Müberra Ve Karakoç Şiiri - Yorumlar

Hikmet Nazlı
295

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

“Müberra” isimli on kıtalık hiciv şiirimle Anayurt Gazetesi ve Gündüz Kitapevi 2. Şiir yarışmasında takdirname ile ödüllendirildiğimi, Ali Gündüz’ün Anayurt gazetesinde kaleme aldığı “Edebiyat Dünyası” isimli haftalık köşe yazısından öğrenmiştim. Aynı yazıda “Şairler Sultanı” ödülünün ünlü şair Abdurrahim Karakoç’a verileceği yazıyordu. Çok sevinmiş ve heyecanlanmıştım. Çünkü çocukluğumdan beri şiirlerine âşina olduğum, bana bir ilham kaynağı teşkil eden, şiir sanatına olan ilgimin artmasına aracı olan, hece tarzının yaşayan büyük isimlerinden biri, “Mihriban, Beşinci Mevsim, İsyanlı Sükut, Hatırlatma, Hasan’a Mektuplar, Bayramlar Bayram Ola” gibi daha birçok eşsiz şiirin şairi olan Karakoç’la tanışma, en azından onu görme şansı bulacaktım. Müberra şiirim, alıp beni Karakoç’a götürmüştü adeta. Bu değerler kolay yetişmiyordu elbet. Yaşı 75’di. Belki kendisini dünya gözüyle bir daha görmek ya da aynı ortamda bulunmak kısmet olmayacaktı. Bu şansı değerlendirmeliydim.

1 Nisan 2007 tarihinde, Ankara Hastanesinin karşısında yer alan Mamak Kültür Merkezinde ödül töreni yapılmaktaydı. Sonraki senelerde gelenekselleşecek olan bu edebiyat ödül törenine katılım oldukça göz kamaştırıcıydı. Salon tıklım tıklım dolmuştu. Biraz gecikmiştim. Arka taraftan ön tarafa doğru ilerlemeye çalışırken orta sıralarda boş bir koltuk bulup oturdum. Tam da içimden; “Herhalde takdirname ödülleri verildi, yetişemedim!” diye geçirirken anons duyuldu. Hece şiiri tarzında dereceye girenler ve takdirname alanlar isim isim okunuyor, hep beraber sahneye çağırılıyordu. Çıktık. Takdirname alanlar arasında rahmetli şair Ramazan Kurt ağabeyim de vardı. Sahnede yan yana durduk. Bu anların fotoğrafını çekecek kimsem yoktu. Bu esnada gözüm, en önde oturanlar arasında Abdurrahim Karakoç’u arıyordu. Onu salonda bir türlü göremiyor ve gelmediği düşüncesine kapılıyordum. Kendisinin yarışmalara katılma alışkanlığının olmadığını ve ödül törenlerini falan sevmediğini daha önceden duymuştum. O nedenle bu etkinliğe de katılmadı galiba diyerek sahneden salonda oturanları süzmeye devam ettim. Koltukların en ön sırasında Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sultan Şaire” lakabını verdiği, “Toprak Ana” olarak da anılan rahmetli Güzide Gülpınar Taranoğlu, rahmetli Dr. İsa Kayacan gibi efsaneleşmiş birçok kültür adamı, duayenler, şair ve yazarlar yan yana dizilmiş, oturmaktaydılar. Bir anda salondaki koltukların arka tarafa yakın kısmında, yani neredeyse çıkış tarafına düşen koltukların birinde esmer yüzlü, kır bıyıklı, gri saçlı ve zayıf yapılı o şairi görüverdim. Bu Abdurrahim Karakoç’tu. Tevâzu sahibi bir duruşla, yanındaki diğer şair dostlarıyla orada öylece oturuyor ve bize bakıyordu. Boynuna kravat bağlamamış, üzerinde ise gayet sıradan bir gömlek ve ceketle oldukça mütevâzi görünüyordu, halktı. Zaten öyle de olması gerekiyordu. Hayaldeki gibiydi, düşündüğüm şekildeydi. Mikrofonla konuşma sırası bana geldiğinde, şiirlerinden öteden beri etkilendiğim bu şairi canlı olarak ve alçakgönüllü bir vaziyette görmenin ruhiyatıyla şu doğaçlama konuşmayı yaptım;

“Öncelikle, benim şiir yazmaya başlamamda büyük etkisi olan, şiirleriyle büyüdüğüm, bana bir ışık, bir yol, bir ilham kaynağı olan büyük şair Abdurrahim Karakoç hocamın ellerinden öpüyor, kendisini saygıyla selamlıyorum. Ayrıca Sayın Güzide Taranoğlu hanımefendi başta olmak üzere, değerli şair ve misafirlere candan saygı ve sevgilerimi sunuyor, Ali Gündüz hocama ve Anayurt Gazetesine teşekkür ediyorum.”

Bu konuşmayı gerçekleştirdiğim esnada Karakoç’la göz göze gelip adeta selamlaşmıştık. Kafasını eğerek ve hafifçe sallayarak sanki “estağfurullah” dercesine bakıyor ve en sonunda sahneden inmekte olan bizleri alkışlıyordu. Tören bittiğinde kendisi ile fotoğraf çektirmek isteyenlerle beraber koridorda poz veriyordu. İsterdim ki benim de kendisiyle yan yana göründüğüm, hatıra kalacak şekilde bir fotoğrafım olsun. Maalesef fotoğraf makinem yanımda değildi. Dönemin cep telefonları genelde tuşluydu ve şimdiki gibi kameralı telefonlar yaygın bir biçimde kullanılmıyordu. Karakoç, Kültür Merkezinin koridorlarında rica eden ve fotoğraf çekme imkânı olan insanları kırmayıp son bir poz verdikten sonra aniden sağına bakarak döndü ve önümden geçerken beni görüp durdu. Tebrik etti. Ben de elini öpmek istedim ama elini birden kaçırıp hızlıca ceketinin cebine koydu. Şaşırmıştım. Yanlış bir şey mi yaptım acaba? Diye düşünürken bana tebessüm ederek “Israr etme, ben el öptürmüyorum” dedi ve ekledi; “Yazmaya devam et.” Omzuma dokundu ve sonra ona eşlik etmekte olan birkaç şair arkadaşıyla beraber yavaş adımlarla ilerleyerek uzaklaştı, ayrıldı. Bu tevazu sahibi halk şairine hayran olmamak, ondan etkilenmemek elde değildi.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta