Mezopotamya'yı sarmış kızıl saçları.

Hadi Kuranlıoğlu
102

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Mezopotamya'yı sarmış kızıl saçları.

Çoktan çekmiş aşka aşık şairlerin kalbinden isli paslı kılıçlarını, mazinin bağrından kopup gelen atlılar..
Hafızasını kaybetmiş kalenin kapısını tutuyor, silindirlerle göğüsleri mühürlenmiş muhafızlar..
Dövüyorlar surları acımasızca gecenin bir yarısı ansızın hatıralar..
Dicle ve Fırat’ın ortasında, açmış göğe ellerini bir mabedin hüznüne ağıt yakıyor kahinler..
Örüyor saçlarını Göbeklitepe’de sağır, kör, dilsiz erenler..
Güney Mezopotamya’yı sarmış kızıl saçlarının nüvesi, uzanmış Uruk’tan, Nippur’a hayrete düşürüyor herkesi..
Kayıp kaleden kaçtığından beri, büyüyor büyüyor büyüyor adımların ve gölgende kuruluyor ilk şehirler..
Kanayan bakışlarından süzülen kan kırmızı gözyaşlarınla doğuyor ırmaklar, nehirler..
Devleri dize getirmişsin boyun bükmüş girmişler emrine, öyle anlatıyor seni destanlar..
Göğe değen parmaklarında sallanıyor bütün masumiyetleriyle öksüz çocuklar..
Geçerken sokaklardan, selamlar seni erken dönemin hanedanları.
Gündüz suskun, utangaç, kırılgan ağaçlar, adını anar geceleri..
Gül kurusu rengiyle gülümsüyor sana ormanlar ve ahşap evlerin pencereleri..
Can taşıyan çalgılara üfleniyor nefesin, ayağına getiriyorlar, diriltesin diye yarı ölüleri..
Denizler ki kucağın, temizler aşktan arta kalan hatıraları..
Fırtınadan korur halatların, tütmek isteyen ocakları..
Süzülür nazın virane şehirlerin surlarında, kuşatır meyve bahçelerini, korur değerli aşkları bir uçtan bir uca taşıyan gemileri..
Kaçtığından beri kaleden, isimsiz bırakıldı her yeni doğan..
Vurdular tek boynuzlu atını boynundan..
Evet vardı, elbet vardı; lakin dikili taşlarını talan ettiler, şehirlerini eylediler viran..
Emir geldi büyük yerden!
Arşı aladan, sidretül müntehadan..
Dediler ey yabancı, kalk, koş, kurtar kalenin kayıp kaçağını, atlılardan, muhafızlardan, yedi başlı ejderhadan..
Dilimdeki tılsımla seslendim, seslendim, seslendim ardından, derken vurdular beni sesimden..
Uçtum bir kanadım yerde, öteki gökte, korumaktı seni ve havarilerini muradım, kırdılar kanadımdan..
Görme diye içime akıttım kanımı, büyü süsü verdiler ölümüme; örttüler üstümü sol yanımdan..
Kaç asır geçerse geçsin kimse kuşatamayacak o mukaddes kolları..
Göğü dövecek, kıracak sürgünü “Demirci Kawa” kovacak kapından yarı şeytan kralları..
Vaz geçeceksin kendinden ki bitsin sürgünün.
“Hürmüz” ışığı ve bereketiyle donatacak o zaman, sana kapanan yolları..
Kıracaksın aklının ve kalbinin paslı zincirlerini, koşacaksın durmadan ileriye..
Çıplak ayaklarına ruhumu giydirecekler bir daha kanamasın diye..
Ab-ı hayat olacak nefesim kuruyan dudaklarına..
Sığmayacaksın belki on sekiz bin aleme; lakin sığdıracağım seni gözbebeklerime.
Kesecekler önümü, karşıma dizilecek ordular!
Seni koparıp almak için gözbebeklerimi dağlayacaklar..
“Nedendir kendini ortaya atman?” diyecek yedi başlı ejderha, muhafızlar, atlılar..
Diyeceğim ki:
Gün, bir gündür o da bugündür..
İster alın gözlerimden feri, ister yıkın viran eyleyin şehirleri..
Var oldukça ben gibi çoktan ölmüş neferler..
Korunacak kayıp kalenin kaçakları ve şehirlere hayat verenler..
Erenler seslendiler Göbeklitepe’den “payına mabedin hüznünü savunmak düştü” dediler..
Çekin şimdi kılıçlarınızı, salın atlarınızı, salın ordularınızı, gün bugündür..
Ölsem… düğünümdür.

Hadi Kuranlıoğlu
Kayıt Tarihi : 19.10.2024 13:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


İnsan ne kadar çok bilmediğini, ne kadar çok sandığını, hiç değmeyecek şeylere ne kadar üzüldüğünü, ne kadar olmadığını, insanları ne kadar az tanıdığını.. ..yaşam taşları yerinden oynayınca ve konumu değişince anlamaya başlıyor.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!