Yastık tüyleri gibi havada dağılan karların, yere boylu boyunca uzanan tembel, iri, beyaz bir kediye benzeyen uysal şehrin üstüne yumuşak daireler çizerek dökülmesini seyrederken, rüyasında rüya gördüğünü fark eden bir insanın bilinciyle dolaptan çıkardığım hatıralara yeni kıyafetler giydiriyordum. ‘Hatırlama oyununun’ en eğlenceli yanı bu bence. Geçmişi çıplak ve keskin ayrıntılarla hatırlama çabasından yorulan zihin, bir süre sonra kendisini kandırmayı öğrenip hakikati mutluluğun kırılgan dokusuna uygun hale getiriyor. Gölgelerin uzamaya başladığı bir yaz ikindisinde ‘onun’ nasıl baktığını hatırlamaya çalıştığınızda mesela, özel bir bakışı arzularınıza, hayallerinize göre tekrar yaratıyorsunuz. Ya da vaktiyle epey hırpalayan bir konuşmanın hiç üstünde durmadığınız kısacık sessiz bir anını itinayla düşününce, ansızın koynunuzda kanat çırpan serçelerin tedirgin heyecanını işitiveriyorsunuz. Yüzünüz geçmişi gelecekten daha çok önemsediğinizi belli eden güvenli bir tebessümle aydınlanıyor. Birkaç dakika sonra umut vadeden bir geleceği geçmişte eritmenin suçluluk duygusuyla biraz kararıyor tabii...
Altın sırları hafifçe dökülmüş ihtiyar çay fincanımla rahat bir koltuğa uzanıp, koca bir hayatın günahlarını temizleyen meleklerin kar fırtınasını izlerken, yeniden yaratılabilen anıların solgun ipliklerinden kendime yeni bir mazi örmenin hazzını yaşadım ben o gün. Sonra zorunlu dinlenme günleri için dostların hediye ettiği filmlere baktım biraz.
‘Hayatımın en yoğun anı...’
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta