dayatmacı önyargılarla
iç odaları tavaf ettiler
evler boştu
suyun kendine akmadığı kadar
bilinmezdi adresler
Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Devamını Oku
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
öncelikle siir ismiyle carpici. bu ismi alman filozog Hegel kitabinda kullandi diye ona aitmis gibi göstermek yanlisina düsenler olmus.
mitolojiyi az biraz okuyan bunu bilir.
mitoloji okumayan halk da baykusun bilge kus oldugunu atalarindan sözlü olarak dinledigi masallardan bilir.
bugün bilgisi ve bilinci yerinde olan bir insan düsüncesiyle yüzlesiyoruz.
kullandigi dil cogulun dilinden farkli, düşüncesi de kanatli.
burada kanatli düşünceden kastim özgür düşünce anlaminda. malesef her kanatli düşünce özgür degil.
iki tane de güzel yorum okudugumu da yazmaliyim. birisi balkari'den, öbürü Onur hanimdan. iki özgür yorum desem daha iyi.
kisaca; bilginin durum bildirgesi. kim nerde duruyorsa, neyi neye yoruyorsa... o onun dogrusudur.
saygilar,
Not: Şairemiz, bu şiiri, günümüzde DİN olarak dayatılan, gerçekten uzak bilgiler veren, yani SAFSATALAR ile garibanların akıllarını çelen, asıl amaçları SİYASET olan kişilere dikkat çekmek için yazmıştır.
SİYASET sevmediğim ve gerçek niyetlerini tam bilemediğim kişi ve topluluklar hakkında ileri geri bir şeyler yazmak istemediğimden, şiire ortadan, genel bir açıklama yazdım.
Aslında, şiirde anlatılmak istenen gerçek, detaydadır. Toplumumuzla ilgilidir. DİN diye anlatılan SİYASİ DÜŞÜNCE, alet olan, beyinlerine ve gönüllerine girilen ise zavallı iyi niyetli insanlarımızdır.
Seçim öncesi, değerli ve isabetli bir şiir...
***
Minerva'nın Baykuşu
Minerva'nın Baykuşu... :Alacakaranlıkta havalanan, soyutu somuta dönüştürme gayesiyle karanlıklarda gezen, güya aklı temsil eden, bilge geçinen bilgiç baykuş… Felsefeci aklı…
dayatmacı önyargılarla: Empoze edilmeye çalışılan önyargılı düşüncelerle
iç odaları tavaf ettiler: Beyinleri ve gönülleri yokladılar.
evler boştu: İnsanlar bilgi sahibi değildi. Kalpleri Allah Aşkı ile dolu değildi.
suyun kendine akmadığı kadar: Su, akacağı yeri bilmez. Kaynaklarından çıkmış, su gibi nereye akacaklarını bilemiyorlardı. Kime ve neye inanacaklarını, kime gideceklerini ve kime gönül vereceklerini bilemiyorlardı.
bilinmezdi adresler: İnsan Yaratan’ını bulamıyordu. Allah’a ulaşabilmeleri için ellerinde adres yoktu.
mektuplar: O zamana kadar yazılanlar…
satır başlarında suskun: İnandırıcı sözler değildi ve kesin bilgi veremiyordu.
ışık kırık: Doğruyu göstermesi gereken ışıklar kırık ve yanıltıcıydı. Doğrular kırık, çarpık görünüyordu. O zamana kadar öne sürülen düşünceler, gerçeği göstermekten acizdi.
yasaklandı çarpık gölgeler: Gerçekle bağdaşmayan, akla ve mantığa uymayan şeyler yasaklandı, birer birer üstleri çizildi.
ah incelikler, nereye gittiniz? : Oysa ne incelikler vardı, herkesin ulaşamadığı ve özlemini çektiğim. Bakmak, görmek, tefekkür etmek; işitmek, hissetmek, etkilenmek ve sevmek gibi… Sadece bilgi diye yutturulmaya çalışılan safsatalar yoktu. İnsan, Yaratan’ını bulabilecek donanıma sahip yaratılmıştı. Tabiat kitabını okuyabilirdi. İlgi merceğiyle odaklanıp, sevgi ışığıyla aydınlatıp görebilirdi, Görünmeyen’i… O, saklanıp da her yerden göz kırpıp duran, sekiz yönden ses veren, bilinmek için insanları halk edeni, sahip olduğu duyular yardımıyla bulup, gönlüne yerleştirebilirdi, kalan ömrü boyunca.
göz bebeklerimde yitirdim sizi: Gözlerimin önünde kaybolup gitti o güzellikler.
bulutlar çiziyorum tek başıma: Tek başıma Allah’a gidiyorum, şimdi. Düşünüyor ve hayal ediyorum, yapayalnız. İlahi düşünceler ve umut içinde, belirginleştirmeye çalışıyorum flu olan gerçekleri. (Allah’tan, sadece kâfirler ümit keser! Korku ve umut arasındayız.)
kendine soyunmanın öyküsünü yazarak: Kendimi, dolayısıyla Rabbimi arayıp buluşumun öyküsünü yazmaktayım.
yalanları çiviliyor Minerva’nın baykuşu: Felsefe denen, bilge geçinen bilgiç baykuş, yalanlar sokuyor beyinlere ve onları, boş bulduğu her yere çivi gibi çakıyor. Çıkarılıp atılsalar da ne yazık ki izleri kalacak!
hayal mahallesinde yalnız: Fakat, hayali şeyler onlar ve bilgiç felsefeci sanal mahallelerde yapayalnız… İddia ettiklerinin hiçbir dayanağı yok! Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıyor! Sadece boş beyinleri ve aptalları eline geçirebilir!
dış kapılarda mühür kırarak: Şeytani düşüncelere kapılarını kapatan insanların teker teker beyinlerine, yani kanlarına girmeğe çalışıyor!
iskâna açılıyor evler: Ne yazık ki bazı bilgi fukaralarını, küçük yaştakileri, aklı kıt olanları buluyor, akıllarına o saçma sapan düşünleri yerleştirmeye çalışıyor. Gönüllerini işgal ediyor, karartıyor.
onlar ki sevgiye aç: O insanlar ki sevgiye aç… Önce mecazi sevgilerle yüreklerini genişletme egzersizleri yapmalılar, sonra da Allah’ı bulabilmeli ve sevebilmeliler. Aşkı yaratılanlardan öğrenip, mikrodan makroya taşıyabilmeli; Allah’ı gelişmiş, güçlü ve kocaman bir yürekle severek, sevme ve sevilme açlıklarını gidermeli, aşkın doruklarına çıkmalılar.
kederli: Zaten, ekonomik ve sosyal, çeşitli nedenlerle derin üzüntüler içindeler.
kırgın: Dargın, kırgın, sevgisizlik çölünde, yapayalnızlar.
şairlere benzer: Tıpkı şairler gibi…
Şiirin bana fısıldadıkları bunlar...
Antalya'dan mavili yeşilli, bol güneşli sevgiler... Akdeniz'den köpük köpük mutluluklar...
Aşk olsun!
Aşk!..
Onur BİLGE
hadi bunakları anladık da bari şu popülizmi sen yapma doğaner(aşık balkari)abdülkadir budak'ın şairliğini kim imzalamış mühürlemiş ki kocaman şairler üzerinden edebiyat şiir ahkamı kesiyor?
o demiş ki bu demişki üzerinden kimsenin şairliği edebi yatçılığı prim yapmaz..bu edebiyat dünyası dedikodu yatağı olmuş..
adama derler ki koy etini teraziye tartalım!
Önce kahvaltımı yapıp tok karnına yutmam lazımmış hapı
aç karnına almayayım vardır doktorumuzun bir hesabı.
minerva; 1. anlamı i. (eski) romalıların aklı ve hikmet tanrıçası,
Cahili olduğum bir konu açıkcası :))
Sustum pustum k/ustum:(
Ben şu aşağıdaki yazıya inananlardanım;
Entellektüel Şiir
Ahmet Oktay, “entelektüel uçlarını sürekli abartan bir şiir, sonunda yapmacıklığa /züppeliğe dönüşebilir kolaylıkla” diyor (Gece Defteri, YKY, 1998) ve ben bu saptamaya bütün kalbimle katılıyorum. Kuşkusuz, yetenek yetmez bir insanı şair etmeye; genlerden ileri geldiği, kalıtsal sayıldığı üstünde durulan yeteneğin ancak ve ancak başlama vuruşu gibi algılanması gerekir. Maçı götürecek, iyi bir skorla kazanacak olan ise sonsuz bir iştahla edinilen bilgidir, bunun sonucu olarak da birikimdir. Bu anlamda entelektüele yakın durur şair. Ama, şiir bilgisini, birikimini başa kakacak kertede göstermemelidir şiirde, ya da bana öyle geliyordur. Aralarındaki ilişki Akgün Akova’dan öğrendiğim örnekte olduğu gibi olmalıdır. Mesafe kirpilerin birbirlerini ısıtmak için korudukları mesafeyi andırmalıdır. Çok hoşuma gittiği, entelektüel-şair ilişkisi bağlamında iyi bir örnek teşkil ettiği için aktarmak istiyorum: “Kirpiler, soğuk günlerde üşümemek için birbirlerine yaklaşırlar, ama çok yaklaşırlarsa dikenleri birbirine batar, uzaklaşırlarsa da üşürler. Kirpiler aralarında öyle bir uzaklık bırakırlar ki, ne üşürler ne de canları yanar” (Elimi Tut Yeter, Çınar Yayınları, 1998). Şiirin de şairin de canını yakmayacak bir mesafeden söz etmeye çalışıyorum, Ahmet Oktay’ın uyarısını biraz daha açarak. Her entelektüelin iyi şair olamadığını da biliyoruz ya, konumuz bu değil. Konumuz, bilginin, birikimin şiirde çaydaki şeker kıvamına ulaştırılabilmesi; şiirin entelektüel gösteri aracına düşürülmemesidir. İçselleşmeden, bilginin içselleştirilmesinden, şairde yepyeni bir söze dönüşebilmesinden konuşmak istiyorum sonuçta. Şiir yazılır da, yapılır da. yapılan (yapıntı) şiirin entelektüel uçlarını yazılana oranla daha da sivriltebileceği düşünülebilir. Çünkü metinlerarası ilişki bu tip şiir yazma tercihinde had safhaya ulaşır. Öteki metinlerin baskısı, kendi metninizi kurmada olabildiğince zorlar sizi. Şairin böyle bir çalışmada hemen her şeyden haberdar olduğunu kavrarsınız da, “asıl olan”a, yani altında imzası bulunana ulaşmakta zorluk çekersiniz. Metnin anlamı, onun özgünlüğü biraz da bilmediklerinden kaynaklanır şairin, ya da bilgisini içselleştirdiğinden, inisiyatifi ele almış olmasından.
Dipnotunu kaldırmaz şiir; çünkü şiir bir “içnotu”dur, ya da bana öyle gelmiştir hep. Kültür, nasıl ki okuduklarımızı, çeşitli biçimlerde edindiğimiz bilgileri unuttuktan sonra bizde kalan şeyse, şiir de öyle olmalı değil midir? Şiirin bir düşünsel arka planı olmalıdır elbette; ama, bu suyun üstünde değil, derinlerinde olmalıdır. Bakınca değil de, dalınca görebileceğimiz bir arka plan ya da birikim. Biraz daha ileri gitmeyi göze alabilir, şöyle de diyebilirim: Şiir, alıntılarla değil kalıntılarla yazılır. Her dizede başka bir şiiri, her şiirde başka bir şairi görmeniz, onun (kurgulayanın) ne kadar bilgili olduğu konusunda bir fikir verir elbette; ya bu yığışımın altında ezilirse altında imzası bulunan şair, o zaman ne olacak? Hem, şair neyi yazması gerektiğini bildiği ölçüde, neyi, neleri yazmaması gerektiğini de bilen insan değil midir? Sonsuz bir açgözlülük ilk bakışta zenginliği çağrıştırırsa da, belirsizliğe giden yola konulan işaret anlamına da gelmez mi? Şiir yazandan şair olmaya geçiş, tam da bu bıçak sırtı yerde gerçekleşiyor sanki. Biraz da başkalarının doğrularına tutunmaktan çok, kendi yanlışlarıdır insanı şair eden, özgünlüğünü sağlayan. Garantiye oynamamalıdır şair. Uçlarını sürekli abartan bir entelektüelliğin yapaylığa/züppeliğe vardırılacağını söylemiştik Ahmet Oktay’dan hareketle; bu anlamdaki desteğin aslında köstek olduğunu vurgulamak istercesine. Şiir belki de arınmışlığın, saflığın zaferidir.
Modern Türk şiirinde entelektüel uçlarını abartmadan, yapaylığa, züppeliğe düşmeden yazmış, örnek teşkil etmiş adların sayısı azımsanmayacak ölçüdedir. Geniş ufukları kendi şiirlerinin görünmesini engellememiştir, onca bilginin, birikimin arasında kaybolup gitmemişlerdir. Bu büyük dengeyi kurabildikleri içindir ki büyük şair olmuşlardır. İlk akla gelenlerden başlayacak olursam Oktay Rifat’ı, Behçet Necatigil’i, Turgut Uyar’ı, Ece Ayhan’ı, Cemal Süreya’yı, Attilâ İlhan’ı anabilirim. Kendi kuşağımdan ya da bir sonraki kuşaktan ise Ali Cengizkan, Hüseyin Ferhad ve Haydar Ergülen üstünde durabilirim ilk anda.
Kutsal kitapları yağmalamak, Yunan mitolojisinden şiir çıkarmak entelektüel görünmek için yeterli olmaktan çıkalı epey oldu, ama hâlâ tutunanlar var bu birikime; ancak böylelikle evrenselliğe ulaşabileceğini düşünenler mevcut şiirimizde. Olsun varsın, bunda bir sakınca yoktur elbette. Yok da, bilgisini göstermekten utanacak kadar görgülü bir şiir yazılmasını dilemek, bir okur olarak da bizim hakkımızdır sanıyorum. Bilgi yığışımı gibi duran, mekanik, ruhsuz şiirler (metinler), yazanının bile yaprağını kıpırdatmıyorsa, okurun hangi dalını silkeleyebilecektir? Başkalarının kanlarını taşımak eğiliminde olan bir damar olmak yerine, kan grubu belli bir damara sahip çıkmak, kendi şiirini yazmak durumunda olan şair için kaçınılmazdır. Başkalarının büyük toplardamarı olmak yerine, kendi küçük atardamarının farkında olmak belki, ne dersiniz? Şair “ kan aranıyor” anonsunun sonunda “aranan kan bulunmuştur”un muhatabı olmak durumunda değil midir? Bence öyledir. Bütün bunlardan bilginin şiire engel, ya da şairin kendi şiirini kurmasına engel oluşturduğu çıkarılmıyordur umarım. Öyle şey olur mu? Kirpi örneğinde olduğu gibi hep o zorunlu “mesafe”den söz etmeye çalışıyorum, hepsi bu.
Bir de “sezgi bilgisi” diye adlandırılan bir bilgi türü var ki, özgünlüğün belki de esasını oluşturan tam da bu bilgi olsa gerektir. Kişiye özgü sayılması gereken, bilgi, birikim sonucunda oluşmuş olsa da, genlerle, kalıtımla da ilgili olduğu varsayılan yeteneğin sezgi gücünden de söz açmak gerekecek galiba. Oktay Taftalı’ya göre de “sezgi kavramı skolastik şiir anlayışının ilham perisi ile aynılaştırılamaz. Üstelik şiirde sezgi bilgisini bu dalda kapsamlı bir birikimin ve tinsel gelişimin verdiği belli bir yetkinliğin sonucu olarak düşünmek pek de yanlış sayılmayacaktır. (…) Yani bir şiir, gerçekte bizim bilincimizden bağımsız olarak, ozana ait tinsel değer ve etkinliklerle belli bir sanatsallığı nesnel olarak içermektedir.” (Şiirin Mikroestetik Eleştirisi, Era Yayıncılık, 1994) İşte şair, edindiği bu büyük bilgiyi tinsel öğeyle (sezgi bilgisi) buluşturup bir senteze ulaşacak, kendine özgü şiirini de yazmayı başaracaktır. “Özgünlüğün kaynağı da sezgisel kavrayışın salt öznelliğinde aranmalıdır” diyor Oktay Taftalı söz konusu yazısında. Şiirde önemli bir payı olan duygunun akılla denetim altına alınması, lirizmin sağlanması ise “sezgi bilgisi” denilen şeye sahip olmakla, ya da bunu geliştirmekle sağlanabilir gibime geliyor.
Abdülkadir BUDAK
(Varlık, Ocak 1999)
Şaire ve tüm köşe takipçilerine saygılar sunarım.
dayatmacı önyargılarla
iç odaları tavaf ettiler
evler boştu
Doldurdular
oldurdular
en sonunda
durdular.
şaşkın taşkın aşk/ın oldular. :)
...Gül Ölürse...
anlamazdınız hiç
üşüdüğümü bilmezdiniz
söylemezdim ki
kuyuda bekletir kendimi
koyusundan bir acı demler
sonra akıtırdım nehrimden
yaban kalırdınız ruh tedirginliğime
bilmezdiniz küskünlüğümü
öyle isterdim ben
en kanamalı hallerim
gül yüzüm
etrafta dolanırken
en çok inimde olduklarımdı
'verene değil emekle sevgi
değer bilmeyene zayii' derdi gönül
susardım!
an gelir
şart olurdu acıyla ödeşmek
kendine gitmek meselâ
dalımda kırılır
solardı çiçek
gözyaşları ne içindi anlamazdınız hiç
mahşeri bir dövende çırpınırken gövdem
bilmezdiniz siz
öyle isterdim ben
gül ölürse elbet sinerdi yürek
(2 Mayıs 2004)
Naime Erlaçin..
durun bakalım hocam .... gün daha yeni başladı gül yüreğinizden...güllerinizden öpüyorum...
Minerva'yı soranlara...
O da Likurga'nın amcasının kızı diyelim gitsin...
Bu şiir ile ilgili 73 tane yorum bulunmakta