MANZARA ŞİİRLERİ

MANZARA ŞİİRLERİ

Nazlı Güller

İstanbul'da bir bayram sabahı,
Bir şubat serinliği,
Her yerde bir kıpırtı.
Hasretle kucaklaşmalar
Heyecanlı sohbetler
Bak anlatacak ne çok şey var!
İki lafın arasında,
..

Devamını Oku
Mehmet Çoban

a href='http://www.imeem.com/people/uqj7XWy/photo/QFwIQFgJfM/'img src='http://media.imeem.com/p/QFwIQFgJfM.jpg' alt='click to comment' title='click to comment' //a


Uçuruma uzanmış kaya
Altında uçsuz bucaksız derya
Sırtını vermiş dağlara
İnsanı mest eden manzara
..

Devamını Oku
Salih Çetin

Ne kadar sakindi oysa hayat, doludizgindi umutlar
Ne ölüm vardı akıllarda, ne de gönüllerde gam
Rutin bir yörüngede dönüyordu hayatlar
Aylardan Ekim Günlerden Pazar, Mevsim ise Sonbahar
Derinden bir hırıltı, sanki kâbus gibiydi
Sallanıyordu her yer, geçmek bilmez saniyeler
Yüzlerde dehşet, korku, beklenmedik felaket
..

Devamını Oku
Azmi Aytaç

Hatırlar mısın Yılmaz o eski günleri
Bazen keder, bazen neş'eyle geçen o dünleri
Bu gece yarısında ben
Bilmem neden
O Kabataş sırtlarındaki
Evin balkonunda kurulu
Masayı hatırladım
..

Devamını Oku
Zeki Çelik

Ne kadar üzgünsün yüreğin buruk,
Ağladın, sızladım sesinde karık,
Yeyip,içmeyince oluşmuş darlık,
Acını içimde hissediyorum.

Yalnızlık çekersin kısa ömürde,
Ateşi görünce erir demirde,
..

Devamını Oku
Seyfeddin Karahocagil

Tam yirmisekiz Şubattı
Batıdan esti rüzgâr
Manzara hazin
Hava berbattı
Ortalık toz duman
Fırsat bu fırsattı
Zulüm Milletin iradesine el attı
..

Devamını Oku
Osman Erdoğmuş

ÇİÇEK VE SEN



Yandığımın resmidir
Bu gördüğün manzara
Bu gördüğün manzara
..

Devamını Oku
Halenur Kor

Ilık, güzel bir Eylül gününün akşam üzerinde, sevdiğimiz dostlarla, güzel bir yolculuk ile Sapanca’ya geldik. Yemyeşil, kocaman, meyve ağaçları ile dolu enfes bir bahçenin içinde güzel, şirin ve estetik bir ev... Bir çiftlik gibi... Bahçeyi gördüğünüz an, bir huzur doluyor içinize. Tertemiz, bakımlı ve göz okşayıcı.

Siyah mersedes araba, bahçe kapısından içeri süzüldüğü an, onlarca kaz, ördek, tavuk, horoz ve tavus kuşları bütün güçleriyle kapıya doğru koştu. Onları çok seven sahiplerine bir an önce ulaşmak için, adeta birbiriyle yarışır gibi koşuyorlardı. Zümrüt gibi yeşil bahçede, çoğunluğu beyaz, rengârenk bir görsel şölen... Öylesine hoş bir manzara ki, hayranlıkla izledim.

Ahmet Bey ve eşi Güngör Hanım, varlıklarının yanı sıra, gönülleri de zengin insanlar... Neş’eli, alçak gönüllü, dost canlısı... Bahçe içindeki güzel ve zarif evlerine vardığımız zaman, bahçedeki sevimli kazlar, ördekler, tavuklar etrafımızda cirit atmaya, çeşitli sesler çıkararak, sanki ’ Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz’ diye tezahürat yapmaya başladılar. Öylesine mutluluk veren bir tablo idi ki, bir an çocukluğuma döndüm. Rahmetli babamın bahçede, kendi elleriyle yaptığı kümesteki gıdaklayan tavukların yumurtalarını aldığım günler geldi aklıma...

Ahmet Bey, gülerek, onlara yem atabileceğimi söyledi.Sevinçle yem dolu maşrapayı aldım. O neş’eli ve aç gözlü kalabalığa, avuç avuç atmaya başladım. Müthiş bir kapışma başladı. Değişik bir cins olan upuzun boyunlu kazlar ve diğer kazlar, attığım yemlerin içinden mısır tanelerini öyle bir ustalıkla seçip alıyorlardı ki, tavuklar masum masum buğdayları yemekle yetiniyorlardı.
..

Devamını Oku
Mehmed İhsan Uslu

Yine karalara büründü dağlar
Görünmez arkası, bilmem ne halde?
Bir yandan derd ile, garipler ağlar
Ne acı manzara, gör gurbet elde.

Geçer kara tren, vızıldayarak
İnliyor derd'ile sızılayarak
..

Devamını Oku
Nilgün Budak

Bir kaç ay önce Kanal 1 ve daha sonraki günlerde de atv'de yayınlanan bir belgeselden bahsetmek istiyorum sizlere. 2006 en iyi belgesel ödülü alan 'İmparatorun yolculuğu' adlı bu belgeseli izleyen hemen herkes o süre zarfında başka boyutlarda dolaşmışlar, içinde bulundukları yaşamlarından sıyrılmışlardır diye düşünüyorum. İzleyenlerin ortak görüşü bu belgeselin kendilerine muhteşem hisler yaşattığı. Bırakın hayvan sevgisini, penguenlerin o sevimliliklerini bi yana, Antartika'da verilen bu yaşam mücadelesi filmin içine çekiveriyor insanı. 'işte bu hayatın ta kendisi' dedirtiyor insana. Penguenler artık anne ve baba olma zamanları geldiğinde, kendilerine besin sağlayan okyanusu bırakıp, o minik adımlarla haftalarca yürüyerek buzulların ortasındaki o korunaklı bölgeye ulaşıyorlar.Ulaşamayan gruptan kopan kaybolanlar da oluyor ne acı ki. Binlerce imparator pengueni kendilerine o sene için sadece tek bir eş seçiyorlar. Filmde 'düğün dansı' şeklinde yorumlanan bir tür törenle birbirlerine sanki eş olma sözü veriyor gibi hareketler yapıyorlar. Tabi belgeselin müziği ve seslendirmesi de ayrı bir güzellik katıyor görüntülere. Bir anne, bir baba penguen kişileştirilerek belgesel onların ağzından anlatılıyor. anne bedeninde aylarca duran bir yumurta dış dünyaya çıktıktan sonra da aylarca süren bir kuluçka dönemi başlıyor. bu süre içinde anne ve baba penguenler okyanustan bu bölgeye gelmeden önce depoladıkları besinlerle yaşamlarını sürdürüyorlar. Yaklaşık üç ay annenin yumurtlama süreci sürüyor.Anne penguenlerin bedeninde oluşan o yumurtalar,annenin yumurtlamasıyla dış dünyayla tanışıyorlar. Anne ortalama üç aydır aç ve karnında oluşan yavruyu besledi. Artık beslenmeye gitme vakti gelmişti. o dondurucu buza değdirmemeye özen göstererek yumurtayı kendi ayakları üzerinden baba penguenin ayakları üzerine veriyor ve o haftalar süren yolu geri giderek okyanusa ulaşmak için yola koyuluyor. Tabi diğer anne adayı penguenlerle birlikte.Bu devir işlemi sırasında yerde kalan yumurtalar buz tutup çatlayabiliyor ve anne ve babanın o seneki çabaları boşa gitmiş oluyor. soylarının devamı için o seneki şansları sona ermiş oluyor. Tek bir yumurta şansları var ve onu da yitirebiliyorlar. Bu arada kar fırtınalarından yumurtalarını korumak için baba penguenlerin binlercesi yumurtaları ayaklarının üstünde tüyleriyle örterek ve birbirlerine iyice sokulup ısınmaya çalışarak anne penguenlerin geri dönmesini bekliyorlar. O manzarayı izlerken 'o canlılar için mahşer yeri burası sanki' diye düşünmüştüm. donduran soğuk, açlık, sorumluluk, kar fırtınası... Ve bunlara dayanmaya çalışan fedakar bir canlı türü. İnsanların ibret alması gereken bir durumdu bu. Bu fedakar penguen babaların insan babalara öğreteceği çok şey olmalıydı. Anne penguenlerin okyanusa gidip beslenmeleri içinse haftalarca süren o yolculuktan sonra o kalın buz tabakasının altındaki okyanusa açılan ufak bir kapı görünür ki, tüm anne adayları sevinçle suya dalıverirler. Karınlarını iyice doyurmaları gerekir ki döndüklerinde yumurtayı kırıp çıkmış olacak yavrularına yemek götürebilsinler. Ve o sularda da vahşi hayat varlığını gösterir. Nasıl penguenlerin beslenmesi gerekiyorsa, o penguenlerle beslenecek başka canlıların olduğu da ortada. Ve bazı anne adayları sudan çıkma imkanına sahip olamıyorlar. onları bekleyen bir baba ve bir yumurta varken geri dönemiyorlar.

Öte yandan yumurtalar çatlıyor, içinden minicik beyaz tüylü yavrular çıkıyor. tabi o yavrular hala babalarının ayaklarının üzerinde ve babalarının tüyleriyle soğuktan korunuyorlar. Baba penguenlerse annelerin bir an önce dönmesini bekliyorlar çünki onlarda açlığa daha fazla dayanamayacaklarını biliyorlar. sakladıkları bir kısım yiyecek parçasını kendi midelerinden çıkararak yavrularının ağzına veriyorlar. Anneler gelmezse bir süre sonra o yavruları orda bırakıp, yani ölüme terk edip okyanusa gitmek zorundalar. Gitmezlerse, hem yavruları ölecek hem kendileri. Ama giderlerse en azından kendi hayatlarını koruyabilecekler. Ve bir sonraki seneye soylarının devam şansı olmuş olacak. Biz insanlar için bunları izlemek, öğrenmek, anlamaya çalışmak çok daha zor sanki. Onlar iç güdüsel olarak böyle olması gerektiğini biliyor ve davranıyorlar. Oysa bizler, şuurlu yaratıklar olarak durumun acı tarafında takılıp kalıyoruz. İçimiz acıyor. Bir babanın yavrusunu ölüme terk etmesi fikri biz insanlar için çok acı çünki. Diyorum ya ibretlik diye. Doğadan ders alınması gereken çok şey var ve maalesef insanlık insanlığa yakışmayan davranışlar da gösterebiliyor bazen.

Anne penguenler zorlu yolculuğu bitirip döndüklerinde seslerinden eşlerini ve yavrularını tanıyabiliyorlar. o manzara tam bir mutluluk hali. onlar sorumluluklarının bilincinde olan muhteşem bir aile çünki. Geri dönemeyen anneler ve onları bekleyen yavrular doğanın diğer bir yüzü. Soğuğa dayanamayan ve ölen yavrular da öyle.
Anne penguen yavrusunu babadan devralıyor ve baba penguen diğer baba penguenlerle beraber yola çıkıyor bu defa. okyanusa... beslenmesi gerekiyor ve daha sonra yine geri dönecek, dönebilirse tabi. Buzullardaki bu zorlu şartlar güneşin kısa bir an yüzünü göstermesiyle bile olsa neşelendiriyor bu fedakar canlıları. yavrular ilk adımlarını atıyorlar. tüy yumağı gibi halleriyle buz üzerinde yalpalayarak yürümeye çalışıyorlar. Kendi yavruları ölen anne penguenler başkalarının yavrularını çalmayı bile deniyorlar. Anne ve babalar nöbetleşe gelip giderek beslenmelerini südrüyorlar. Bu süreç aylarca sürüyor. Okyanustan uzak o korunaklı bölgede ortalama dokuz ay gibi bir süre bu durumu devam ediyor. Bazen anne ve babalar bir diğeri gelmeden de yavrularını artık yürüyorlar diye bırakıp gidebiliyorlar. bebek penguenler de hepsi birbirine yapışırcasına bir arada gruplar halinde durarak soğuktan korunmaya ve bir diğer ebeveyninin gelmesini bekliyorlar. Bir kreş ortamı gibi. tabi her yerde olduğu gibi burda da tehlike anları oluyor. yırtıcı kuşlar yalnız gördükleri yavrulardan hangisini tutabilirlerse kendilerine besin temin etmeye uğraşıyorlar. O yavruların kaçışmaları, bazısının yakasını zor kurtarıp yaralanması bazılarınınsa yem olması kaçınılmaz. Bunları izlerken daha önce izlediğim bir belgesel aklıma geldi. çayır köpekleri denen sincaba benzeyen canlılarla ilgili bir belgesel... Onlar tüneller kazıp oralarda yaşıyorlar ve tehlikelere karşı nöbetçileri oluyor hep. Hatta beslenmeye giden anne babaların yerine o gruptan bir kaç bebek bakıcısı yavrulara bakıyor. Onları koruyor. Penguenlerde bunu göremedim. Kendi yavrusu ölen bir anne başkasının yavrusuna sahip olmaya çalışırken, öte yandan yavru sahibi olamayan anne ve babalardan bazıları ailelerinin bırakıp beslenmeye gittiği anlarda 'kreş'teki bu yavrulara sahip çıkmıyordu mesela. Hatta bir kaç yavru bir yetişkine sığındığında sonradan gelen bir kaç yavruyu o yetişkin iterek uzaklaştırıyordu. Bunların cevabını bilemiyorum. Belgesel de bunları yanıtlamıyordu. Daha çok film niteliğinde bir belgeseldi ne de olsa.

..

Devamını Oku
Ahmet Turan Altunsu

-Kürşad Buğra Bey’ e

emir gelir bir yerden,
şirk meclisi kurulur,
silinmez bu kir yerden
ben değil, gâvur ulur
dosta hançer vurulur!
..

Devamını Oku
İsmet Bulan

Dereler, çaylara dönmüş,
Ufak çaylar nehir olmuş.
Sular her tarafı basmış,
Medet Ya RAB imdat eyle.

Manzara tufana benzer,
Kimi ağlar kimi sızlar,
..

Devamını Oku
Cengiz Çetik

Çoook çok eski zamanlarda uzaklarda bir yerde, küçük bir köy varmış. Bu köyde yaşayanlar mutsuz mu mutsuz yaşarlarmış. Mutsuzlukları konuşmalarına bile yansırmış. Peltek peltek konuşurlar, söylediklerinin yarısını anlar, yarısını anlamazlarmış. Yine de her şeye rağmen birbirlerini kırmaya kıyamazlarmış. Yılın birkaç ayında su sıkıntısı çekerlermiş. Ama yine de köylerini asla terk etmeyi, başka bir yerde yaşamayı düşünmemişler.

Günlerden bir gün köyün yamacındaki kayalıklar arasından dikenli bir bitki çıkmış. Bu bitki, diğer bitkilerden çok farklıymış. Gövdesi rengârenk, dikenli bir bitkiymiş. Kimse koparmaya kıyamamış. Gün gün büyümüş ve tomurcuklanarak bir sabah gül açmış. Gül, diğer güllerden çok farklıymış. Gövdesi gibi rengârenk, bir renk cümbüşündeymiş. Seyredenleri adeta büyülüyormuş. Gövdesi gibi göz alıcı bir etkiyle yüreklerinde tatlı bir esinti yaratmış. Gökkuşağı renginde desen değil, suyun üzerindeki ebru çalışması desen değil, öyle bir renk cümbüşü varmış ki seyredenleri büyülüyormuş. İçlerinde öyle duygular uyandırmış ki şiirler sevgiyle ışıldamış, konuşmalarına akıp gitmiş. Şiir gibi konuşur olmuşlar. Her okunan şiir ruhlarını okşuyormuş. Sevgi şiirleri, hergün daha bir güzellikte dillerde dolaşıyormuş. Şiirlerden şarkılar doğmuş. Mutluluk rüzgârları, köyün her yanını kaplamış. Üzüntülerinde bile şiirlerle teselli bulur olmuşlar. Zamanla diğer köyler arasında, bu köyün ünü yayılmış. En güzel şiirleri, şarkıları söyleyen bu köyü merak edenler gelmiş. Geldiklerinde öyle bir gül görmüşler ki güneşin ışığında gözleri kamaşmış. İçlerine bir ferahlık girmiş. Ama bu köylüler gibi şiirler söyleyememişler. Yine de yüreklerinde tatlı ve huzurlu bir esinti hissetmişler. Her gelen kolay kolay köyden gidemiyormuş.

Birgün bu köyün mutluluğunu çekemeyen biri, gece yarısı gelmiş. Gülü kesip, götürmek istemiş. Dolunayın ışığında, kökünden çıkaramayacağını anlayınca, gövdesinden koparıp almış. Gövdesini de kırmış. Düşen gülün gövdesi içinden rengârenk bir sıvı çıkmış. Gülden de damlalar toprağa akıyormuş. Sanki gül ağlıyormuş. Gülün dikeni, kesen adamın eline batmış. Öyle derin bir acı ve üzüntü hissetmiş ki olduğu yere çökmüş, kalmış. Pişmanlıkla, kalbinde derin bir sancı hissetmiş. bir an gelmiş ki yakalanma korkusuyla yerinden kalkmış. Birkaç adım atarken yere yıkılmış.

Ertesi gün köylüler geldiklerinde gözlerine inanamamışlar. Gördükleri manzara karşısında şok olmuşlar. Şiir gülü koparılmış, yerde yatan adamın elindeymiş. Kayalığın üzeri, rengârenk akan sıvının rengiyle kaplanmış. Gülün içinden akan damlalar, içlerini sızlatmış. Köyün üzerini kara bir bulut kaplamış. Şiirler, şarkılar susmuş. Mutsuzluk yüreklerine sinmiş. Günler, aylarca bu matem devam etmiş.
..

Devamını Oku
Şule Aydemir

deli ediyor bu
denizden manzara
oturtup yerime
kanına giriyor ayaklarımın
çıldırtıyor asi ruhumu
bahar vurgunu

..

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Şok baskınlar altında düşüncelerim, ne yapacağım belirsiz, durumlar nahoş
Şık hayaller kurmak istiyorum geleceğe, aklım çılgın, kendinde değil sarhoş
Şekilden şekle sokuluyor hayatımız, bazımız zor yaşıyor, bazımız beleş
Şaki ruhlu insanlar var, aramızda dolaşıyor, her iyi insana tebelleş

Şirin, yaramaz çocuklar etrafımda dolaşıyor, gözlerinde anlamlı bakış
Şen kızlar gülücükler dağıtıyor etrafa, her yerlerinde albenili takış
..

Devamını Oku
Gençosman Denizci

1- Tarihler 2003 yılı mart ayını gösterirken, büyük şeytan ABD’den bir haber düştü ajanslara… BOMBALARIN ANASI DENENDİ:
ABD Eglin Üssü'nde dünyanın en güçlü konvansiyonel bombasının denemelerini başarıyla(!) tamamladı. 'Bütün bombaların anası' (MOAB) adı verilen 9 bin 450 kiloluk bombanın patlamasının 48 km. uzaktan dev bir mantar gibi görüldüğü belirtildi.

2- Tarihler 2007 yılı eylül ayını gösterdiğinde de bir başka şeytanın haberi düştü ajanslara… BOMBALARIN BABASI GELİŞTİRİLDİ:
Rusya, ABD'nin dünyanın en güçlü bombası dediği ''Bombaların Anası''ndan 4 kat daha güçlü olan ve adını ''Bombaların Babası'' diye adlandırdıkları nükleer olmayan bir bomba geliştirdiğini bildirdi.


..

Devamını Oku
Perihan Pehlivan

Önce eşe dosta soruyorum
Sonra internetten bakıyorum
Emlak terimlerini kapıyorum
Ağzım açık kalıyorum

Yükselen değer, bahçe nizam
Yüksek giriş deniz manzaram
..

Devamını Oku
Ramazan Ateş

Sen bir ulu çınardın, gölgende biz büyüdük,
Gösterdiğin hedefe, inanarak yürüdük.
Sen ölmedin Başbuğum, kalbimizde yaşarsın,
Senin sevdan çok büyük, gönüllerden taşarsın.

Sen ki Türk Dünyası’na Önder olmuş kişisin,
Dünya Türklüğü lideri, Başbuğ Türkeş’isin.
..

Devamını Oku
İlhan Koruyucu

Haydi çocuklar koşun
Kardan adam yapalım sokaklarda,
Hasretin gönüllerde eritemediği
Sevgiyi koyalım mayasına
Üşümesin yüreği
Ses verelim umudun beyazlığına
Etrafında dolanırken
..

Devamını Oku
Uğur Çalışkans

Sarı güller…
Ayrılığı simgeler sarı gül
Burukluk bırakır insanın içinde
Ateşle barut gibi delip geçer kalbi
Geride ise bir harabe kalır
Kalbin bahçesinde açar sarı güller
Solar diğer renkteki çiçekler
..

Devamını Oku