Denizin gelgitleri arasında nefes alırken değişken ruhum,
Mavinin boğucu renginde yitip gidiyor bir anda.
Takılıp kalıyorum,
Karşı evin üzerini örten mor salkımlara...
Keskin kokusu bakışlarınla eşdeğer acı bırakıyor ruhumda.
Kurtulamıyorum her lahza peşimde olan hayalinin illetinden.
Sıkışıp kalıyorum bulutlarla yerkabuğu arasında.
..
Mor mor açan,
Bir sümbül gibiydi sevdamız.
Ta ki o güne kadar,
Ölüme inat bekledim seni…
Bir kedinin,
Yavrusunu beklediği gibi…
..
Deli bir rüzgâr gibi gelip geçti ilkbahar
Gönül telimden söyler, saçlarıma düşen kar
Şu koskoca kâinat, sensiz her gün daha dar
Ey benim kır çiçeğim, gül nakışlım nerdesin
Bana kastın ne felek, soldurdun gül yüzümü
..
Gideceksin yine...
Her gidişinden farklı bir gidiş olacak biliyorum...
Ellerini özleyeceğim, bakışlarını sesinin tınısı...
Farklı bir gidiş olacak bu sefer, ellerinin kahredişli sıcaklığını da yok edip gidecek avuçlarımdan.
..
FİRUZEYE MEKTUP
Birazdan güneş doğacak,hava aydınlanacak.Bitmek bilmeyen gecenin sabahı öğütülen zamanda, ruhumda bedenimde bırakılan izler küle dönmüş enkazın altında yeni bir gün başlayacak. Yıllar boyu araladım tülü, saadet güneşi doğar mı içeriye diye. Beyaza inat katran karası Firuze…. İnsan anatomisinde ne kadar damar vardır bilmiyorum.Ama benim içimden kopan teller.Gün geçtikçe beni bin parçaya bölüyor.Göz pınarlarımdan akan yaşlar kuruyacak ve gün ışığına hasret kalacağa benziyor.Ağacı kurt insanı dert yer der atasözü.Çok doğru, dertler zinciri beni halkaların içinde aldı.Kopmuyor ki bir zincir kurtulayım çemberden.İçim acıyor, göğüs kafesim sızlıyor Firuze….Acılar vardır isot acısı…Hem tatlı hem acı. Acılar vardır yürek acısı dil yarası. Boğazım düğüm düğüm, şarkılarda türkülerde gider gelirim uzak diyarlara. Kara tren gecikir belki gelmez.Trenden inecek yolcum yok, halimi soracak bacım yok.Denizlerde boğulan mı.Kaderde mi deseler.Tabii ki dert deryasında derim Firuze…. Sükut altındır deyip susmaktan, kaz gibi tüy tüy yolunmaktan. Yazın yanmaktan, kışın donmaktan yoruldum. İyi niyet değirmenlerinde dönmekten. Geleceğin çizelgesini çizmekten. Evren ağaçlarında ki meyvelerin çekirdeklerini taşımaktan yoruldum.Yaralı ceylan olmama rağmen, kürek kürek toprak attım acılarıma.Alev alev yanan kalbime hançerler saplanırken sevgi bantları ile bağladım akan kanlarımı Firuze… Terk edilmenin acısı beni yiyip tüketirken açtım gözlerimi yüzlerce yüzbinlerce.. Her açıp kapatıkça unuttum hançer yaralarımı. Sevgi aradım Firuze… Her gecenin sabahı vardır. Elbette bende çıkarım gün ışığına.Bende unuturum acılarımı diye avunuyorum.Rütubetin koktuğu, güneşin görmediği, kuşun uçmadığı, kervanın geçmediği bir yerdeyim. Düşlerim kum taneleri gibi ufalanıp gidiyor.Öyle özledim ki dalına yağmur vurmuş bir gülü koklamayı.Dumanlı dağların sabır taşlarında.Kar yağarken mor dağların ucunda.Efkarım sert tütünlerde yıkanırken kinlendim karanlık gecelerde.Soğuk kaldırım taşlarına haykırdım. Kırık bir mızrak kurcalarken içimi. Yalnızlık içinde taradım kimsesizliğimi Firuze… Çiğ gibi yağar gözyaşlarım her gece. Göklerin tomurcuğumu yoksa yüreği geniş kristal çiçeği miydim? Kayboldum ayak izlerinde. Devleşen dalgalarla alabora oldum bir perdelik sahnede. Canımdan usanmaktan dallarımda solmaktan.Saçlarımı yolmaktan yoruldum. Musalla taşına konmak istiyorum. Konmak istiyorum Firuze…
..
Çoktandır, bilmediği bir sebepten baş ağrısı çekiyordu. Sanki kafatasının içinde tamtam çalan yerliler vardı. Çektiği uykusuzluğu giderebilmek için bir dolu hap kullandı. Sarhoş olup sızabilmek için sabahlara kadar içti. Ama fayda etmiyordu. Sezgileri ona hayatın başka yerlerde devam ettiğini, insanların gülüp eğlendiğini ve artık dışarı çıkması gerektiğini söylerken, o ısrarla evden dışarı adımını atmıyordu. Bir buçuk ay olmuştu insan yüzü görmeyeli. Sakalları uzamış, zaten çirkin olan yüzünü iyiden iyiye kaplamıştı. Kafasında kurduğu binlerce senaryo yüzünden delirmek üzereydi. Ortada sorun yokken sorun yaratma konusunda oldukça becerikli ve istekliydi. Kirlenmiş ruhunu böyle temizleyeceğini düşünüyordu belki de. İnsanlardan kaçarak, saklanarak..
Günlerdir aynı şarkıyı dinliyor, önceden odanın bir köşesine yığdığı kepekli bisküviler sayesinde ayakta durabiliyordu. Bazen ayağa kalkıp kendi kendine konuşuyor, bazen de sahnedeki bir aktör gibi seyircilere bir şeyler anlatıyordu. Kül tablası niyetine kullandığı tencere ağzına kadar dolmuş ve odayı leş gibi kokutmuştu. Zaten küçücük olan pencerelerin tüm perdelerini kapattığı için gündüzleri sadece loş bir mor ışık giriyordu içeri. Geceleri ise tavanına yapıştırdığı fosforlu yıldızlarla avunuyordu.
Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgi üzerinde yürüyen bir cambazdı o. Savaşı kaybetmiş ve bunu hazmedememiş bir komutan, aldığı yaralarla yaşamaya alışamamış bir gaziydi. Yüzüne kapanan kapıların sayısını unutmuş bir dilenci çocuk hüznüyle savurdu rüzgara, sakladığı sonbaharın küllerini. Hiçbir rüzgar üşütemezdi artık ellerini..
..
dizilmiş kuşlar
telgrafın teline
mors alfabesi
uzağa gider
yüreğinnin sevdası
ilk a-be-ce- si
..
“YALNIZLIK” Adlı Romandan:
Gördüklerinden dolayı memnun olduğu her halinden belliydi! . / Gözlerinde de ferahlık ifade eden bir pırıltı belirdi! . / Her şey yerli yerindedir! . / Nezaketle cevap verdi! . / Onun vatanına olan sadakat ve bağlılığından şüphe edemezdi! . / Dudaklarında bir tebessüm belirmişti! . / Efendisinin arzularını fevkalade bir şekilde sezmişti! . Zihnen tamamen kendisine mahsus düşüncelerle meşgul! . / Maneviyatını takviye etti! . / Sonsuszluk esip geliyormuş gibi görünen ılık, baharat kokuları yüklü havayı derin derin ciğerlerine çekti! . / Çöken gecenin getirdiği derin sükun ve huzurun kendisiyle bahçenin üzerine indiğini hissediyordu! . / Binanın çiçeklerle yüklü, sarmaşık gülleriyle kaplı verendasından başlayıp gür şimşirler, primulalar ve nihayet iri beyaz şakayıklar arasından ileriye doğru giden bir patika vardı! . Şimşirler ve pembeli beyazlı çiçekleriyle zakkumkar görünüyordu! . Çayırda gayet güzel iki ağaç, bir çatalpa ile bir de tamarisk boy atmıştı; sonra alçak bir bahçe duvarıyla ahşap bir bahçıvan kulübesinin ötesinde yer yer iri, beyaz kayalar, kaktüsler ve mor renkli açalya çiçekleriyle dolu kayalık bir bölge başlıyordu! . Arazi tatlı bir meyille aşağıda sedir ağaçlarından mürekkep bir ormana açılıyor, sonra aynı meyille deniz kıyısına kadar iniyordu! . / Babasının yanına durmuş, bu güzel manzarayı seyrederken toprağın ve yaklaşan baharı müjdeleyen çiçeklerin kokusuyla adeta sarhoş olmuştu. Birdenbire içine bir his doğdu; o güne kadar gittikleri evlerden hiçbirinde daha ilk günden böyle bir his duymamış, bu evde mesut olacağına, mesut bir hayat yaşayacağına bu kadar derin bir itimat hissiyle kani olmamıştı! . / Derin bir haz ve neşeile gözlerini yumdu, içinden gelen sevinç gözyaşlarını tutmak istiyordu. Göğsü derin bir memnuniyet duygusuyla kalkıp iniyordu! . { Kitap Yazarı: A.J. CRONIN – Sayfa:011,014 }
..
Haydi bre yusuf kara yusuf gel gayrık eve
Gelmem anam gelmem babam
İlanım çıkmış ben gelmem eve
Şıpka balkanında yusuf martin sesi var
Varın bakın çantasında acep nesi var
Bir çift potin ile yusuf bir mor fesi var
..
İnce Mehmet martin takmış koluna
Selam verir hem sağına (aman) soluna
Ay çıkagomuş merdivenin üstüne
Yarenler lapa çeker yiğitim aman aman
Mor menevşeden martininin demiri
Teslim olmam ölüm Allah'ın emri
..
Yorulmuştum gezerken
Saatlerdir gezdiğim, şehrin sokaklarında.
Baktım, bir park var.
Oturdum parktaki bir banka, bir nisan akşamına doğru
Dinlenmeye başladım yalnız başıma.
Güneş ışınlarının ağaçların sık dalları arasından sızıp geldiği bir sırada.
Ben, dinlenirken!
..
Sevenler sevdiğini unutmaz mezarcı
Gidenler geriye gelmez mezarcı
Bir değil bin metre kazsan da
Sevgililer hiç bir zaman ölmez mezarcı
Güller kırmızı menekşeler mor
Seni ne kadar sevdiğimi gel de kalbime sor
..
Bugün de güneş doğdu işte
Kızıl, sarı, mor, mavi renkte
Daha söndürmedi ışığını
Vefâlı dost sabah yıldızı.
31 Aralık 1987
..
Zaman..!
Ne garip şeysin sen;
Ötesinde bir mavi yolculuğun sonu gibi,
Kimi mor halkaların ucundasın menekşeden masum
..
Bir göz var siyah
Bir göz var kahverengi
Bir göz var
Mor
Yumruk yemiş
..
Döş'ümde akşam üstleri ağrısı
Gelesi yoksa içimden git derim
güle güle
dol/aşık dolaşır ayakları aykırı
mütereddit
..
Denizlerin üstünde,
Seni özleyip dururken,
Mor bir gül olurdu,
Akşamlar,akşamlar.
29/09/2008 k
..
Gömlekten syrılmış bir kol
Salkım söğütler içinde bir yol
Kızın giydiği pembe değil mor
Delik deşik olmuş hatıra
Kızın gözleri uzaklarda
Saçlarıyla durgun masalarda
..
Sıkışıp kalırsam köşeye
Tek yarenim olur
O, çok sevdiğim mor menekşe
Karanlıktır
Soğuktur, sensiz gece
Gönül lanetlenmiş birtanem
Kırk tas su ile yıkansa nafile
..
Her sabah yenilenmiş düşler doldururuz avuçlarımıza, üşüyen ruhumuzun kayıp rotasına dingin adımlar atarak
Her sabah üzünçlü vedaları atarız ardımıza, kayıp dünlerin sularını geçeriz aşkla, ruhumuzdaki peçeleri yırtarak
Her sabah biçare umutların dağlarına bakarız, giden gelmez sevdaların yanık uçlu şiirlerini özlemle kucaklayarak
Her sabah umut koyarız tanımlayamadığımız hayatın adını, yoksul ömrümüzün yorgun döşeklerini güneşlere asarak
Mor ışıklı bir odada kımıltısız sarılışlara yorgun damarlarımın kaynaklarına kadın ruhunu at bu gece. Yaman öpüşlerinin kayıp tarlalarından sıvazlayarak avuçla bereketli tohumlarımı, damarlarımdaki şah mat coşkuların yanık nidalarıyla sustur yar er çığlıklarımı. Omuzlarından sular kayarken, dudağından ruhuma ballar damlarken doldur aşkın peteklerini. En doyumsuz sarılışların kırlarına uzanalım sonra, ay resmimizi yapsın, gece umarsız ağrılarımıza şifalar kaynatsın ve seninle anlamlı anların şafakları asla karanlıkları aratmasın.
..