazan! ...
    Gönüllerimizdeki karanlık bulutları dağıttın mübarek gelişinle… Huzurun ve bereketin ikliminde soluklandırdın bizi. Rahmetin ve mağfiretin, atmosferimizi çepeçevre kuşattı. Af umuduyla ellerimiz semaya yöneldi gecelerde ve seherlerde. Garipleri ve öksüzleri sevindirdin bereketli sofralarınla. Şeytanlar zincire vuruldu bu mukaddes zaman diliminde. Feyzinle kanatlandı pörsümüş ruhlarımız. Günahlarımız bir mum misali eridi duaların sağanağında. Karanlıklar dağıldı, şafak yetişti müjde niyetine. Gönüllerimizin tozunu aldı sahurun seher yelleri. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Anamur’a kadar şenlendi şehit kanlarıyla sulanmış vatan… Doğudan esen yeller iki cihan serverinin, Resulullah’ın kokusunu bahşetti bizlere. Onun mübarek kokusuyla bayram eyledi asrın telaşlarında debelenen ruhumuz.

    Selam sana ey Ramazan! ...
    Beklenen sevgili, kapımızı teşrif edince gönüller bayram yerine döndü. Müminlerin gönül göklerinde parlayan yıldızlar, güneşi kıskandırdı; bir hoş eyledi gönlümüzü. On bir ayın şahı, gönül kalelerimizi kuşattı. Bizler de gönüllü teslim olduk bu dost kuşatmasına. Gam ve kederlerimizi dağıttı şimalden esen tatlı rüzgârlar. Yüreklerdeki günah kirini ve pasını sildi ramazanın zımparası. Tövbe nöbetlerinde anadan doğmuşçasına ak pak oldu yürekler. Nur yağdı semavatın yedinci katından yeryüzüne ve viranlaşan hanelerimize. Cana can, kana kan, zamana heyecan geldi bu demlerde. Gönül bahçelerimizdeki yetim gülleri suladı rahmet yağmurları. Recep dedik, şaban dedik, ramazan dedik. Umutla, sabırla, heyecanla bekledik sayılı günleri. Beklediğimize değdi ramazanın gelişi.

    Selam sana ey Ramazan! ...
    Bir aylık misafirimiz olan ramazanı memnun etmek için ne yapmıyoruz ki… Bu müstesna günlerde sofralarımız diğer zamanlardan daha dolu ve renkli oluyor. Bunun ötesinde bereket kuşatıyor mutfaklarımızı. İnsanlık gönül ışığını senin kaynağından alıyor. Ey ufukların sultanı ramazan! Parlak ışıklarınla karanlıkları kovuyorsun göklerimizden. Heybende getirdiğin maneviyat erzakıyla gönüllerimizi doyuruyorsun tıka basa. Bir zamanlar kuruyan gönül çaylarımız senin sevkinle ve şevkinle coşarak akıyor şimdi. Ruhlarımıza tarifsiz huzur bahşediyorsun. Sırların ve hikmetlerin genişledikçe genişliyor zamanın avucunda. Hanelerimiz nurlara gark oluyor iftarda ve sahurda. Cennetin kapılarını açan altın anahtar oluyorsun müminlere. Vicdanların pası sökülüyor, yüzler gülüyor sahurda ve seherde.

    Selam sana ey Ramazan! ...
    Katılaşan yürekler ramazan ikliminden geçtikten sonra hamiyet yarışına giriyor. Tövbesiz dudaklar da sabahlara kadar pişmanlık gözyaşları döküyor. Nefisle şeytan arasındaki rabıta zayıflıyor bu ayda. İnsan şeytandan uzaklaşıp yüzünü meleklere dönüyor. Nefse kelepçe takan ramazan, onun hareket alanını da iyice kısıtlıyor. Tefekkür penceresinden yaratılış kudretlerini seyreden kullar, teslimiyet bayrağını çekiyor Hakk’a ve hakikate. Ramazanda fitre ve zekâtlar adresini bulunca solgun yüzlerde bir papatya gülümsemesi beliriyor. Secdelere değen alınlar pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanıyor. Karanlığa gömülmüş ve buz tutmuş gönüllerde rahmetin çırası yanıyor. Bütün canlar Hakk’ta bir olup felaha eriyor. Camiler altın devrini yaşıyor ramazanlarda. Saflar müminlerle dolup taşıyor teravihlerde.

    Selam sana ey Ramazan! ...
    Gufran ayı ramazanda gecelerimiz ibadetle ışıklanıyor. Bu ayın uhrevî havasında ruhlar diriliyor. Gönüller fethediliyor sevgi sözcükleriyle. Ramazan gülleri, kokusunu bırakıyor secdelerde ve secdelere değen alınlarda. Caddeler, sokaklar, köyler ve şehirler ramazan boyasıyla boyanıyor bir kez daha. Lâhutî hisler ayaklanıyor yürek kalelerinde. Yoldan çıkmak üzereyken ramazan bizleri terbiye ediyor, yola getiriyor, adam ediyor.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.09.2008 - 23:25

    BELKİ BU BİZİM SON RAMAZANIMIZ OLACAK

    M.NİHAT MALKOÇ

    Dün, bugün ve yarın… Zaman bir sacayağı misali… Dün geçti, bugün yaşanıyor, yarın henüz gelmedi. Yarının gelme ihtimali ne kadarsa, gelmeme ihtimali de o kadardır. Böyle düşünüp hayatımızı bu minval üzere devam ettirmeliyiz. An, yaşadığımız andır. Yarınlar meçhuldür. Bugünü değerlendir(e) meyip yarına güvenip dayananlar, basiret fakirleridir. İnsanın ömür sermayesinin ne kadar olduğu belli değildir. Resulullah’ın dediği gibi “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıyız.”

    Bu ramazan sizin son ramazanınız olabilir? Bunu hiç düşündünüz mü? Geçen yıl oruç tutanların bir kısmı bu ramazanda aramızda yok. Onlar ebedî uykularına daldılar. Onlar için imtihan bitmiştir. Önceki yıl ramazanda aramızda olan kişiler bu yılki ramazana erişemeyeceklerini düşünmüşler miydi acaba? Bu kişiler arasında yaşlılar olduğu gibi, gençler de vardı. Şimdi onların boşluğu evlerinde ne kadar da hissediliyor. Artık onlar için oruç da, iftar da, sahur da, teravih de söz konusu değildir. Dünyada iyi bir imtihan vermişlerse ne mutlu onlara! ... Bunun aksini düşünmek bile istemiyorum. Zira orda hesap pek çetindir.

    Bu yıl ramazana erişen, orucunu sağlık ve afiyet içerisinde tutanlardan bir kısmı gelecek ramazanda aramızda olmayacaktır. Bu kişilerden birisi de siz olabilirsiniz. Durum bu iken nasıl olur da ramazan orucunun hakkını vermeyiz? Oruç tutarız da beri taraftan da günah işlemeye devam ederiz. Orucu sadece midemize tuttururuz; diğer uzuvlarımız oruca iştirak etmez. Gözlerin orucu harama bakmamaktır, ellerin orucu haramdan kaçınıp helal yoldan rızık edinmektir. Ayakların orucu hayırlı yerlere gitmek, şerden uzaklaşmaktır. Kulakların orucu kötü söz söylenilen, gıybet ve iftira edilen yerlerde bulunmamak, bu gibi çirkin sözleri işitmemektir. Dilin orucu kötü söz söylememek, gıybet ve iftira etmemektir. Ancak böyle bir oruçla Allah’ın rızasını kazanabiliriz. Böyle bir oruç bizi sıddıklar arasına katar.

    Ölüm kime ne zaman gelir bilinmez. Bu bizim son ramazanımızmış gibi samimiyetle ve takva üzere orucumuzu tutalım. Ramazan geldi diye işlerimizi de aksatmayalım. Dünya işleriyle ahiret işleri dengeli yürüsün. Zira İslam dengeli yaşamanın adıdır. Gün boyu oruç tuttuktan sonra iftarda tıka basa yemek doğru bir davranış değildir. Yemekte de ölçü üzere hareket etmeliyiz. Sabahtan akşama kadar iftar yemeği hazırlayıp günümüzü ziyan etmeyelim. Ramazanda sadece oruç tutulmaz, diğer ibadetler de yoğunlaştırılır. Siz gün boyu yemek pişirmekle meşgul olursanız ramazanın rahmet ve bereket ikliminden yeterince istifade edemezsiniz. İftarların sade olmasında fayda vardır. Midenin üçte birini yemeğe ayırırsanız bu dinî ve sıhhî açıdan isabetli olur. Çok yemek hayvanî, az yemek insanî yönümüzü gösterir.

    Ramazanda aşırı alışveriş yaparak bütçe dengelerini sarsmak da doğru değildir. Buna gerek de yoktur. Çünkü ramazanda açlıkla imtihan ediliyoruz. Bırakın bir ay bazı nimetlerden mahrum kalalım. Ancak bu şekilde nimetlerin kadrini idrak edebiliriz. Bu ayda sofralarımızda fakir ve garibanları ağırlamalıyız. İmkânlarımız azsa azdan, çoksa çoktan ne varsa onlarla paylaşmalıyız. Sofraya uzanan ellerin hanemizi bereketlendirdiğini unutmamalıyız. Bu mübarek günlerde yoksulları sevindirmek, onların yarasına merhem olmak çok sevaplıdır. Durum bu iken bazı zenginler fakirleri değil de kendi seviyesindekileri evlerinde ağırlıyorlar. Bu da mubah olsa da asıl efdal olanı ihtiyaç sahiplerinin bu sofralarda yerini almasıdır.

    Ramazanda mümkün olduğunca manevî işlerle uğraşmalıyız. Uykuya az zaman ayırmalıyız. Orucu yatağa tutturmamalıyız. Boş zamanlarımızı dinî konularda kitaplar okuyarak geçirmeliyiz. Öncelikle ve özellikle Kur’an’ı Kerim okumalı, üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü ramazan Kur’an ayıdır. Her ramazanda Kur’an’ı hatmetmeliyiz.

    Ramazanda namazlarımızı cemaatle kılmalıyız. Teravih namazlarına katılmalı, Müslümanlar arasındaki sosyal kaynaşmaya katkıda bulunmalıyız. Sahurdan evvel teheccüd namazı kılmaya gayret etmeliyiz. Dualarla ve zikirlerle Hakk’la aramızda muhabbet köprüleri kurmalıyız. Ramazanı hakkıyla ihya etmeliyiz. Zira bu bizim son ramazanımız olabilir.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta