Mersiye Şiiri - İsmail Aksoy

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Mersiye

Mersiye

Çıkış noktasında. Sis ve buhar arasındaki
bir bataklıkta düşmüş bir ejderha gibi, uzanır
çam ormanlarıyla giyinmiş kıyılarımız. Çok uzaklarda:
sisteki bir düşten çağıran

iki vapur. Aşağıdaki dünyadır bu.
Kımıltısız orman, kımıltısız su yüzeyi
ve topraktan uzatılan orkidenin eli.
Öbür tarafta, ötesinde bu suların

fakat aynı yansıtmaya bağlı bölgede: ağırlıksızca
bulutun kendi boşluğunda asıldığı o gemi.
Ve bodoslaması etrafındaki su kımıltısızdır,
eklenmiştir dinginlikte. Ve gene de fırtına vardır!

ve deniz taşıtının dumanı esiyor yatay bir şekilde –
ve kavrayışında çırpınıyor güneş – ve rüzgâr
sertçe çarpıyor gemiye binenin yüzüne karşı.
Ölümün iskele tarafına tırmanmak.

Ânlık bir hava akımı ve uçuşur perde.
Bir çalar saat misali zil çalıyor sessizlik.
Ânlık bir hava akımı ve uçuşur perde.
İşitilene dek uzaklardaki bir kapıya vurulduğu

çok uzaklardaki başka bir yılda.

Ey Bocksten adamının pelerini misali boz tarlalar!
Ve sudaki siste karanlık salınan ada.
Radarın terk edilmişlikte çevrim çevrim
dönmesi misali hüküm sürer sessizlik.

Bir kavşak vardır bir ânın içinde.
Uzaklıkların müziği birlikte çağıldayıp geldi.
Her şey birlikte büyüyüp gür bir ağaç oldu.
Kayıp şehirler parıldıyor yeşilliklerinde.

Her yerden ve hiçbir yerden duyulur sesi
Ağustos karanlığındaki bir çekirge misali. Yayılmış
marangoz tezgâhı gibi, uyuklar burada gecede
turba bataklığın öldürülmüş gezgini. Özsu yükseltir

adamın düşüncelerini yıldızlara doğru. Ve dağda
derinliklerde: burada yarasaların mağarası vardır.
Burada asılıdır yıllar, sıktır eylemler.
Burada uyur onlar katlanmış kanatlarla.

Bir gün uçup gidecekler. Bir izdiham!
(Uzaktan bakınca mağara ağzından çıkan bir duman gibi.)
Fakat gene de hüküm sürer yaz-kışının uykusu.
Uzaktan bakınca suyun çağlaması. Karanlık ağaçta

döndürür kendisini bir yaprak.

Bir yaz sabahı yapışır çiftçinin tırmığı
ölü kemiklere ve giysi paçavralarına. Adam yatıyordu
yani hâlâ burada turba bataklık kurutulduğunda
ve şimdi kalkmış ayağa ve gidiyor kendi yoluna ışık içinde.

Her bir mıntıkada dönenir altın tohumlar
o eski kusur dolaylarında. O panzer giyimli kafatası
tarım toprağında. Yolda bir gezgin
ve dağ izliyor adamı bakışlarıyla.

Her bir mıntıkada şangırdar avcının borusu
gece yarısı zamanı açılıp yayılırken kanatlar
ve geçmiş büyür kendi düşüşünde
ve daha da karanlıktır yüreğin meteor taşından.

Bir ruhun sırt dönüşü yazıyı açgözlü yapar.
Bir bayrak başlar dalgalanmaya. Kanatlar
açılır avın dolaylarında. Şu mağrur gidiş!
ki orada yaşlanınca bulut olur albatros

açılmış ağzında Zaman’ın. Kültür bir balina avlama
istasyonudur, ki orada gezinti halindedir bir yabancı
evlerin beyaz dış duvarları ve oynayan çocuklar arasında
ancak her bir nefes alış hissettirir

öldürülmüş devlerin mevcudiyetini.

Gök katmanlarının kadim oyunu yankılanır hafifçe.
Müzik, masumdur gölgemizde, tıpkı fıskiyenin suyu
yükselir gibi vahşi hayvanların arasında,
sanatsal olarak taşlaşmışlar su damlaları etrafında.

Yaylarla kuşanıp bir orman olmuşlar.
Bir sağanak yağmur hışırtısı misali yaylarla –
boşaltılır kamara sağanak yağmurun toynakları altında –
ve en iç tarafta, dengeleme halkasında, sevinç.

Bu akşam yankılanır dünyanın dinginliği,
yaylar yerine konulduğunda fakat dokunulmadığında.
Kımıltısızdır siste ormanın ağaçları
ve su tundralarında yansıtırlar kendi kendilerini.

Müziğin dilsiz yarı parçası burada, yıldırımla hasarlanmış
çamlar etrafındaki reçinenin rayihası gibi.
Bir yeraltı yazı her birinde.
Orada özgürleştirir kendini, kavşakta, bir gölge

ve patlayıp yok olur Bach trompetlerinin yönünde.
Merhametten dolayı birden bir güven verilir. Bırakmak
kendi ben-kuşanmışlığını bu enlemlerde dursun diye,
ki orada vurur dalgalar ve batırır, vurur

ve batırır.

[“17 ŞİİR”den, (1954)]

Tomas Tranströmer (1931-2015, İsveç)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

NOT: Bocksten adamı, 1936 yazında İsveç’in güney bölgesindeki Halland’da, Bocksten bataklığında bulunmuş, 1300lü yılların ortalarında öldürülmüş bir adamın cesedidir. Tekrar ayağa kalkmasın diye adam öldürüldükten sonra, cesedine iki tane kazık çakılmış durumda idi. Bataklıktaki kimyasal dengeden ötürü, ceset üstündeki kıyafetler tümüyle korunmuş durumdaydı.

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 22.11.2019 00:56:00
Hikayesi:


ELEGI Vid utgångspunkten. Som en stupad drake i något kärr bland dis och dunster, ligger vårt granskogsklädda kustland. Långt därute: två ångare som ropar ur en dröm i tjockan. Detta är den nedre världen. Orörlig skog, orörlig vattenyta och orkideens hand som sträcks ur myllan. På andra sidan, bortom denna farled men hängande i samma spegling: Skeppet, som molnet tyngdlöst hänger i sin rymd. Och vattnet kring dess stäv är orörligt, i stiltje lagt. Och ändå stormar det! och fartygsröken blåser vågrätt ut – där fladdrar solen i dess grepp – och blåsten står hårt mot ansiktet på den som bordar. Att ta sig uppför Dödens babordssida. Ett plötsligt korsdrag och gardinen fladdrar. Tystnaden ringer som en väckarklocka. Ett plötsligt korsdrag och gardinen fladdrar. Tills avlägset en dörr hörs slå igen långt borta i ett annat år. O marker grå som Bockstensmannens kapprock! Och ön som svävar mörk i vattenröken. Det råder stillhet som när radarn svänger sitt varv på varv i övergivenhet Det finns en korsväg i ett ögonblick. Distansernas musik har sammanströmmat. Allt sammanvuxet till ett yvigt träd. Försvunna städer glittrar i dess grenverk. Från överallt och ingenstans det spelar som syrsor i augustimörkret. Insprängd som timmerbaggen, slumrar här i natten torvmossens dräpte färdman. Saven driver hans tanke upp mot stjärnorna. Och djupt i berget: här är flädermössens grotta. Här hänger åren, gärningarna tätt. Här sover de med sammanfällda vingar. En dag skall dessa flyga ut. Ett vimmel! (På avstånd som en rök ur grottans mynning.) Men ännu råder sommarvintersömnen. På avstånd vattensorl. I mörka trädet ett löv som vänder sig. En sommarmorgon fastnar bondens harv i döda ben och klädestrasor. Han låg alltså kvar när torvmossen dränerats och står nu upp och går sin väg i ljuset I varje härad virvlar gyllne frön kring gammal skuld. Den pansarklädda skallen i åkerjord. En vandringsman på vägen och berget följer honom med sin blick. I varje härad sorlar skyttens rör vid midnattstid när vingarna slår ut och det förflutna växer i sin störtning och mörkare än hjärtats meteorsten. En andens bortvändhet gör skriften glupsk. En flagga börjar smälla. Vingarna slår ut kring rovet. Denna stolta färd! där albatrossen åldras till ett moln i Tidens gap. Kulturen är en valfångst- station, där främlingen på promenad bland vita husgavlar och barn som leker ändå med varje andetag förnimmer den dräpte jättens närvaro. Lätt återkastas himlasfärers orrspel. Musiken, skuldfri i vår skugga, som fontänens vatten stiger mellan vilddjur, konstrikt förstenade kring vattenstrålen. Med stråkarna förklädda till en skog. Med stråkarna som riggen i ett störtregn – kajutan vräks under ett störtregns hovar – och innerst, i kardanupphängning, glädjen. I afton återspeglas världens stiltje, när stråkarna satts an men inte rörs. Orörliga i dimman skogens träd och vattentundran speglande sig själv. Musikens stumma hälft är här, som doften av kåda står kring åskskadade granar. En underjordisk sommar hos var man. Där lösgör sig, vid korsvägen, en skugga och spränger bort i bachtrumpetens riktning. Av nåd ges plötslig tillförsikt. Att lämna sin jagförklädnad kvar på denna strand, där vågen slår och sjunker undan, slår och sjunker undan.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy