Kalktığında, sabah olmuş, günün ilk ışıkları; odanın ovayı gören camından içeriye süzülmüştü. Kuşların seslerini duydu. Bahar gelmişti. Her ne kadar da romatizmasına iyi gelmese de, her baharda, yeniden içindeki yaşama sevinci bir kat daha artıyordu.
Yavaşça yatağından doğruldu. Birazcık oturdu yatakta. Ağrıyan, sağ dizini ovaladı. Yerinden kalktı; camın önüne geldi. Ovaya baktı. Her taraf yemyeşildi. Bahçedeki ağaçlar, çiçeklerini açmıştı. Bir süre seyretti. Camı açtı. İçeriye, tertemiz bir hava girdi. İçine çekti havayı. Buraya bağlayan tek şey belki de bu görüntüydü. Belki de kendini bu şekilde avutuyordu.
Yetmiş küsur yıllık hayatının sonunda, yine başa dönmüştü. Tek başına, yalnız bir yaşam. Oysa, bir zamanlar, çocuklarının şen şakrak sesleri, sevgili karısının, kadife yumuşaklığındaki sesi, onun omzuna dokunuşu… Hepsi mazi olmuş, tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştı sanki. Ne çabuk geçmiş, ne olduğunu bile anlayamamıştı.
Şadıman Hanım’ ın ona sevgiyle bakan gözleri yoktu. Omzuna dokunan elleri de. Uzun bir uykuya yatmış, o uykudan kalktığında da, rüyasına giren kahramanlar; aniden kaybolmuş gibiydi. Aradan neredeyse beş yıl geçmesine rağmen, hala unutamıyordu onu.
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış