Kendi evimde yaşadığım şehre büsbütün yabancılaşmış gibiyim. Zihnimde kopuk kopuk görüntüler, pek aşina olmadığım başka sesler dolaşıyor. Geçen hafta Mardin’de açılan bir sergi vesilesiyle dolaştığım dar, tozlu, loş sokak aralarında, kalabalık çarşılarda, gizli geçitlerde, tenha avlularda tanıştığım insanların mırıldayan sesini duyuyorum hâlâ...
Kadim şehir, kuyumcuların parlak vitrinlerinde gördüğüm tespihlerin sade renklerine bürünmüş... Güneş ufukta erirken damarlı akikler gibi kızaran zarif kubbeler, solgun, sarımsı kehribarlara özenen oymalı taşlarla süslenmiş ihtiyar camiler, kiliseler, manastırlar, akşamın çöküşüyle lapis mavisine kesen yumuşak, menekşe yüzlü geniş bir gökyüzü, sıcağın buğusuyla tüterken zebercetler gibi parlayan uçsuz bucaksız ovalar, mücevherlerini vakur bir edayla taşıyan soylu bir kadın misali ışıldayan şehre eşlik eden kristal ay taşları...
Harabeler üzerinde bir köy...
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta