Cevat Çeştepe - Misafir odalı tanıtım - ...

Cevat Çeştepe
1212

ŞİİR


147

TAKİPÇİ

Son zamanlarda; dost bildiğimiz, dost bilmemiz gerektiğini bilmemizi isteyen ister bir yabancı devlet temsilcisi olsun isterse uluslararası bir örgüt yetkilisi, ülkemizle ilgili demeç verenlerin hepsi birden aynı şeyi söylüyorlar ağız birliği etmiş gibi. ”kendinizi doğru tanıtmanız, doğru anlatmanız da şart elbette”. Bu cümle içindeki “da” eki çok önemli.Yani diğer tüm konular hep olması gerektiği gibi tam rayında yol alıyor ama tanıtım ve kendimizi anlatmak konusundaki eksikliğimiz bir takım aksamalara, arızalara ve yoldan sapmalara yol açmakta. Kendimizi güzel ve doğru tanıtabilsek demek ne terör belasına bulaşan ve onlara destek veren eller kalacak ortada ne AB ile uyum yada uyumsuzluk sorunlarımız. Belki doğru tanıtım ve anlatım becerimiz yerli yerine otursa; ikinci büyük savaş sonrasının ekonomik enkazından doğru pazarlara gidebilmenin yollarını açmak için kurulan OECD ülkeleri arasındaki bütün olumlu grafiklerde en son sırada yer almaktan bile kurtulabilir, ulusal refah sıralamasında Yunanistan’ın 65 basamak gerisindeki yerimizden de birden bire onun bir-iki basamak üstüne fırlayabiliriz.

Doğru olabilir mi bu sav. Olabilir. Mesela son yirmi-otuz yılda; İzmir’in güneyinden başlayarak Antalya’nın hemen doğusunda biten bölge için kendimizi doğru anlatma ve güzel tanıtma kampanyası başlattık. Başlangıç tarihine göre bugünün karşılaştırmalı verileri ortada, gelen turist sayısındaki artış, turizm gelirleri nerelerden nerelere gelmiş. 1963 senesinde gelen turist sayısı 200 bin iken 2006 yılında bu rakam 20 milyona çıkmış. Gene 1963 yılında 7 milyon USD olan turizm gelirlerimiz ise 13 milyar USD civarında dolaşmaya başlamış. Ve anılan bu bölge bu nedenle (doğal güzellikleri ipe çekmek pahasına da olsa) birbirinden yıldızlı tesislere, hava limanlarına kavuşmuş. Boşuna anılmıyor Turkish Riviera diye. Hatta öyle güzel ve etkili tanıtmasını becerebilmişiz ki kendimizi, arada sırada ortaya çıkan turistlere yönelik kazıklamalar, tecavüzler filan münferit olaylar sınıfında beklemeli öğrenciler gibi arka sıraya oturup orada kala kalmışlar.
Demek ki birkaç bin kilometrelik sahil bandında tanıtım ve anlatım işinin üstesinden gelince çok iyi şeyler de olduğu, güzel sonuçlara ulaşılabildiği çıkıyor ortaya. Peki o zaman neden bu işi 700 küsur bin kilometrekarelik ülke geneline yaymasını beceremedik. Ona bakmak lazım. Üstelik 700 yıldır bu toprakların yerleşik sahibi olmamıza rağmen. Aradaki savaşlar, yıkımlar, krizler dersek bundan nasip almamış bir coğrafya, etkisi ile sırtındaki gömlek paralanmamış bir ülke neredeyse yok yeryüzünde. Yukarıda örneklemeye çalıştığımız OECD ülkeleri mesela. Bugün sayıları 30 olan bu ülkelerin 24 tanesi yüksek gelir diliminde yer alıyor. Çok yakın gelecekte diğer 5 tanesi daha bu terfi keyfini yaşayacaktır kuşkusuz. Geriye gene yalnız biz kalırız büyük olasılıkla. Acaba onlara da mesela bir Meksika’ya, İspanya’ya veya Slovenya’ya söylenebiliyor mu “kendinizi tanıtmanız, anlatmanız şart” diye. İşin bu anlatılan kısmi hepimizce çok iyi bilinen, kahvehane sohbetlerimizin, ikinci kadehten sonraki “ne olacak bu memleketin hali” hayıflanmalarımızın temel konusu. Biz gelelim şimdi bizce 'neden' araştırmasına.

Göçerlik alışkanlığımız; en aristokrat yanımızdan tutalım en burjuva damarımıza ve hatta daha da aşağılara inerek belki yoksulluk çizgisi üzerinde denge akrobasisi yapanlarımıza kadar egemendir yaşam biçimimize. Bakalım, yedi göbekten İstanbul ’lu olan kaç aile dededen kalma 20 odalı konakta yada yalıda, yaşadığı yeri terk etmeyi aklına bile getirmeden sürdürmektedir yaşamını. Bir tane bile örnek çıkar mı acaba. Varsa buna parmağımızla işaret edeceğimiz tek örnek aile o da Edirne’den Ardahan’a köylerde varsa vardır. İşte bu göçer yanımız bizlere; tam alışmaya ramak kalmışken yeniden terk edeceğimiz mekanlarda yaşamaya ömürlük abone bileti kesmiştir. Bu kısa vadeli mekan-yaşam birlikteliğimiz bizleri, belki sadece bize özgü mahalleye hoş geldin başlıklı komşu ziyaretleri için özel mekan içi bölümler hazırlamaya bir anlamda zorunlu kılmıştır. Bu özel bölümlerin adı “misafir odalarıdır”. Sadece evin hanımının o da toz alıp havalandırma bahanesi ile arada sırada ziyaret ettiği bu özel bölümler sadece bir misafir ziyareti ile kapılarını açar. Bunun dışında aile fertlerinin yaşam alanları içinde sınır ötesini ifade eder. Duvarları süsleyen siyah-beyaz paşa dede fotoğrafları, vitrin içine özenle yerleştirilmiş çeşm-i bülbül gibi hane içine aidiyet kaynağı ve tarihi meçhul aksesuarlar misafir odalarının vazgeçilmez zenginlik göstergeleridir. Hele birde antika görünümlü bir fincan takımımız varsa … Misafir buyur edilip ağırlandığı bu odanın dışında ne var ne yok merakının salıncağında ne kadar sallanır. Arada tuvaleti kullanmak bahanesi ile kaçışların sağa-sola diğer odalara fırlattığı kaçamak bakışlar buna ne kadar yanıt verir. Bunlar yazımızın konusunu dışarı taşırır.

Tamamını Oku