Masum nedenli cinayetler Şiiri - Yorumlar

Cevat Çeştepe
1212

ŞİİR


147

TAKİPÇİ

I.
çocuk kağıttan kayık yapmasını isteyince babasından
adam önce gülerek okşadı çocuğu saçlarından
başını çevirmeden uzatarak elini kütüphaneye
diğerleri arasından bir kitabı aldı eline öylesine
içinden yırttığı sayfasını özenle katlayarak kitabın
oturttu olmayan dümenine çocuğu, yaptığı kağıttan kayığının……

Tamamını Oku
  • Seher Güral Ercan
    Seher Güral Ercan 20.10.2008 - 12:32

    Hayranlıkla okudum ve sizi bir kez kez daha yürekten kutluyorum.
    Duyarlılık adına,insanlık adına ve tüm çocuklar adına...Tam puanımla selamlıyor ve saygılar sunuyorum kaleminize.

    Cevap Yaz
  • Fatma Güneş Ergen
    Fatma Güneş Ergen 20.10.2008 - 12:16

    Bu ne güzel anlatım böyle,
    dilim tutuldu...................
    saygıılar.

    Cevap Yaz
  • Şemsettin Ağar
    Şemsettin Ağar 20.10.2008 - 11:43

    Fayda sağlamayacaksa eylem ha öyle ha böyle yoketmişsin ne farkeder, yerine ulaşmayacaksa söylem ha öyle ha böyle bağırmışsın ne farkeder.İbret alınası dizelerdi üstadım.Şımarın şımarabildiğiniz kadar çünkü kaleminiz her kelimede ben buradayım diyor.Saygılar olsun.

    Cevap Yaz
  • Talat Semiz
    Talat Semiz 20.10.2008 - 11:25

    resim:
    çocuk, çamurlu dere yatağında kağıttan kayığında sırtüstü yatmaktadır.
    elinde namlusundan duman tüten, oyuncak plastikten bir tabanca vardır.
    öncesinde, tek gözünü kırparak güneşe nişan almış ve tetiği çekmiştir
    sonrasında, alnına bir damla kan damlamış güneşten ve sular çekilmiştir.


    Bilincin olduğu yerde nasıl barınsın kara cehalet...
    Boş ve gereksiz olamaz biilinç ve aydınlık....
    Bu şair dostumu ayakta selamlıyor tüm insanlık..

    Gerçek değeri 10 puandan çok çok fazla, ancak ben çaresizim; sınır koymuşlar!....

    Cevap Yaz
  • Cem Erkaslan
    Cem Erkaslan 20.10.2008 - 11:20

    SAYIN ÇEŞTEPE YİNE ÖRNEK BİR ÇALIŞMA,YİNE YAŞANMIŞLIK KOKAN CÜMLELER...YÜREKTEN KUTLUYORUM SİZİ...SAYGILARIMLA.

    Cevap Yaz
  • Mehmet Çoban
    Mehmet Çoban 20.10.2008 - 11:10

    Değerli dostum.. Bir çocuk, gerçek dışı olmayı masumca önce anne babasından öğrenir. Bu vurguları öne çıkaran çalışmanızı kutlarım.

    Şiirin altına Hayatımın seyir defteri kitabından kısa bir griş koyacağım izninizle...

    '29.05.2007 Salı, İzmir (Yalanı keşfetmek)

    Yalanı keşfetmek bir çocuk için zor değildir. O masumca bir şey istediğinde, yalan anne ve babasının söyleyebileceği en masumane sözdür.

    - Baba bana simit alsana
    - Param yok yavrum

    Ne kadar kolay değil mi? Hâlbuki bir çocuk için babasında paranın olduğunu bilmesi doğal bir şeydir. Toplumumuzda anneye nazaran baba, ailenin bankasıdır. Dolayısıyla babanın param yok demesi hiç kimseye inandırıcı gelmez.

    Çocuk büyür. Okula gider. Okulda ve okul dışında gördüklerinde yalanı yakalarlar. Bazen yakaladıkları yalanları ailelerine söyleseler bile, ailelerin sanki normal bir şey gibi tavır almaları çocuğun aklında yalanın kötü olmadığı varsayımını öne çıkarır. Hâlbuki küçüklükten itibaren çocuklara aileler, okulda öğretmenler ve çevresi, yalan söylemenin en büyük suç olduğunu söylerler.

    Çocuğun, ailede, okulda ve okul dışında öğrendiklerinden çoğunun gerçek hayatta yalan olduğunu kavraması onun artık büyümeye başladığını gösterir. Büyüyen çocuklar, ideal sözlerle kurulu, ancak yalanlarla yaşanan bir hayatın kendilerini beklediğini hissetmeye başlarlar. Bu önemli bir olgudur. Bunu hisseden çocuklar artık hayatlarına yalanı doğal olarak katabileceklerini düşünürler.

    Delikanlı bir çocuk için, hayatta başarılı olmanın yalan üzerine yaşamak olduğu gerçeğini anlaması çok kolaydır. Etrafında gördüğü başarılı insanların çocuğunun yalanla, dolanla başarıya ulaştıklarını büyüklerinden dinler.

    Toplumumuz çok gariptir. Geçmişten gelen atalar kültürümüzde hem iyi, hem kötü ve hem de çelişkili yaşamlar için altın gibi sözler üretilmiştir. Bunlardan biri olan, “çok söz yalansız olmaz, çok para haramsız olmaz” ifadesi, çok konuşmanın ancak yalana dayanabileceğini kafalara kazır. Diğer taraftan biri gerçekten çok zengin olmuşsa, bu zenginliğe ancak haram yoldan ulaşabilmiştir. Bu yargılar, çocukların atalarından dinleyip geldikleri “atasözleridir”. Bu yargılarla büyüyen ve sözleri aklına yerleştiren çocuklar, çok konuşanlara, çok zengin olanlara toplumda itibar edildiğini görür. Çocuk anlar ki, çok sözde yalan, çok parada haram olsa da geçerli akçenin, yalan söylemek, zengin olmak olduğudur. Zira toplum sanki hedefin bunlar olduğunu gösterircesine, yalanlarla konuşmalarını süsleyenleri alkışlarlar. Zenginliğe itibar ederler.

    Sanki insanlar yalancıları ve zenginleri kıskanmaktadırlar. Sanki kıskançlıklarının altında, yalan söylemeyi ve zengin olmayı başaramamaları yatıyordur. Gerçekten kendileri de, yalan sözleriyle alkışlanabilselerdi veya alkışlanacak kadar yalan söyleyebilselerdi sorun yoktu. Zengin olsalardı, zenginlikleri nedeniyle, etraflarında, her türlü insan pervane olsaydı sorun yoktu. Siyasetçiler, devlet erkânı, halkın önde gelenleri, toplumun diğer kesimleri, aklı eren ve ermeyenler etraflarında onları destekleseydi sorun yoktu. Zenginlerin etrafında bulunanların hiç biri, zenginliğe ait kazancın temelinde haram var veya yok tartışması yapmıyordu. Eskilerin deyimiyle, bir dirhem etin bin ayıbı örttüğü gibi, kürkün gösterişi de haramları örtüyordu.

    Öyleyse, toplumda fakir olanların, alkışlanmayanların, alkışlananlar ve zenginler hakkında söylediklerinde gerçeklik payı yoktu. Yalan söylüyorlardı. Onları kıskanıyorlardı. Eğer ailesi, öğretmenleri ve çevresi, “çok sözde yalan, çok malda haram vardır” sözü doğrultusundaki yargılarında haklılık payı varsa, bu kadar insan onları niye sayıyordu? Toplumun saygı duyduğu, alkışladığı, etrafında pervane olduğu, yalan söz söylemek, haram mal edinmek gibi unsurlar idiyse, o zaman çocuğun hayatında da olmasının bir mahsuru olmazdı. Zira bunlar alkışlanacak ve saygı duyulacak unsurlardı.

    Çocuk etrafındaki bu görsellik yanında, dürüstlükten yana olanların hayatta başaramadıklarını, başarmalarının zorluğunu büyüklerinden öğrenir. Büyükleri, çevresi onlara, gerçekler üzerinde bulunmanın zorluğunu, artık zamanın bozulduğunu, bozulan zamanda, insanlığın ve dürüstlüğün kıymetinin kalmadığını söylerler. Sanki gizliden bile değil, açıkça, net bir şekilde, adam olabilmek için yalan üzerinde bulunmak gerektiğini vurgularlar. Ama diğer taraftan, sürekli doğruluğu ve dürüstlüğü çocuklarına öğütlerler.

    Çocuklar büyükleri fark etmese de, söylenen ve yapılan her şeyi kafalarına yazarak kendilerine göre çıkarımlarda bulunurlar. Onlar büyüklerinin yalanlarını birkaç defa yakalayıp insanların yüzlerine vurmuşlardır. Gördükleri manzara karşısında şaşkın donakalırlar. Zira yalanları yüzlerine vurulan büyükleri önemsememiş ve gülüp geçmişlerdir. Bütün bunlardan sonra çocuklar bilinçaltında kesin yargıya ulaşırlar.

    - Öyleyse yalan söylemek, yalanlarla dolu hayat yaşamak kötü bir şey değildir.

    Bu yargı çocukta oluşup kimliğinin temelini oluşturunca, çocuk doğruluk, dürüstlük ve gerçeklik üzerine oluşan bütün bilgilerin ne anlama geldiğini sormaya başlar.' (Hayatımın seyir defterinden. www.mehmetcoban.com kitaplar)

    Cevap Yaz
  • Asya Özkan
    Asya Özkan 20.10.2008 - 10:54

    'Ebeveynlerin günahlarını çocuklar çeker'(günahın şeklinin önemi yok)bu söz çok doğrudur...
    çocuklarımıza bedel ödetmek istemiyorsak,her zaman onurlu dik duruşumuz devam etmelidir..
    bizler ödedik bedelleri,halada ödemekteyiz çünkü..

    öykü tadında şiiriniz için teşekkürler cevat bey...

    Cevap Yaz
  • Selami Tıraşlar Elazığ
    Selami Tıraşlar Elazığ 20.10.2008 - 10:45

    Duyarlı yuregınııze saglık cok guzel ıfadeler guzel anlatım konu önemli mesaj onemlı tebrıkler efendım selmalarımla

    selami

    Cevap Yaz
  • Rengin Alacaatlı
    Rengin Alacaatlı 20.10.2008 - 10:38

    Çok tanrılı dönemlerde onlara sunulan vahşet görüntülü armağanlarla tanrıların neşelendikleri ve insanoğlunu kutsadıkları sanılırdı. Böylece insanlar tanrılarından gelecek bu ihsan ile sözde rahatlar ve dolaylı olarak neşelenirlerdi. Bir bakış açısıyla bu vahşetin anlamı, değeri ve sevindirici yanı olduğu düşüncesi dalga dalga yayılırdı. Ve vahşet, anlamını yitirerek şölene dönüşürdü gelişmemiş beyinlerde.

    “İNSAN DOĞASININ YOZLUĞUNUN SINIRSIZ SEÇENEKLERİYLE İLGİLENMEK, İNSAN DOĞASININ MÜKEMMELLİĞİNDEN BÜYÜLENMENİN YERİNİ ALIR.” Demiş ünlü filozof Nietzsche. Eğlence adı altında yapılan tabak kırmalar, peçete savurmalar yozluğun en uç noktalarıdır. Kendi yozluğu ile yozlaştırdığı dünya bu denli büyük mü ki bundan etkilenmemek olası olsun. Hiçbir maddesel tüketim yoktur ki doğada üretime dönüşsün. İnsan beyninin tam kapasitesinde kullanımı mümkün olsaydı kendi ego ve özgürlük duygumuza bu denli yenilmezdik belki de. Dünyanın dört bir yerinde dakikada işlenen cinayet sayısı binlercedir ama hiç birinin bu denli vahşi ve pahalıya mal olduğunu sanmıyorum.

    Güneş vurulmuş, sular çekilmiş, toprak kurumuş, renkleri silinmiştir gökyüzünün. Dünyaya gelmeyi bekleyen bebekler, ellerinde olmayan oyuncakları ile çocuklar; hangi masumiyet şölenine kurban verildiler.

    Siz, cehaleti masumiyet olarak giyinenler! Taze bilgiden kör cehalete, kolayca dönüşebilecek kağıdın kokusunu korkusuzca koklayan böcekten ne farkınız kalacaktır.
    ……/..
    Daha önce bir paylaşımınızda yazmıştım, bildiğinizi biliyorum fakat burada bir kez daha o cevabımdan alıntı yapmak istiyorum izninizle Cevat Bey.
    “Benim babam Eylül doğumluydu. Eylül gibi sevecen, Eylül gibi ılımlı bir iklimi vardı. Ve çok yakışıklıydı. Bilenler bilir eski artistlerden Tayron Power’a benzerdi. Hani şu Romina Power-Albano çiftinden Romina’nın babası. Kocaman bir kütüphanesi vardı ve bana model olarak okuma sevgisini, kitapların kokusunda kaybolmayı öğretmişti. Her bir kitap apayrı kocaman birer dünya derdi. Her pazartesi 1-2 kitap ve en sevdiklerimden olmak üzere bir kutu çikolata ile gelirdi. Kucağına zıplayıp boynuna sarılır ve önce hangisinden başlayacağımı kestiremezdim.

    Alphonse Daudet’in klasikler arasında yer alan “Pazartesi Hikayeleri”ni bilirsiniz. En sevdiği kitaplardı. Birkaç kez okuduğunu biliyorum. Liseye geçinceye kadar bana okutmadı bunları, daha zamanı gelmedi diyordu. Kütüphanesinin karşısına her geçtiğimde bu beyaz kapaklı MEB yayınevinden çıkma kitap dizisinin kapağını okşar ama içine göz atmazdım. Bu heyecanı seviyordum, zamanını beklemeyi, merak etmeyi. Bu üçgeni hayatım boyunca en özelimde taşıyorum. Babam – Eylül – Pazartesi…”

    İşte şimdi pazartesi kapımızı felsefe ve ironi dokunuşlarıyla çalıyor. Babamla o kütüphane de bir kez daha birlikte oldum. Kitapların kokusunu içime çekip, sayfalarını okşadım. Kitap sayfalarını kıvırmamam gerektiğini öğretmişti babam, “onların da ruhu var acıtma” derdi. Bana hiç masum nedenli şölenler sunmadı, bu yüzdendir yaşamımı duygusal şölene çevirmesi.

    His – tin – us üçgeninin merkezinde aydınlık yarınlar dileğimle sevgi ve saygılarım büyük üstada…

    Cevap Yaz
  • Canan Onuş
    Canan Onuş 20.10.2008 - 10:31

    ''Sustum kaldım içim yanarak, masum cinayetler öyle çok ki, beni üzen hala katlanarak çoğalması. Yüreğinize sağlık Cevat bey her yazınızdan çıkarılacak öyle derin dersler varki tabi almasını bilene. Sevgi ile kalın.''

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 95 tane yorum bulunmakta