insanım
atalarım gibi
insan ve katil...
hala öldürüyorum
sonun nere varacağı belli değil
binlerce yıldan beri
Martılar Uçarken
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ondan birşey duymayalı.
Cornwall'dan aldığım bir mektupta,
Artık burdayım, burada kaçak da sayılmıyorum,
yabancı da görmüyorlar beni
Dağa sırtını dayamış küçük bir köydü orası. Evlerin bulunduğu yerden köyün tam karşısına bakıldığında, uzakta sıralanmış dağlar köyü ve yaylayı seyreder gibi dururlardı. Bir de, yaz sıcaklarından yanmayalım diye karlı tepeler köye doğru serinlik üfürürlerdi. Gece gündüz dağlar hep bizimle sayılırdı. Köyün hangi noktasında olunursa olunsun sıra sıra dağları görmek mümkündü. Uzak duran o dağlar, köyde yaşayan herkesin aşkını da acısını da bilir gibiydiler. Dağlara bakarak kim bilir niceleri dertlerini anlatmışlardı. Onlar da uzaktan duymuşlardı herbirşeyleri. Dağlar günün değişik zamanlarında yine değişik çehreye bürünürledi. Örneğin, sabahları yarı sisle kaplı olduğunda, yüzü uykulu gibi olurken, öyle vakti güneş tam tepesinde olduğunda, sanki gözleri kamaşnmış gibi parlardı. Akşama doğru ise hüzünlü gibi, boynu bükük anlaşılmaz bir çehresi olurdu dağların.
Köyün nerdeyse bütün toprak damlarının ön cephesi ve önlerindeki çardak, dağları görecek şekilde kurulmuştu. nasılsa.
Akşam üzeri köylüler tarladan bahçeden evlerine gelip de ellerini yüzlerini yıykadıkdan sonra, çardaktaki serilmiş sofraya oturup da yemek yerlerdi. Yemekte ayran içerlerdi. Yemek yendikten sonra ise çaylar gelirdi. Sonra sırtını bir direğe dayayıp da çayını yudumlarken, dağlar onun karşısında olurdu hep. İçten içe kimselerin duymayacağı şekilde dağlara bakarken mırıldanmalar olurdu. belki. Bu dağların öyküsü bitmez tükenmez olmalıydı. Nice tarihler hayatlar yaşamış olmalıydı bu dağlar.
Bahçede yalnız bir çocuk oynuyordu. Kendi kendine bir tür oyunlar yapmaya çalışıyordu. Ayakkabısını çıkartıp bir kenara atmıştı. Toprağa dokunuyor, toprağa dokunmak kendine özgü bir tad veriyordu ona. Bahçe evden ikiyüzmetre uzaklıkta bulunuyordu. Etrafı buğday ekili tarlalarla kaplı olan bahçe, yeşil bir ada gibi görünürdü uzaktan bakıldığında. Buğdaylar yarı sarı yarı yeşildiler daha. Bahçede şeftyali, incir, iki büyük zeytin, bir kaç nar ve etrafında ise, belli aralıklarla dizili kavak ağaçları vardı. Çok az, sızıntı halinde bir su çıkıyordu ve bütün bahçeyi yavaş yavaş dolaşıyordu. Kulak verildiğinde biyerlerde suyun şırıl şırıl akmakta olduğunu duymak mümkündü.
04.07.2022
ATIN ÜSTÜNDEKİ ADAM
atı çeken biri vardı
o tuhaf bir adamdı başı hep önde
bir ağaç ve ben
Küçük odanın pencersinden bakıyorum yola
zaman akşama doğru
hava
Sadece gölgemiz kaldı
insanlığımızdan geriye
duruyor öyle
duruyorum tek ayak üstünde
gölgem ve ben
İstemeyen de köle olabilir.
Digital çağımızda köle olmak hem kolay hem de modern. Öyle şartlar yaratılıyor ki, insancıklar zorluk çekmeden özgürce köle olabilsinler.
Kapitalizmde her şeye sahip olabilir insan. Ama her insan değil. ne iyi.
Bütün renkler gözünün önünde. Her şeye elini uzatsan dokunabilecek kadar yakın sana. Öyle ki, nerdeyse, sen, „birey olarak“ dünyayı iyiye, ya da ama bokun içine doğru itmek de elinde imiş gibi, yakınında insanın; hatta sorumluluğunda da.
Sürü.
Dünyanın her yerinde, tek tek insanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar da,
sürü bir sabah uyandığında, her zamanki gibi; süt, kahve, çay, peynirli ekmek, çorba ve sonra çanta.
Dışarı çıktı; ne yolda bir araç, ne tren, ne otobüs...polis-asker de yoktu. Kapitalizm dünyası yok olmuştu...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!