M A Y O M U O S M A N L I M I
(Eleştiri)
Dünyadaki tüm kadınlarla konuştuktan sonra,
sağlıklı bir orgazm bildirisi yayınlanabilir. Tülay Ferah
Tülay Ferah, ‘Mayo mu, Osmanlı mı’ diye sorgularken, Siret’e verilen ölüm fermanının durdurulması için Fransız yazarı Sartre’nin Paris’de başlattığı imza kampanyasından söz ediyor. Tabi imza kampanyası fiyasko ile sonuçlanıyor. Yirminci yüzyılın ilk on yılında Osmanlı aynasına düşen görüntüler, çürümüşlük benöyküsel bir dille kaleme alınmış.
Siret, romana gazeteci ve öykü yazarı olarak giriyor, ‘Şarlo tiplemesi’ gibi bir rol verilmiş. Gazeteciliğe ters düşen, bilinç dışı bir karakter. Son bölümlerde ise Siret’e anlatıcı adı verilmiş. Roman biterken de anlatıcı, ferman gereği iple boğulduktan sonra da başı kesiliyor. Anlatı – anlatıcının kendisi olma doğru işlendiği söylenemez. Hayal kavramını aşan gerçekçilik, romanda kara delikler oluşturmuş. Mizah da olsa, abartıya kaçılmamalı.
İkinci Meşrutiyet ilan edileli bir yıl olmuş. Pera Palas’ta ‘Kadın ve cinsellik’ konulu bir toplugörüşme yapılacak, organize işini Hüseyin Rahmi Gürpınar yapıyor. Bu toplugörüşmeye ortalıkta sıkça mayo ile görünen George Sand, Simone de Beauvoir ve Virginia Wolf gibi kadın yazarlar da katılıyor. Halide Edip Adıvar’ın yanı sıra şair ve güzel gazel de okuyan, Şehzade Ahmet hayranı Mihri Hanım da davetliler arasında bulunuyor. Siret, İkinci Meşrutiyet’ten dört yüz yıl önce yaşamış Şehzade Ahmet’le ilgili yanlış bilinen tarihi bir gerçeğin doğrusunu Mihri Hanım’ın da bulunduğu bir sohbet esnasında söyler. Mihri Hanım, Siret’e, ‘Ölüm Fermanı! .. Kellen Amasya Ovası’nda top gibi duracak! ’ (s.46) der. Fransız ve İngiliz yazarlar, Siret’in ölüm fermanının durdurulması için imza kampanyası başlatırlar. Ferah’ın kurguladığı öykülerdeki matrak ve gırgır diyalogları birlikte okuyalım. “medya hep bir ağızdan sordu: ‘Sartre’ın imza kampanyası! ’ Yanıt verdim: ‘Bu haberin, Hiroşima’ya atılan bomba kadar etkili olduğunun bilincindeyim dostlarım.’ (Bu söz, atom bombası atılmadan 36 yıl önce söyleniyor.) Ne yapıyorum ben? Yine başka bir zamana zıplayıvermiştim. Korku içinde bakındım. Papyonumu veren cılız sesli Japon gazeteci, ‘Hiroşima’ya bomba mı atılacak? ’ dedi. Rengi kireç gibi olmuştu. ‘Ne hakla böyle bir şey söylersiniz? Sizi harakiriye davet ediyorum. Ülkeme yaptığınız bu hakareti, ancak kendinizi öldürerek temizleyebilirsiniz! ’ ” (s.89)
Romanında zaman kavramını hiçe sayan Tülay Ferah, Osmanlı tarihinin altını üstüne getirirken, o dönemin melez diline hiç dokunmadan günümüzün işlek dilini kullanmış. Kurgu kıyılanmamış, güncele dönüştürme gibi bir kaygısı da olmamış. Öykülerde yaşayan karakterler, modern çağın tüm araç ve gereçlerini kullanıyorlar. Ama atasözü, deyim, imge, mecaz ve betimlemeler zaman ve mekâna uygun yapılmış. Ferah, okuruna sıradan sorular yöneltmiş, felsefik bir içerik kattığı söylenemez. Kutupluluk ilkesi çok iyi işlenmiş.
Osmanlının son yıllarında yaşanılanları çarpıcı bir üslupla yansıtan yazar, ne yazık ki o dönemin en çok tartışılan, “İslam’da eleştiri yoktur” düşüncesine hiç değinmemiş. Yalın bir dil kullanan Ferah’ın Meşrutiyet yıllarındaki Fransız hayranlığı için yazdıklarına bir göz atalım. ‘Siz de gelirsiniz. Ah, Paris ne de güzeldir. Pigalle’de çapkınlık yaparız. Düşler kenti Mihri’.. Champs Elysees’deki Cafe Le Fouhuet’s’de şaraplarımızı yudumlarız. Hadi kabul edin…’ (s.60)
Güçlü karakterler yaratamayan Ferah, bugün problem olarak düşünülen tarihsel yansımaları yazarken kahramanını sıkça trajedik duruma düşürüyor. Silik figür Siret’in söylediklerini dinleyelim. ‘Salya sümük başımı kaldırdım. Karşımda duran Simone’du.’ (s.70) “ ‘Salak’ sözcüğünü kendime yakıştırarak! ” (s.120) ‘siz konuşurken kendimi güven içinde duymuyorum. Ciddi misiniz, alay mı ediyor sunuz, salak mısınız bir türlü çözemedim’ (s.126) Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanında yaptığı gibi kahraman iki de bir öykünün orta yerinde başını kurgudan dışarı çıkarıyor. Kurgudaki temel amaç karakterleri öyküde gizlemek, kendini öyküdeki kahramanın yerine koyan okuru alıp dışarı atıyorsunuz. ‘Benden roman kahramanı olmadı. Korkaktım.’ (s.43) ‘Bir roman kahramanı gibi içmeye başladım.’ (s.55) “Şimdi siz diyeceksiniz ki, ‘Siret Bey, siz bir roman kahramanı değilsiniz bu öyküyü niye okuyalım? ..’ Bence artık okumayın” (s.115)
Okura yenilikçi bir yazar izlenimi veren Ferah’ın ‘Mayo mu Osmanlı mı’sı kolay okunuyor. Edebiyat doyumu sağlayan romanın yüzde 38.4’ü diyaloglarla geçiyor. Sayfada ortalama dört paragraf yapmış. Güzel parıltılı sözler, okurun içsel tellerine su verir. ‘Bu düşüncelerle dumanım tüterken, bir valsın hüzünlü ezgisini duydum.’ (s.46) ‘imgelerinizde, benim bin kez isterik olduğumu lütfen düşleyiniz.’ (s.118) ‘Yalvarmak aşağılanmaktır.’ (s.87) İç karartan absürt ve argolu sözler: “ ‘sirk soytarılarına benziyorsun! ’ ‘Başına beyaz don takmış kadın’ ” (s.112) Bir de hoş olmayan sözlerini okuyalım. “ ‘Jön Türküm’ derken hindi gibi kabarıyordun. Gittiğin yerde de kabaracak mısın bakalım? ‘Yabancı güçler’ ne demek ulan? ..” (s.102) Gazetedeki resimlerinden tanıdığımız şiirsel duruşlu Tülay Ferah, şiir alıntılarıyla yazıyı süsleyememiş. Sayfada ortalama 15.7 kez yabancı sözcük kullanmış. ‘Bir maestro gibi, tahta çubuğunla, pardon bagetinle’ (s.38) ‘gözünde monokl olan’ (s.51)
Zaman ve mekân kavramına uygun betimlemeler yapmış. ‘Karşımda, sarı saten bir çarşaf içinde dünya güzeli bir kadın duruyordu. Çarşaf ve yüzündeki sarı ipek peçeden bir şey görünmüyordu, ama biz erkekler için, o an dünyanın en güzel kadınıydı.’ (s.26) ‘Hasır şapkası, ağızlığı, beyaz mayosu ve kırmızı sandaletleriyle bir aşk tanrıçasıydı.’ (s.149) Sayfada ortalama 3.7 satır betimleme yapmış.
Hayatın gerçek kahramanı yoksullardır diyen Ferah, yazınsal dilini zenginleştirmek için zaman zaman ayrıntıların işlevselliğinden yararlanmış. ‘Yine bir çakıl taşıydı. Ne yapıyordu bu kadın taşlarla? Çocukken beş taş oynardık. O da mı beş taş oynuyordu’ (s.112)
Zayıf kalsalar da benzetme de bir eğretilemedir. Benzetmeleri, zaman ve mekâna uygun. ‘Kurşun yemiş gibi oldum.’ (s.22) ‘Odaya ok gibi Hüseyin Rahmi girdi.’ (s.33) ‘katır gibi inat edip’ (s.38) ‘azgın bir boğa gibi soluyordu.’ (s.44) ‘Çıra gibi yanmak! ’ (s.52) Okurun belleğinde özgün imgeler uyandıran benzetmeleri sayfada 1.1 kez yapmış. İsterseniz bir de eğretilemelere bir göz atalım. ‘Domuzcuğu yatağına yatırdım.’ (s.29) ‘yılanın aramıza girmesine izin vermeyeceksiniz? ’ (s.57)
Tarihimizin her döneminde dilin anlatım gücünü artıran ikilemeler kullanılmıştır. ‘Adam zangır zangır titriyordu.’ (s.128) ‘Saç saça baş başa kavga edeceklerini’ (s.29) Sayfada ortalama 0.7 kez ikilemelere yer vermiş.
Özgün bir anlatımı olan Ferah’ın yönelttiği sorular, insanı felsefi gözle mercek altına almıyor. Düşünsel anlamda derinlik veremiyor. ‘Annem niye o toplantıya gitmek istiyordu? Kadın cinselliğinden ona neydi? Beni bu köşke leylekler getirmemiş miydi? (s.22) Sayfada ortalama 5.5 kez soru yöneltmiş, yüksek bir oran.
Manevi kültürümüzü yansıtan sözvarlığı deyimler, sayfada ortalama 1.7 kez kullanılmış. ‘kader ağlarını örsün.’ (s.138) ‘Tarihin oyununa gelmiştim.’ (s.113) ‘Yüreğim ağzıma geldi.’ (s.51)
Bellekteki bölük pörçük düşünceleri yansıtan, sözleri okuyalım. “İçimden ana avrat küfür etikten sonra’ (s.90) “içimden ‘şimdi şantaj, öz Türkçesiyle ‘gizsömürü’ zamanı’ dedim.” (s.151) Sayfada 0.1 kez içmonolog tekniğinden yararlanmış.
Yazarın yazınsal diline derinlik katmak için imgeden faydalandığını görüyoruz. ‘okurlarımın belleğine sis perdesi gibi indi! ..’ (s.9) ‘Benim için dua edin…’ (s.36) Anlatımdaki imge öğesi zayıf. Sayfada ortalama 2.4 kez imge kullanmış.
Ferah, toplumun diline yansıyan, kültürümüzün de izini süren sözvarlığı atasözlerini her elli sekiz sayfada bir kez kullanmış. ‘Umut: denize düşen yılana sarılırdı.’ (s.71) ‘Hem, kol kırılır yen içinde kalırdı’ (s.147) Bir de Alman sözü kullanmış. ‘Felaket üst üste gelirmiş! ..’ (s.137)
Yazar, kendi anlamının dışında başka mana da ifade eden mecaz sözleri, sayfada ortalama 0.7 kez kullanmış. Oldukça yüksek bir oran. ‘bu uğurda elimi kana bile bulamayacağım.’ (s.133) ‘Ben yandım! ’ (s.153) ‘ne dolaplar dönüyordu.’ (s.157)
Ferah, toplumsal çürümüşlüğü eleştirel bir tutumla anlatırken, bizim ağlanacak halimize acı bir tebessüm attırıyor. “ ‘Küçük bir şakayı büyüttünüz,’ dedi. ‘Bir şaka için ölüm fermanı verilmez ki? Oysa gazellerinizdeki espri boyutu her zaman hoşuma gitmiştir.’ ” (s.58) “Neymiş efemdim, ‘tahtı ele geçir, kardeşlerinin ölüm fermanlarını imzala! ’ Ne imzalıyorsun kardeşim, banka çeki mi? ” (s.31) Sayfada ortalama 0.4 kez mizah yapmış.
Terimlerimiz yıllarca yabancı sözcüklerin etkisi altında kalmıştır. ‘bir organize bildirisi’ (s.80) ‘çok yaşa İkinci Meşrutiyet! ’ (s.67) ‘Pera Palas’ta’ (s.72) Sayfada ortalama 3.7 kez terim kullanmış.
Anlatıma güç ve işlevsellik veren montajı her kırk dört sayfada bir kez yapmış. “Meclis’te şöyle demiş ‘…Ya görüşmecilerin gözlerine her geçen gün cadı kelebeği çarpan otomobillere ne diyeceksiniz? Bunlar bütün bütün çoğaldı. Bunlar nedir? ..’ Evet böyle demiş.” (s.12) Ferah, romanında sadece bir kez alıntı yapmış. Hiç de azımsanmayacak kadar yazım hataları yapılmış. ‘Amcanım karısı İngiliz’di.’ (s.18) ‘Susutu. Çevresine baktı.’ (s.52) ‘Dizlerinin üstünde ne yapıyordunuz? Otel müdürü nerede? Kavuracaksınız! ’ (s.65) ‘Öne döğru çıkan’ (s.96)
Tülay Ferah, tüyler ürpertici olayları gülmeceye dönüştürme pahasına, öykülerinde rol verdiği kahramanları trajedik durumlara düşürebiliyor. Doğal olanı yalın bir dille anlatırken öz Türkçe sözcükleri kullanıyor. ‘seni gördüm ve kıvandım.’ (s.54) ‘Bayramdan bayrama gömütlüğe gider’ (s.70) ‘işsizlik yılkısı başınızdan’ (s.74) ‘düşgelimi kullanabilirdim’ (s.9) ‘Gönülgücüm sıfırlandı.’ (s.85) ‘bir özyapı sorunuydu’ (s.103) ‘Gizsömürü ha! ..’ (s.152) ‘dirim dolu bir kadındı’ (s.153) “itirafın öz Türkçesi olan ‘gizdökümü’ derdim” (s.168) * * * Mayo mu Osmanlı mı / Tülay Ferah / Telos Yayınları / 176 s. * * * Derginin manifestosu neden kendini kanatır? Dergi neden borçlu ölür?
Kayıt Tarihi : 28.4.2007 10:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!