Bin yetmiş bir yılının ağustos ayı,
Güneşli bir cuma sabahı,
Yüz binlerce atlının kaynaştığı,
Malazgirt ovası..
Türkün şanlı tarihine altın harflerle yazılan;
Kanlı bir savaşa sahne olacaktı.
Saf saf dizilmişti Türk atlıları..
Tepelerindeki kızgın güneşin parlak ışıklarıyla,
Altın sarısı kıvılcımlar saçıyorlardı,
Çelik tolgaları, ak tuğları..
Alparslan nam bir sultandı başbuğları,
Hepsinin yüreği imanla dolu,
Zafer aşkıyla yanıyorlardı.
Apak giysilere bürünmüş Alparslan;
Ardına bile bakmadan,
Yalın kılıç meydana atılırken,
Haykırdı kükreyen bir sesle;
Beni ve dinini seven ardımdan gelsin! diye.
Çok geçmeden bir toz bulutu gibi;
Eridi, dağıldı ve yok oldu,
Büyük Doğu Roma orduları..
Tutsak edildi ümitleri kırılmış,
Hayalperest imparatorları.
Huzura getirilen yenik imparator,
Bitkin bir halde yere diz çöktü,
Bin bir acıyla kıvrandığı,
Gözlerinden okunuyordu..
İpeklilerle çevrili sultan otağı,
Kısa bir an sessizlikle doldu,
Sineklerin vızıltıları duyuluyordu.
Sultanlar sultanı Alparslanın gür sesi;
Yankılandı otağda,
Bağışladım seni! dedi,
Büyük bir alicenaplıkla..
Sevinçle doldu, yenik imparatorun,
Korku dolu gözleri..
Türkün büyüklüğüne örnekle,
Son bulmuştu Malazgirt zaferi.
Engeller duramazdı artık,
Bir sel gibi akan Türklerin önünde;
Anadolunun altın kapıları,
Açılmıştı bir kere,
Malazgirt zaferiyle.
Kayıt Tarihi : 19.10.2011 09:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (6)