Merhamet, Devrim Ve Andrei Platonov Şiir ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Öyle bir yer var mıdır acaba? Olsun isterdim. “Her şeyin bittiği, hiçbir şeyin başlamadığı bir dünyada insanın tabiatla bile mücadele etmek istemediği bir can sıkıntısının hikâyesi...” diye tarif edilen bir aleme aitmişim gibi bezgin ve kendime yabancıyım çünkü. Bu günlerde çok düşündüğü için atmaktan vazgeçen kalbimle birlikte, ruhu da hırpalayan bahar yorgunluğunu sırtlanıp aralarında çelimsiz otların bittiği parke yokuşlardan tırmanırken Saşa gibi hayallerimi kovalıyorum. Hayat yekpare bir rüya misali parçalanmadan geçip gidiyor. Dip uğultusu gibi derinden, sessizce akıyor zaman. Aklını yitirmişçesine telaşla koşturup duran insanlar hakkında onun gibi tahminlerde bulunuyorum. Acı çeken sesini duyurmak için hırıltıyla konuşan ihtiyar bir adama acıyorum durup dururken. Buğulu pencere önlerinde titreyen kumrularla yekvücut olmanın bilinci beni sakinleştiriyor.
Bazen o çelimsiz, yetim çocuk gibi eskimiş bir masaya bakıp, “O da benim gibi biraz lüzumsuz, hiçbir farkımız yok işte” diyecek kadar durgunlaşıyorum. Sonra rüzgârsız bir havada hiç kıpırdamayan dalların gıcırtısını işitip “Demek onlar da sıkılıyor” diyorum ama Saşa gibi bunu söylediğimde büsbütün rahatlayamıyorum. Sadece ağaç olmak istiyorum. Bütün felaketler, mevsim geçişleri, kainatın sonsuzluğunda kaybolan sesler, yeryüzünün kabuğuna kazınan harfler, yerini bulamayan sözcük kalabalığı her şey sıradanlaşıyor. Yine de ılık bir merhamet hissiyle tabiatta görebildiğimiz, hissedebildiğimiz bütün varlıklarla aynı özden oluştuğumuzu düşününce gevşiyorum. Ve en zor zamanlarda aklı kalple yumuşatmayı bilen Andrei Platonov’a her zamanki gibi şükrediyorum.

Medrese avlusunda bir ‘komünist’
Bugünlerde onun mistik diliyle, doğal bilgi hazinesiyle asırlık medreselerin iç avlularında dolaşıyorum. Kitap hastanesinin sorumlusu Hatice Hanım, bana insanın hırpaladığı kitapları nasıl iyileştirdiğini anlatıyor. Sırtları kamburlaştığı için ciltleri bozulmuş, şirazesi dağılmış, rutubetle pamuklaşmış, böcekler tarafından kemirilmiş ya da ölçülemeyen zamanın hırçınlığıyla asitleşmiş tarihî el yazmalarından bahsediyor. Solgun, eprimiş sayfalara çok uzun bir nekahet dönemi geçiren çocuklarına bakan şefkatli anneleri gibi davranıyor. Onu dinlerken kendisini nesnelerin yerine koyabilen Saşa gibi heyecanlıyım yine. O vakit sağlığına kavuşunca ışıldayan kitaplardan biri olmak istiyorum. Ama nedense kendini hissetmemeyi tercih eden Zahar Pavloviç gibi davranıyorum. Hakikatimin sağlam köklerinden uzaklaşıp hemen yanında durduğumuz devasa fıstık çamının kaç yaşında olduğunu soruyorum mesela. “Bilmem, epey yaşlı olmalı en az iki yüz elli” diyor. O ‘hastalarının’ yanına dönünce Platonov’un hiçbir Rus yazarına benzemeyen cümlelerinin tınısıyla başbaşa kalıyorum. Bana makineleri insanlardan çok seven bir mühendisin soğukkanlı sesiyle 1922’de bir yayıncıya yazdığı mektubu okuyor: “Tarlalar, kırlar, annem ve zil sesleri dışında, bir de şunları sevdim ve yaşadıkça daha çok sevmeye devam edeceğim: Lokomotifler, makineler, tiz sesli düdükler ve kan ter içinde kalana dek çalışmak. Her şeyin insan yapımı olduğuna ve hiçbir şeyin kendiliğinden oluşmadığına inanırım; örneğin uzun süre çocukların fabrikada üretildiğine inandım... Yabani otlar ve dilenciler, tarlalarda şarkı söylemek, elektrik, lokomotif ve depremler arasında bir tür akrabalık bağı vardır. Tüm bu şeylerin üzerinde aynı doğum lekesi vardır. Büyümekte olan otların ve buharlı lokomotiflerin mekaniği aynıdır”.

Bir hayaleti sevebilmek...

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta