Hasan herzaman yaptığı gibi, yine koyunlarını önüne katmış onları otlatmak için derenin kenarında ki otlağa götürmüştü. Kavalını çıkarıp başladı yanık türküler çalmaya. Bazen etkisinde kalıp gözyaşlarıyla yıkardı yüzünü. Babasını küçük yaşta kaybettiği için annesiyle birlikte yaşıyordu. Yüzünü bile zor hatırladığı babası içinde gözyaşı dökerdi kavalını çalarken. Anesi de hergün kendisine, içinde yiyecek olan bir çıkın hazırlardı. Öğleye doğru karnı acıkır yemeğini yer, ondan sonra da ağacın altında uykuya dalardı.
Öğlen olmuş karnı acıkmıştı.
-Annem neler hazırladı bir bakayım.
Aslında annesi hergün bahçeden topladığı domates, taze soğan biraz da koyun sütünden yaptığı peyniri hazırlardı oğlu için. Ama Hasan sanki hergün ayrı yiyecekler çıkacakmış gibi açardı çıkınını. Birgüzel karnını doyurur ağacın gölgesinde kıvrılıp uyurdu. Hava mis gibi, ılık ılık rüzgar, uykusunu daha da körüklüyordu sanki. Zoraki gözlerini açıp koyunlarına birkez daha baktı.
-Kendi halinde otluyorlar dedikten sonra uykuya daldı.
-Hasan Hasan bana yardım et.
-Sen de kimsin nerdesin. Seni göremiyorum yalnız sesini duyuyorum.
-İyice bak yanındayım göreceksin beni.
Hasan gözlerini oğuşturdu. Evet yanında beline kadar uzun sarı saçlı harika güzellikte bir kız duruyordu.
-Sen de kimsin.
-Ben mor dağlarda ki vezirin kızıyım. Beni kral oğluna istedi. Ben de sevmediğim biriyle evlenmek istemedim. Ben seni bekliyorum. Şu an beni zindana attılar kararımı değiştirmemi bekliyorlar.
-Beni mi bekliyorsun. Seni tanımıyorum. Neden beni bekliyorsun.
-Seni hergece rüyamda görüyorum ve sana aşık oldum. Gel beni kurtar buradan der demez uyandı. Hasan terlemişti.
-Allah Allah yok canım rüya işte. Olur mu böyle şey. Hangi rüya doğru çıkmış ki bu çıksın.
Epey uyumuştu koyunlarına baktı. Hepsi bir yerde çimenlerin üzerinde oturuyorlardı.
-Kalkmalıyım.
Sürüyü önüne kattı. Yanık bir türkü söyleyerek evin yolunu tuttu.
Eve geldi. Koyunları ağıla kapadı.
-Geldin mi oğul.
-Geldim anne. Kurt gibi açım.
-Tamam yemek hazır. Hadi yardım et masayı kurmama.
Annesi yaşlanmıştı artık. Oğlunu tek başına büyütmüştü.
-Oğul bir gelin getir bana, bak artık halim yok.
-Tamam anne yakında getireceğim.
-Hadi oğul hayırlısı bana yardımcı gerek. Bir de torunlarımı sevmeden ölmek istemiyorum.
-Tamam anne merak etme yakında çok yakında. Ben yatıyorum. Uykum geldi.
-Hayırlı geceler oğlum.
Hasan kafasını yastığa koyar koymaz uyumuştu. Yine aynı rüyayla başbaşaydı.
-Hasan beni kurtar buradan.
-Seni nasıl kurtaracağım de hele bana.
-Sizin köyün önünde ki dağları aşacaksın ondan sonra ki dağlar mor dağlar. Onun eteğinde ki sarayın zindanındayım.
-Sen mor dağlara gel ben sana, beni nasıl kurtaracağını anlatacağım.
-Tamam yarın yola çıkacağım der demez uyandı. Yine terlemişti. Bir bardak su içeyim kendime geleyim diye mutfağa gitti.
Ömrünce su içmemiş gibi suyu içti.
-Nekadar da susamışım. İçim yanmış herhalde. Anne sen neden uyumadın daha.
-Uyku tutmadı.
-Anne ben sabah erkenden mor dağlara gideceğim.
-Dellendin mi oğul. Ne işin var dağlarda.
-Gitmem gerek sana gelin getireceğim.
-Haa o zaman tamam. Ben sana yolluk hazırlayayım.
-Yaşlı kadının keyfi gelmişti. Eve gelin gelecek
torunlarını sevecekti.
Sabah erkenden yola çıktı Hasan. Uzaktan görünen dağlara yürü yürü birtürlü ulaşamıyordu.Yakın gibi görünen dağlar yürüdükçe uzaklaşıyordu sanki. Akşam oluyordu. Ancak dağın eteğine gelebilmişti.
-Yarın sabah dağa tırmanırım diye düşündü. Çalı çırpı topladı etraftan. Konaklayacağı ağacın altına koydu. Karnı da çok acıkmıştı. Bir an önce dağa ulaşsın diye bütüngün ağzına birşey koymamıştı. Karnını doyurduktan sonra bir ateş yaktı. Yabani hayvan varsa kendine zarar vermesin diye.
Yine uykuya dalmıştı. Rüyasında peri kadar güzel kız yine karşısındaydı.
-Dağlarda seni kandırmak isteyenler olacak ne derlerse desinler inanma sakın.
-Tamam merek etme kanmam.
-Seni bekliyorum. Mor dağları aştığında sana nasıl saraya girmen gerektiğini anlatacağım.
Sabah olmuştu. Sabah güneşi dağların en tepesini ışıl ışıl parlatıyordu. Acele acele birşeyler yedi. Dağa tırmanmaya başladı. Önceleri yol geniş ve güzeldi. Gittikçe daralmaya başlamıştı.
-Hayırlısıyla bir insem şu dağlardan diye kendi kendine içinden dualar ediyordu. Neyse ki çok yüksek değil di dağlar. Öğlene kadar dağın tepesine varmıştı. Herhangi bir tehlikeyle de karşılaşmamıştı. Biraz dinlenmek için oturdu. Matarasından suyunu içti.
-Artık kalkmalıyım.
Dağdan inerken yol hem dar hem de aşağısı uçurumdu. İçini belli belirsiz bir korku sarmıştı. Aslında hiçbirşeyden korkmazdı. Yarım saat daha yürüdü. Birden karşısında sakallı kısa boylu bir adam belirdi.
-Aaaa sen de nerden çıktın.
-Ben de dağdan aşağı köye gidiyorum. Bak buz gibi limonatam var sana vereyim de iç.
Birden aklına güzel kızın sözü geldi. 'Dağlar da kandırmaya çalışırlar seni, sakın kanma '
-Yok içmemmm. der demez adam kayboldu.
Daha da hızlandı havanın kararmasınada, dağdan inmesine de az kalmıştı. Aslında çok acıkmıştı. Ama vaktini yemekle geçirmek istemedi. Daha da hızlandı. O sıra aniden karşısına bir oğlan çocuğu çıktı.
-Merhaba amca.
-Sen de kimsin. Bu saatte burada ne arıyorsun.
-Ben de babamla aşağıya iniyorum. Karnımız acıktı yemek yiyiyoruz. Babam seni de yemeğe çağırdı.
-Öyle mi.
Karnı da öyle açtı ki. Birden harika bir et kokusu geldi burnuna.
-Nerede baban.
-Burada amca takip et beni götüreyim seni.
Birden aklına güzel kızın sözü geldi. ' Sakın kanma '
-Yok hayır yemeyeceğim der demez kayboldu çocuk.
Bir an önce dağın eteğinde ki köye ulaşmak için koşar adımlarla dağdan inmeye başladı.
-Çok şükür geldim ama ben de bittim.
-Bir evin kapısını çalayım. Belki kalmam için bana izin verirler.
--Kim o
-Tanrı misafiri.
Yaşlı bir adam çıkmıştı karşısına.
-Hoşgeldin oğlum. Gel buyur.
-Uzaktan geliyorum. Mor dağların eteğinde ki saraya gidiyorum. Bu akşam siz de kalabilir miyim.
-Tabii oğlum. Benim kimsem yok zaten. Yalnız yaşıyorum. Sana çorba koyayım da iç.
-Teşekkürler amca. Kimin kimsen yok mu.
-Hanımı iki sene oluyor kaybedeli. Çocuklarda uzaklarda yalnız yaşıyorum. Sen ne yapacaksın o sarayda.
-Vezirin kızını alacağım.
-Nasıl yani. Aaa onu zindana kapadılar. Kimse girip alamaz ordan.
-Ben alacağım amca.
-Hadi hayırlısı. Dönüşte uğrayın bana, misafirim olun. Dinlenirsiniz hem.
-Tamam amca. Allah razı olsun. Hem misafir ettin hem de karnımı doyurdun. Ben uyuyabilir miyim. Çok yorgunum.
Hasan sabah erkenden kalkmış yola koyulmuştu. Bu sefer ki dağ yolculuğu kısa sürmüştü. Akşam olmadan köye ulaşmıştı. Bu akşamı köyde geçireyim yarın sabah saraya giderim diye düşünüyordu. Yine bir evin kapısını çaldı. Ufak bir çocuk kapıyı açtı.
-Ne istiyorsun amca.
-Babanı çağırır mısın.
-Babam tarlada amca. Gel götüreyim.
Çocuğun peşine takıldı beş dakika sonra tarlaya geldiler.
-Babaaaa bu amca seni arıyor.
Çalışanların arasından bir adam onlara doğru gelmeye başladı.
-Kimsiniz.
-Tanrı misafiri. Müsaade ederseniz uzaktan geliyorum bu akşam evinizde konaklayabilir miyim.
-Tabii.
-Hüseyinn Ahmett. Ben eve gidiyorum. Misafirim var. Siz de akşam olmadan gelin eve.
-Çocuklarınız mı.
-İkisi benim diğerleri de tarlamda çalışanlar.
-Nerden nereye böyle.
-Uzaktan geliyorum. Kınalı köy den.
-Haa orayı duydum. Peki nereye.
-Saraya
-Saraya mı
-Ne işin var orada. Yabancıyı sokmazlar içeri.
-Ben gireceğim. Vezirin kızını alacağım.
-O zindanda, çıkarması zor. Muhafızlar var.
-Güzel kız bana yardım edecek.
-Onun adı Mihriban, nasıl yardım edecek ki.
-Sabah ola hayır ola.
Bu gece de misafir olmuştu Hasan. Yemek yedikten sonra döşeği hazırlanmış, rahat bir uyku çekmişti kendine. Birden Mihribanın sesi kulağına geldi.
-Hasan sarayın kapısında ki muhafızlara büyücüyü görmeye geldiğini söyle. O sana yol gösterecek.
-Tamam merak etme sen.
Sabah uyanır uyanmaz misafir kaldığı yere teşekkür etti. Ve yola koyuldu. Yarım saat sonra
sarayın kapısındaydı. Kapıda iki muhafız duruyordu.
-İçeri giremezsiniz.
-Sarayın büyücüsüne geldim.
Muhafızın biri içeri seslendi. Başka bir muhafız geldi.
-Mehmet sor bakayım büyücüye misafir bekliyor mu.
Adamın kaybolmasıyla gelmesi bir oldu.
-Tamam girsin.
Saray kapısı açılmış Hasan içeri girmişti. Muhafızın biri onu, büyücünün odasına götürdü.
-Gel oğlum. Sen den haberim var. Sana bir şurup vereceğim iç bunu. Görünmez olacaksın. Aynı şuruptan Mihribana da içir ve biran önce buradan gidin. Bir saat sonra şurubun tesiri geçer.
Hasan şurubu içti. Ufak şişeyi de yanına aldı.
-Zindanlar nerede.
-Dışarı çık bahçenin arka kısmında kocaman bir kapı var ordan gir. Sakın muhafızlarla konuşma. Onlar sesini duyar ama seni göremezler..
-Tamam öyle yapacağım.
Hasan bahçenin arka kapısını buldu. Etraf muhafızlarla doluydu. Acele zindana inen merdivenlerden indi. İşte rüyasında gördüğü peri kızı gibi güzel Mihriban ordaydı.
Yavaşça muhafızın belinde ki anahtarı aldı sessizce kapısını açtı.
-Mihriban çabuk bu şişeyi iç.
-Kim var göremiyorum.
-Benim Hasan. Büyücü görünmez yaptı beni. Çabul iç sen de görünmez olacaksın. Çıkalım buradan.
Mihriban çarçabuk içti. Ve koşar adımlarla saraydan uzaklaştılar.
Mor dağları geçtikten sonra. Yaşlı amca da gece misafir oldular. Ertesi sabah yola koyuldular.
Hasan'ın köyü gözükmeye başlamıştı.
-Biraz daha dayan Mihriban. Yarım saat sonra evdeyiz.
-Çok yoruldum Hasan.
-Az kaldı az derken evlerine gelmişlerdi. Annesi bahçede bekliyordu.
Getirdin mi oğul gelini mi.
-Evet anne.
-Mihriban Hasan'ın annesinin elini öptü.
Ertesi günü köyde davul zurnalar çalıyor Hasan evleniyordu. Mihriban çok mutluydu.
-Hasan benim rüyalarıma öyle girdin ki sana aşık oldum. Arasıra büyücü gelir beni ziyaret ederdi. Ben de ona rüyalarımı anlatırdım. Sana rüya yolu ile ulaşmayı istedim. Ve sen de rüyalarında beni gördün.
-Ama sen saraylara alışıksın. Burada köy de yapabilecek misin. İstemediğim biriyle evleneceğime sevdiğimle köyde yaşarım.
Evet ikisi de birbirlerini sevmişlerdi. Herzaman insanın kısmetinin nereden geleceği belli olmaz. Hasan'ın kısmeti de Mor dağların arkasından gelmişti.
Kayıt Tarihi : 10.6.2007 17:17:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Binbir Gece Masallarını anımsattı bana.
Tebrikler.
Kadir Tozlu
Keşke herşey bu kadar kolay gerşekleşebilseydi
Çocukluğumuzda dinlediğimiz masalları hatırlattı .yüreğinize sağlık sevgili Menekşe
TÜM YORUMLAR (3)