Gördüm o biçiciyi, işinin başındaydı tarlada
Kesip biçerek ilerliyordu kocaman adımlarla
Batan günün kızıllığı geçiyordu iskeletin içinden
Karanlıkta her nesne titrer ve gerilerken
Tırpandaki yalazı izliyordu insanoğlu
Ve utku kemerleri altında görkem dolu,
Utku esriği utkunlar devriliyordu peşpeşe
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Çeviri şiirlerde çevirenin adı da olmalı. Bu şiirin orijinali fransızca yazılmış, ben fransızca bilmem.
Şiiri türkçe okuduktan sonra, türkçeden başka okuyup anladığım, konuştuğum bir dille yazılmış haliyle karşılaştırdım.
Bence bu şiir çevirisi iyi değil ama kötü de değil.
Şiire ad olan 'Mors' ölüm anlamında kullanılmış.
Kara tırpan altında karanlığa doğru kaçan
çaresiz bir sürüye benziyordu insanlar
Ayaklarının altında yas, gece ve dehşet...
Sonra, ışıkla sarmalanmış alınların ruhlarının
çelengini gülümseyerek takan bir melek.
Çeviri: Meneviş Köylü
MORS
Je vis cette faucheuse. Elle était dans son
champ.
Elle allait à grands pas moissonnant et
fauchant,
Noir squelette laissant passer le crépuscule.
Dans l’ombre où l’on dirait que tout tremble et recule,
L’homme suivait des yeux les lueurs de la faulx.
Et les triomphateurs sous les arcs triomphaux
Tombaient; elle changeait en désert Babylone,
Le trône en échafaud et l’échafaud en trône,
Les roses en fumier, les enfants en oiseaux,
L’or en cendre, et les yeux des mères en ruisseaux.
Et les femmes criaient: – Rends-nous ce petit être.
Pour le faire mourir, pourquoi l’avoir fait naître? –
Ce n’était qu’un sanglot sur terre, en haut, en bas;
Des mains aux doigts osseux sortaient des noirs grabats;
Un vent froid bruissait dans les linceuls sans nombre;
Les peuples éperdus semblaient sous la faulx sombre
Un troupeau frissonnant qui dans l’ombre s’enfuit;
Tout était sous ses pieds deuil, épouvante et nuit.
Derrière elle, le front baigné de douces flammes,
Un ange souriant portait la gerbe d’âmes.
VICTOR HUGO
MORS
Ik zag die maaimachine. Ze stond daar
op het veld.
Zij graaide en zij maaide met een
immens geweld,
Een zwart geraamte dat de schemer liet
verstrijken.
Een man stond naar het schijnsel van de zeis te kijken
Vanop een plek waar alles, lijkt het, wijkt en trilt.
En menig triomfator valt van zijn ereschild.
En Babylonië verandert in woestijnen,
De kinderen in vogels terwijl de rozen kwijnen,
De troon in een schavot en het schavot in troon,
Het goud in as, en moederogen in een stroom.
De vrouwen schreeuwden: – Geef terug, dit kleine wezen.
Waarom werd het geboren, slechts om de dood te vrezen? –
Het was een snik op aarde maar, omhoog, omlaag.
Uit zwarte bedden kwamen knoken en geklaag.
Een ijselijke wind deed menig doodskleed suizen;
Onder de kille zeis leken de mensen muizen,
Een radeloze kudde die vlucht in duisternis;
Onder hun voeten rouw, nacht en ontsteltenis.
Daarachter, terwijl zachte stralen hem omranden,
Een engel met een ruiker zielen in zijn handen.
UIT HET FRANS VERTAALD DOOR KOEN STASSIJNS
Saygılar,
Selçuk bey hoş gelmiş.
Görünce uyku girmedi gözüme
Bu sözler ateş düşürdü özüme
Eli kanlı krallar, şol cellatlar
Aynada nasıl bakarlar yüzüne
Bayram ŞEYDA…18/10/2012
O güzelim Babil'i çeviriyordu çöle
Tahtı darağacına, sehpayı saltanata
Gülleri gübreye, çocukları kuşa
Hazinleri küle, anaların yaşını sele döndürüyordu
Victor Hugo
evet Babil hepimizin malûmu. güzellikler ülkesi
ihtişam abidesidir.
insanoğluda varlıkların içerisinde öyledir. onda
büyük bir cevher vardır. o ki tabiatın göz bebeğidir.
bir veli 'incitme insanı incinsen de der'
Ama ne yazık ki saltanat perestler, insanı, insanlığı yakıp yıkmakta, insani duyguları köreltmekte, çöle döndürmekteler.
Bunlar kurdukları darağacı sehpalarıyla saltanat ve krallıklarını pekiştirmekteler. Bunlar için analar ağlamış, çocuklar kuş yüreği gibi tirtir titremiş hiç kıymeti harbiyesi yoktur.
Bunlar için gülü kurutmak, kurumasına çanak tutmak mübahtır. Gülden ziyade gübreye konarlar, gübreden nemalanırlar. Çünkü gül gülümsemedir, onlar gülümsemenin cellatlarıdır.
Daha ne diye bilirim ki kıymetli şair.
Gördüm o biçiciyi, işinin başındaydı tarlada
Kesip biçerek ilerliyordu kocaman adımlarla
hakikaten şaheser. seçenlere ben pek teşekkür etmem.
çünkü herkesin bir görevi var. onun işi seçmek.
bu nedenle ben iş olsun diye hemen her gün seçenlere
methiye düzmem. lakin bu gün onları canı gönülden kutluyorum.
ve de çevirmeni başımda göklere yükseltiyorum. çok çok teşekkürler.
1885 yılında ölüm döşeğinde iken;
“ 'Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir.' ”
diyerek 22 Mayıs 1885 yılında hayata
gözlerini yummuştur.
Victor Hugo
saygıyla anar, imanlı gittiğini umar, böyle büyük bir
şahı merdan ile gurur duyarız.
büyük şair, ne söylesem azdır.
Büyük üstada saygılar.
İlk okuduğum yabancı eser olan Sefiller romanı,hala hafızamda tazeliğini koruyor.
Etkileyici ve güçlü bir kalemi var.Sanırım bu şiiri o dönemlerde yaşanan büyük veba salgınına atıfta bulunmak için yazdı.Günün seçkisini en içten dileklerimle kutluyorum.
Çıkmadan önce:
Eski zamanlarda da söylerdim -diye hatırlıyorum- tercüme şiirlerde çevirenin adının muhakkak bulunması gerektiğine inanıyorum. Çünkü eğer şu şiir (bir metin ve anlam olarak değil) eğer bir şiir olarak güzelse bunda en az şâir kadar çevirenin de başarısı söz konusudur.
Saygı ve muhabbetle.
Bu şiir ile ilgili 37 tane yorum bulunmakta