(Tüm üniversiteli başörtüsü mağdurlarına ithaftır.)
Nicedir adımlarım
Yıldız’a çeker, öğlen huzura varmaya
Üç beş dakika kala Ezan-ı Muhammediye'ye
Banklar şahididir beklemelerimin
..
Bir gün daha çaldım sensizlikten. Zor da olsa vurdu saat gece on ikiyi... Şimdi önümde yeni bir sensizlik var. İçinde, beni neyin beklediğini bilmediğim yirmi dört saat daha var... Sonra o da geçecek... İşte böyle kovalayacak birbirini yarınlar. Derken unutucağım seni, unuttuğumun farkında bile olmadan. Doğrusu da bu zaten, aksi halde hatırlamış olur insan. “Onu unuttum” demek bile hatırlamaktır. Bu cümleyi aklıma getirmeyecek derecede unutmalıyım seni. İzin kalmamalı... Başkasını ararken yanlışlıkla senin numaranı çevirmemeliyim, kendimle dalga geçeceksem bu başka bir şey için olmalı... Sana dair hiçbir fikir kırıntısı kalmamalı beynimde. Zaman aşımına uğramalı tüm tasalar. Hiç sevilmemiş, hiç yaşanmamış gibi yabancılaşmalısın. Tesadüfen bir yerde adın geçtiğinde, irkilmemeliyim. Hakkında sorulan her soru cevapsız kalmalı. Çok seven insan aynı ölçüde unutmalı...
Seni birgün hatırlanmamak üzere sileceğim. Ama şimdi değil, çünkü ardında bıraktıklarından öğrenmem gereken çok şey var daha. Eğer gerçekten dendiği gibi ayrılıklar-acılar insanı adam ediyorsa, ben kızmamalıyım gidenlere. Ben senin ve senin gibiler sayesinde birgün adam olacağım. Ama şimdi değil. Çünkü dersini çıkarmam gereken çok ayrılığım var benim. “Adam olmak adına, nice ayrılıklara...” Bak gördün mü böyle dalga geçmeli insan kendisiyle. Yanlışlıkla o numarayı tuşladığında değil...
Şu durumda bile gülümseyebiliyorsam, epey yol katetmişim demektir seni unutma yolunda. Acaba diyorum bu yazıyı yazmasa mıydım? Neden dersen canım acımıyor ki? Yani yazıya başladığımdan beri bir tek sigara dahi yakmadım. Evet, çok az kalmış seni unutmama... Bunu hissediyorum... Yazmasam da olurdu ama ölmek üzere olan yokluğuna can çekiştirmek hoşuma gidiyor! Amatör bir şairin intikamı olsa gerek bu...
Oysa ben bunları yazmak için başlamamıştım sana. Hatırlıyor musun o ilk günü? İnsanın tanımadığı birinin masasına yaklaşıp, o tatlı gerginliği yaşayarak “merhaba” demesi ne kadar garip. Kimbilir neler düşünmüştün o an... Beni senin yanına iten şey neydi diye çok merak etmiştim zamanında. Elinde sigaran, bakışlarını bir noktada toplamıştın. Buydu belki de beni sana çeken manzara. Ben sessiz insanları, az konuşan insanları hep tanımak istemişimdir. Çok sustuklarına göre vardır anlatacakaları bir şey mutlaka diye düşünmüşümdür. Neden sonra farkına varmıştım kaybolmuş bir insana selam verdiğimin. Neden az konuşuyorsun diye sorduğumda verdiğin cevap etkilemişti beni. “Susturdular...” Anlıyordum. Neden diye sormaya gerek yoktu. Artık bakışlarını topladığın o noktanın yerini benim yüzüm almıştı, konuşmaya başlamıştın nihayet... “Dinleyecek bir insan buldum” diyordun ya da buna inanmak istiyordun. Suskunluk benim dilime uğramıştı sonra. Soru sorma sırası sendeydi bu sefer “Sen de pek konuşmuyorsun, neden? ” Benim cevabım seninkinden biraz farklıydı. “Kelimelerimi çaldılar, bana söyleyecek söz kalmadı” Sonuçta ilk ortak noktamızı bulmuştuk, -susmak-... İkincisi ise, yani karşılıklı yaşadığımız en gerçekçi şey -ayrılmak-... Ve nihayetinde –unutmak-... Farkında mısın bilmem insana hoş gelen hiçbir ortak yönümüz yok... Hep kaybetmek üstüne, susmalarımızın içinde bile yenilgiler var... İnsan, ilk başta iki yaralı kişinin birbirini daha iyi anlayabileceğini, mutlu olmak adına birbirlerine daha sıkı sarılabilecğini düşünse de, aslında tam tersi doğru... Biri hasta, biri doktor olmadan olmuyor aşk... O yüzden bizim mutlu olmamız uzak ihtimaldi....
..
-Manzara
Göğün memesinden tutmuş çekiyor
Susayan ağacın yaprak dudağı
Karnı şişkin bulut es geçip dağı
Rüzgârla el ele yağmur ekiyor...
..
İletişimsizlikten çıkmış ve dilini unutmuş insanlar olduk.
Söylediklerimiz aynı belki ama anlamıyor kimse kimseyi.
Üç beş satır ifadeye yeter oldu hissedilenleri.
Duygu neydi?
İçimizde bir yer var hani sol yanımızda,
Hayata tutunduran bir yer de, sadece organ oldu.
..
Günlerdir ayaktayım. Yaşamın sıradan gereklerinden biriyle uğraşmaktan bitap düşmüş durumda, sabahları bir fincan kahve ve vitamin hapıyla güne başlıyor; saatler geceye doğru ilerlediğinde ise akşamı nerede ve nasıl ettiğimi pek anlamaksızın kendimi yatağa zor atıyorum. Evin orasında burasında inşaat ve tadilat sürüp gidiyor. Manzara adeta şaka gibi. Otuz altı yıllık birikim bir odadan diğerine taşınıp duruyor. Öyle bir an geliyor ki ev, evden çok tımarhaneye benziyor. Günlük yaşamın sürdürüldüğü normal bir apartman dairesi olmanın ötesinde bir anlamda yıllarca müzik stüdyosu, resim atölyesi ve amatör bir yazarın çalışma mekanı olarak hizmet vermiş olan bu alan son günlerde tam teçhizatlı birlikleriyle üzerime yürüyen bir orduya dönüşüyor…
Her saniye boşaltılacak ve yerleştirilecek bir çekmece; yıkanacak bir perde veya silinerek ayıklanacak kütüphaneler dolusu dergi ve kitap beni bekliyor. Ev hanımlarının yakından tanıdığı bir tür panik duygusu yaşadığım anlar da olmuyor değil doğrusu.
“Ustalara çay ya da kahve yapmam gerekiyor. Olmaz ki! Ocağın üstünde çalışıyorlar. Meyve suyu veya kola mı versem acaba? Ama nasıl? Buzdolapları naylonlarla kaplı iken mi? ..” Beynimde böyle düşünceler dans ederken, bu evde her an bir şeyler iptal olabiliyor. Fayansçılar suyu veya elektriği kesebiliyorlar. Aradığım nesne her ne ise, onun yerini biliyor ama önüme dikilen engeller yüzünden bir türlü ulaşamıyorum. Bu tuvalete girilmiyor; şu odaya adım atılmıyor, vs. vs…
Yemeği dışarıdan idare ediyoruz ama ondan sonrası bir felaket. Sonunda çareyi bir su ısıtıcısına sığınmakta buldum. Her neresi müsaitse, bir şekerlik, bir kavanoz kahve, birkaç kaşık ve bir paket poşet çayla hemen oraya göç ediyoruz. Koşuşturmaca sırasında ve sigara molalarında sıcak su imdadımıza yetişiyor. Sayısı hiç de azımsanmayacak bir kupa koleksiyonum var. Neyse ki onları açığa ve tepsilerin içine almışım. Bu yüzden kupaları kaptığım gibi su ısıtıcısının başına koşuyorum…
..
Isparta, şehir mezarlığı yakınında
Çok samimi bir dost yaşar nurlara
Küçük kızı vefat eder bir gün
Evi ile kalbini kaplar derin hüzün
Defin için hemen mezar kazılır
..
Onur BİLGE
Bize dışarıdan kimse bir şey yapamaz, günaha da sokmaz. Ya tanışmaz, hayatıma sokmayız, ya da çıkarır, kurtuluruz. Fakat eşlerimizi ve evlatlarımızı atamayız da satamayız da... Onlar sınav sorularımızdır.
“Eşleriniz ve evlatlarınız, sizin için fitnedir.” Ayet.
Eşin veya evladın zulmüne izin veren de Allah’tır. İyiliği yarattığı gibi kötülüğü, meleği yarattığı gibi şeytanı da yaratmıştır. Bu gezegende herkes senaryo icabı görevini yapacaktır.
..
etrafı ağaçlarla kaplı kır yolunda
verimli bahçelere katan, nefes kesici
manzara karşısında büyülendim
hayret içinde kaldı, kıyıcı bir şiddet
bir şey vaat eder gibi
sanki bana yönelir
birşeyler fısıldar karşımda.
..
Ayın tüm mehtabı üzerimize çökmüşken
Tüm dertler kederler bir kenarda tükenmişken
Alın yazımız baştan yazılmış çizilmişken
Birbirimize sarıldık ve hiç ayrılmadık
Bir yıldız kaydı dileğimiz benzer sabaha
Ellerimiz de birleşti bir davet günaha
..
uyanışların şaşkınlık oluşu ne zamandı
buhardan arzular uzun ateşte yeniden su
su perilerinin dokunduğu orkideler yosunlar
rüzgarlar vardı. diniyorlardı. kalbim ölüyordu
ölmek. bir saate dönüşmek
..
Keskin bir toprak kokusu burnumda
Yağmurun yıkadığı şehrim ışıldamada
İçimde bir ürperti, biraz ıslak bedenim
Aşka bulaşınca sonbahar hüzün gemisindeyim
Senin yankın geliyor uzak bir yerlerden
Sen geliyor musun bilmem özlemlerden
..
Duymak istersem;
Güzel bir ses,
Hazırdır:
Ardından gelen keder…
Sevmek istersem;
Güzel bir yâr,
..
yordu bu savaş beni
kan tutuyor
manzara kötü
usanmadık mı daha
cinayetten
ya üzüleceksin
..
Dudaklar çatlak
Gözler patlak
Bakıyor
Şaşkın
Gelip geçmek
Bir şeyler söylemek
..
Ne güzel duygulardı, şendi.
içim içime sığmıyordu, ama hala erkendi.
Sonbaharın son ayında, ama ilk günündeydi.
Hazanda dökülen yapraklar üzerine, ilk gelendi.
Yaklaştı kış, gerçekleşti düş, şimdi oldu yüksüz.
Güz gülleri gibi gürbüz, gitti hüzün güldü yüz.
..
kapalı kapım evete nolur görün beni mazur
gidemem ben bu davete şimdiden dilerim özür
borç para vermiyor recep mesajı gelmiş bana cep
çokmudur istenen acep sadece azıcık huzur
manzara ürkütür beni görmek istemem türbeni
..
-Çevre konulu resim sergisi, gala...
İşte yüzyıl öncesi, dövün ve ağla!
-Eski ormanlarımız hep böyle imiş,
Kesilmiş, yanmış, yağmalanmış, erimiş.
-Av hayvanları, ayı, kurt, tilki, tavşan;
Tek tek öldürmüş, eline silah alan.
-Bakın Marmaramız bu, eskiden geniş
..
Bir gün gelir de beni, yana yana ararsın...
Eşten, dosttan, herkesten, haberimi sorarsın...
Ve-lâkin nâfiledir, boşa çaba yorarsın...
Geçmiş olur iş işten, pişmânlık fayda etmez...
Bir kerecik görmeye, belki de can atarsın...
Düşünde, hayâlinde, çok dilekler tutarsın...
..
Meteoroloji balonlarıyla UFO’lar,
Benzerlikler çok farklı çoktur ayrıcalıklar…
Karıştırılamazlar birbirinden uzaktır,
Biri balon diğeri uzaylıdan araçtır…
Seviye düşüklüğün ayrım bile yapamaz,
..
arkadaş sen beni hiç tanımadın ki,
gökyüzüne dalar bakardım saatlerce,
sen benim bakışlarımı hiç tanımadın ki,
yağmur yağardı,ben ağlardım yağmur ağlardı,
sen benim ağlamalarımı hiç tanımadın ki,
sayfalarca yazılar,şiirler yazardım saatlerce,
sen benim yazılarımı hiç tanımadın ki,
..