biliyorum,
ne sen yoksun
ne de ben varım..
kaçabildiğin kadar kaç
her adam seni bir şehir daha uzaklaştırıyor benden.
mavi değil artık gökyüzü,
etrafta çocuk sesleri
martılar yine erken uyanmış bu sabah
parklarda yeni yetme aşklar var
perdeleri bir bir açılıyor evlerin
bu şehir hep geç uyanıyor ölüme
ve geç uyuyor her doğuma
ölmeyecek olan her sevginin arkasından gelen intikam bir susuştur.
yargılamadan bir insanı ne kadar sevebiliyorsan o kadar içine atarsın nefretini.
bıraktığım ellerin boğazıma yapışacağını öğretmeyen bir hayatı ne kadar sevebilirim ki?
bir değil on değil,kaç sevişme temizleyecek bedenimi ihanetlerimden.
masum,
hiç değildin.
önce bağladılar ellerini
gözlerinden akan yaşa bakmadan..
sonra güldüler en kahpe kahkahaları ile..
ve dağladılar yalnızlığında en mahrem duygularını..
bir kör bıçak gibi saplandı yüreğine
sevdiği en güzel ezgiler..
gökyüzü yok bu şiirde
mavi denizler de yok.
masal aşkları da...
yalnızlık var
her gece artan bir yalnızlık.
koynuna alamadığın aşkların yalnızlığı.
sıradan bir insansın,
sıradan bir insana tutulursun,
sıradan arkadaş olursun,
sırası gelince dertleşirsin,
sıradan kaçamaklar yaşarsın,
hala sıradansın.
odanın duvarları çürük boya kokuyordu,sarı ışık yayan ampulün etrafını sivrisinekler sarmıştı.
soluk benizli bir kızın tenini andıran bir tonda idi tek gözlü pencerenin perdesi.
hiç bir masa örtüsü bu kadar sigara deliği görmemişti.
o gece masanın başında oturuyordu elinde külü düşmekte olan sigara ile.
hayal ürünü bir poz veriyordu.
diğer elinde ucu jiletle açılmış kurşun bir kalem tutturdu. uzun düşünür kısa yazar ve çok fazla sigara içerdi. kalemin kağıdın üzerinde gezinirken çıkardığı her seste derin bir yudum çekerdi içine.
iki gece öncesi aşkların son durağında bırakmıştı gözyaşlarını
üzeri kir pas içinde nefretler vardı saçlarının arasında
gittiği tüm bedenler birer ceset gibi serilirdi sabaha doğru
adını koyamadığı hüzünleri gece karanlığında peşine takılır giderdi yalnızlıklara
ve işte tam da o sırada çalardı müzik
kırılgan bir masalın son senfonisi gibiydi yüreği
oysa hiç incitmedim bir karıncayı
bir kuşu yuvasından almadım gaddarca
ve bir çiçeğe dokunmadım kırılır diye
oysa ben hiç ağlatmadım
yine dağınık bir aşk yaşadık
sen uzaklarında sarılırken soyutsallığıma
ben somut düşler kurdum bize,
hiç birleşmeyecek iki kıta gibi sevmelerim
sana da en uzakları düştü.
duran bir trenin kalkış zamanına ne kadar kaldı,bilmiyorum,
deliiiii :))))