“gemilerde talim var, bahriyeli yarim var”
Kasımpaşa, bahriye nezaretinin önündeki rıhtım uğurlananlar ve uğurlayanlar ile dolar boşalırdı. Annelerin, babaların ciğer pareleri, sevgililerin yürek pareleri; bembeyaz giysileri ile rıhtımdan mavnalara doluşur, açıkta bekleyen Osmanlı armadasının bol yelkenli kalyonlarına doğru forsa kürekleri ile süzülüp giderlerdi. Bahriyeliler, gözlerini sahilden koparamazlar ama uzaktan artık seçemedikleri geride kalanlara el sallarlardı. Sahildekilerin gözleri ise dalgalana dalgalana mavnanın içindeki parelerini arar, göremez ama onlarda gene ellerini sallarlardı.
Ve yavaş yavaş boşalmaya başlayan rıhtım; üzerine efkar dolu bir sancağın örtüsünü çeker ve gölgesi rıhtımı terk etmekte olan herkesin üzerine bir parça karanlık çöktürüverirdi.
İşte bu ilk ayrılık gecesi üzerlere düşen efkar gölgesinin aralanmaya çalışıldığı gecelerdi. Varlıklılar, levantenler, rum ve ermeni ve Yahudi ler denizlere saldıkları pareleri için Pera’nın şansonlarına, Galata’nın merdiven üstü meyhanelerine doluşur ve lavtacı lefter’in açılışı ile birlikte Fransız dilberlerinin revüsünü izler, Macar güzellerinin orta Avrupalı şarkıları eşliğinde dans ederlerdi. Garsonların tümü ise çar sarayından kaçıp gelenlerdi.
Kentin öte yakasında, yüksek ve görkemli kubbelerin arasındaki dar sokaklar da ise başlarındaki yan atmış feslerini düzelterek, ellerindeki tesbihleri şakırdatan az varlıklılar, yoksullar türk ler, ermeni, rum ve Yahudi ler kolkola girerek üzerlerindeki aynı gölgenin kapılarını; Sirkeci koltuk meyhanelerinin, Yenikapı balıkçı tezgahlarının, Aksaray esnaf lokantalarının bir yerlerinde dağıtacak adreslere doğru külhani adımlarla yürürlerdi.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla