Maide Suresi Şiiri - Osman Erdoğmuş

Osman Erdoğmuş
561

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

Maide Suresi

MAİDE SURESİ
Maide suresi Kur’an’ın en son gelen ayetlerini bünyesinde barındırmakta. İniş zamanı Veda Haccı dönemleridir ki, 10, yılına tekabül eder. Adı “Gök Sofrası” adına geliyor.
1. Ukud; Akidin çoğuludur. Akit 3 başlıkta incelenebilir. 1. İnsanla, Allah arasındaki akit. 2. İnsanla, ruhu, kendi öz benliği arasındaki akit. Vicdanı, aklı ve iradesi arasındaki sözleşme. Bu doğal sözleşmedir. Aklınızı salim olarak kullanacağınıza, fıtratınıza ihanet etmeyeceğinize, iradenize ihanet etmeyeceğinize dair, kendinizle iradeniz arasında zımmen bir sözleşme vardır. 3. İnsan toplum arası ilişkiler. Buna evlilik aktinden tutun, ticari sözleşmeler, siyasi sözleşmeler, yani tüm insanlar arasındaki ilişkiler bunun içine girer. EVKU BİLUKUD; tüm sözleşmelerinize riayet edin. Aslında insana dürüstlüğü, sadakati, en çaplı bir fermanını göndermiş oluyor.—Böyle bir emirden sonra niçin etle alakalı pasaj geliyor. Burada Rabbimiz sınırları çiziyor. Allah’ın sınır çizmesi, iradeyi imtihan etmesidir. Eğer sınır koymasaydı imtihanın kıymeti ne olacaktı. Bundan sonraki ayetlerde de yeme, içme ile alakalı ayetler gelecek. Çünkü insan davranışları ile insanın yedikleri arasında doğrudan bir ilişki var. Allah doğrularını açıklıyor ve “Bana ne kadar güveniyorsunuz?” diye sınıyor.
2. ŞEAİRALLAH: Allah’ın sembolleri. Şeair, sembol demek. Her ideolojinin, öğretinin kendine has sembolleri olur. Bayraklar devletlerin sembolüdür. Paralarda öyle. Haç Hristiyanlığın sembolüdür. Ezan bir semboldür, Kâbe bir semboldür. Haccın kendisi tamamen bir semboldür. Namaz bir semboldür. Her sembolün, sembolize ettiği bir hakikat vardır. Eğer zarfın içini boşaltırsanız, sembolleri gereksiz hale dönüştürmüş olursunuz. Sembollere ihanet etmiş olursunuz. Sembollere iki tür ihanet olur. 1. Dışardan hakaret. 2. İçerden hakaret. Sembole hakaret, sembolün sahibine hakarettir.—Dünyanın en değişmez ahlaki ilkelerinden birini koyuyor Kur’an. Zulme maruz kalmak, zulmetmenin gerekçesi olamaz. Müslüman hiçbir gerekçe adına zulmedemez.—El Birr; erdem anlamına gelir. Takva; sakınmak. Takva yasaktır diyebilirsiniz. Birr yapmak zorunda olduğunuz şey. Takva ise sakınmak zorunda olduğunuz şey. Birr Allah’ın hakkını Allah’a iade, Takva ise kendi hakkından vaz geçmek diyebilirsiniz. Yine arifler Birr, şeriatın emirlerine kayıtsız şartsız uymak, Takva, içgüdüye, insanın öz benliğine, nefsine uymamasıdır demişler.
3. Allah’tan başkası adına kesilmek. Bu işret veli, ister şaki olsun. İsterse peygamber adına olsun. Allah’a ait bir hak, kula devredilemez. Böyle bir teşebbüs Allah’ın lanetini celbeder. Allah’ın hakkı olan şeyleri, Ondan gasp edip başkalarına devretmeye kalkmayın.—Fiziki ve bir takım gerekçelerle izah edemediğimiz noktalar var. Hayvanın etinde ne gibi bir değişik oluşturur, putlar adına kesilince. Gördüğünüz gibi ayet sadece maddemize ve aklıma hitap etmiyor. Çünkü Allah’ın maksadı sadece insanın dünyasını değil, aynı zamanda derya gibi bir manası olan, ruhu olan, kalbi olan bir bütüncül varlık olarak muhatap alıyor. Onun için de bu yasakları bir takım hijyenik gerekçelere indirgemek Allah’ı anlamamak demektir. VE ENTESTEKDİMÜ BİEZLAM: (Fal oklarıyla kısmet aramanız) Allah’ın hududuna bir tecavüzdür, haddi aşmadır yani. Olaylar hakkında oturup da kehanette bulunmaya kalkmak Allah’ın hududuna ve sınırına tecavüz etmek olarak ele alınmış.—Müminlere artık aşağılık psikolojisi ile hareket etmeyin. Kendi sembollerinizi, kendi hayat tarzınızı hakim kılın. Kendi hayat tarzınız doğru olandır. Onun için düşmanlarınızdan yılgınlığa ve korkaklığa kapılarak ve hatta onlar önünde aşağılık duygusu duyarak kendi iyilerinizi ve güzellerinizi niçin kapatasınız ki. Neden gocunuyor ve çekiniyorsunuz ki? Eğer korkmanız, çekinmeniz, utanmanız gereken biri varsa o bellidir, Allah.
4. TAYYİBAT; Temiz ve güzel olan şeyler. Bunu kim belirleyecek, tabi ki Allah. Yoksa insan belirlerse şehvetinden, içgüdüsünden, zaafından belirleyecektir. Öyleyse zaafı olmayan, bütün bunlara ihtiyacı olmayan, bunlara tenezzül etmeyen, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, beşeri zaaflardan hiç birini bünyesinde barındırmayan, yattığı güzeli ve çirkini çok iyi bilen Allah belirleyecektir. Yoksa işin içinden çıkılmaz.
5. Ehli Kitabın kestikleri size helal kılındı. Sizin kestikleriniz onlara helal kılındı. Ehli Kitabın iffetli kadınları size helal kılındı, Mehirlerini vermeniz şartıyla. Onları meşru olmayan yolla tutmayacaksınız ya da gizli dost tutma yöntemine başvurmayacaksınız. Bu nasıl olsa bizden değildir diye; cinsel sömürü ve obje aracına dönüştürmeyeceksiniz. Burada bir incelik var. İslam deforme olmuş bir inanı bile ciddiye alıyor. İMANI İNKAR: İki manada ele alınabilir. 1. Problemli de olsa dini zümrelerin imanı yok sayılamaz. İmanı yok saymak, tekfir düşüncesine taban tabana zıttır. Siz Yahudi’nin deforme olmuş imanını dahi inkar edemiyorsanız; ya bir müminin imanı nasıl inkar edersiniz. Sizin mezhebinizden, sizin mektebinizden, sizin meşrebinizden, sizin partinizden, sizin tarikatınızdan, sizin cemaatinizden değil diye nasıl inkâr edersiniz.
6. Abdest, teyemmüm ve guslün işlendiği bir ayet. Allah insanı diri tutmak istiyor. Yani Allah ile insan arasındaki ilişki diri olursa insan kazançlı çıkar. Onun için Allah’ın tavsiyesi ilişkiyi diri tutmaktır. Yoksa sizi ile de suya sabuna dokundurmak değil. su kullanımının en düşük düzeyde olduğu bir toplumu, temizlenmek için su kullanımının yeryüzünde gelebilecek en yüksek düzeye çıkarma sosyal ve toplumsal bir devrimdir.
7. Allah’a verilen misak, fıtrattır. Vicdandır, akıldır, iradedir. Ve insanın adaleti gerçekleştirmesi. Allah’tan bağını koparan bir insanın adaleti gerçekleştirmesi mümkün değildir.
8. (Birine olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.) Yeryüzünün en çağlı, en muhteşem erdemini söylüyor Kur’an. Onun için Kur’an sadece bir zümrenin değil, tüm insanlığın mesajıdır. Bakınız hiç kimseyi ayırmadan söylüyor. İnsana hitap ediyor.
9. 10. 11. 12. Bu ayette dikkat çeken yahudileşen Hz. Musa ümmeti gibi olmayın Ey Müslümanlar. Allah’a verdikleri ahdi, sözü, sözleşmeyi bozanların başına ne gelmiş bakın da ona göre davranın demektir.
13. Bu ayette de Ümmet-i Muhammed uyarılıyor. Allah ile sözleşmenizi bozmayın, Yahudileşirsiniz. Kalpleriniz katılaşırsa artık vicdanınızın sesini duymaz olursunuz. Vicdanın sesini duyamayan, vahyin sesini nasıl duysun.
14. Nasara ile Hristiyan arasında fark var. Nasara, Kur’an’ın seçip benimsediği bir isim. Yardımcılar demektir. Kur’an diyor ki, biz nasarayız diyenler yani nasara olmayanlar. Hz. İsa’nın yardımcı olma fonksiyonunu kaybedenler. Asıl nasaralar “yasin suresinde” anlatılan Antakya şehrine gönderilen elçiler gibi olanlar. Sözleşme yaptık buyuruyor Allah. Vahiy göndermek bir sözleşmedir aslında. O toplumu muhatap almaktır.---Allah kendilerine indirilen vahyin bir kısmını kasıtlı ya da kasıtsız el altı eden, unutan, hayattan dışlayan, vahye ihanet eden bir topluma böyle ceza veriyor. Hristiyanlarla Yahudiler arasında ki savaşa delalet ettiği gibi, Hristiyanların kendi içlerinde yaptıkları mezhep kavgalarına da delalet eder. Hristiyanlar arasında kaynak birliği yoktur. Bu konuda Müslümanlar Allah’a ne kadar şükretseler azdır. Yeryüzünde kızılı, karası, beyazı, Asyalısı, Avrupalısı, Afrikalısı, Amerikalısı her müminin evinde ve yüreğinde okunan Kur’an aynı Kur’an’dır. Bunun büyük bir mucize olduğunu nasıl inkar ederiz. Bu kaynak birliğine rağmen niçin müminler hala tek vücut değil diyecek olursanız, işte bu noktada Allah’a verecek cevabımızın olmadığını düşünüyorum. Bu ayette Müslümanlara verilen en güzel ders şu olmalı: sizden öncekiler dinlerini param parça edince hayatları da parçalandı. Birlikleri ve dirlikleri de bozuldu. Peki bu ümmete ne oldu. Bu ümmetin kitabı birdi ama kitaptan ayrı düşmüşlerdi. Bir olan kitaptan ayrılınca paramparça oldular.
15. 3000 incilin 300 e inmesi, orada da 4 e düşürülmesi yapılan tahrifatı ve çok şeylerin gizlendiğinin hakikatidir. Kur’an ise kendi bünyesinde daha önceki tüm vahiylerin özünü toplamıştır. O nedenle de Kur’an mesajı evrenseldir. İnsanlığın değişmez doğrularını ve değerlerini bünyesinde barındırır. Kendisini insanlığın bir üyesi olarak gören herkes, Kuran’ın muhatabıdır bu manada.
16. Sübüles-selam; kurtuluş yolları. Çoğul olarak gelmiş yollar lafzı. Çünkü ana yola çıkan bütün tali yollar doğru yoldur. Kendi tali yolunu diğerlerinden üstün görmek veya diğerlerini küçümsemek doğru bir davranış değildir.---Zulumat; karanlıklar diye buyuruyor Rabbimiz. Çünkü karanlık tek değil. bir karanlıktan çıktığınız için sevinmeyin. Girdiğinizin ışık olup olmadığına dikkat edin.
17. Müslüman olan nasaralılar, peygamber de olsa insanı ilahlaştırarak Hristiyan oldular. Eğer insan doğru adrese kul olmazsa, kul olacağı yanlış bir adres bulmakta gecikmez. Bir insanı hayattan dışlamak, onu örneklik kurumundan dışlamak istiyorsanız iki şekilde hareket edersiniz. 1. Ona hakaret edersiniz, küçümsersiniz, aşağılarsınız. İşte Yahudileşme bu. Yahudiler peygamberlerini aşağıladılar, taşladılar, öldürdüler. 2. Yüceltirsiniz, ilahlaştırırsınız. Hristiyanlar gibi. İkisinin ortak noktası peygamberi hayata taşımadılar. Örnek alınabilir bir kişi olarak görmediler.---Siz, gökleri ve yâri yaratan Allah dururken nasıl olur da bir insanı ilahlaştırır, ona ilahlık atfedersiniz.
18. Ayetin başında asabiyet taassubu dile getirilmekte. Böyle çok büyük ve gerçekten Allah’ın gücüne gidecek kadar büyük bir iddiayı bir toplum ancak gözü taassupla kör olursa yapabilir. Taassup gözü kör ederse, bir toplum diğer dünya topluluklarından ayrıcalıklı olduğunu sanır. Özellikle Yahudiler bu konuda çok ileri gittiler. Irklarını din haline getirdiler. Bu nasıl oldu? Kendinizi hakikatin ölçüsü olarak görürseniz, dışınızda hiçbir alternatifi görmezseniz, işte o zaman olacağı budur. Oysa insan, kendi dahli olmayan bir şeyle övünemez. Erkek olmakla övünülmez, kadın olmakla yerinilmez çünkü sizin suçunuz değil. kur’an evrensel öğünç ilkeleri getirir. Övünülecek bir şey varsa o da; Allah’a karşı sorumluluk bilincidir yani takvadır.---Dilediğini ve dileyeni bağışlar veya cezalandırır.
19. Yani kendinizi bu son mesajın muhatabı değilmiş gibi algılamayın. İşte size de geldi.
20. Mülüka: krallık manasına gelir ama bu ayette âlimlerimizin çoğunluğu özgürlük anlamı vermişlerdir. Burada kendi özgürlüğü ellerine verilmiş toplum demektir.---Köle idiniz, yeryüzüne lider kıldı. Bir sürü nimetlerle onları imtihan etti. Fakat ne yazık ki, hep nankörlük ettiler.
21. Bu topraklar Filistin toprakları. Geriye dönmeyinden kasıt, inancınızdan geri dönmeyin.
22. Yusuf Peygamber döneminde terk ettikleri ülkelerine geri dönecekler. Çünkü Firavunlar döneminde köleleştirilmişler. İşkencelere ve soykırıma maruz kalmışlar. Başlarında bir Peygamber, darmadağın olan İsrailoğulları boylarını toplayıp onlara bir kimlik veriyor. Ama onlar bu nimetlere layık olmadıklarını vurguluyorlar.
23. Allahtan korkan iki kişi, İsrail oğullarından sadece iki kişi. Tevrat kitaplarında bunların Yeşu ile Kalep olduğu söylenir. Gerisi firavunun köleleştirdiği kimlik ve kişilikleri kaybolmuş kalabalık.
24. Bu ayet bize “arılarla sinekler” arasındaki farkı hatırlatıyor. Arı olup hep beraber çalışmak yerine, sinek olup beklemeyi hazırlanacak baldan yemeği tercih ettiler. Bal yapmak için çiçek çiçek dolaşmak gerekiyordu. Onlarsa siz bal yapın biz yiyelim diyen sinekler gibiydi. Ganimetçiydiler. Unutmayın sinekler sadece bala konmaz. En pis şeylere de konarlar. Mikrop yayarlar onun için.
25. 26. Bu ayet tarih içerisinde toplumsal terbiye açısından çok ilginç bir örnek teşkil ediyor. Aynı zamanda Allah’ın bir yasasına da delalet ediyor. Koskoca İsrail oğulları kırk yıl avare kasnak gibi çölde dolaştırılıyor. Niçin? Çünkü 40 yılda tüm radyasyonlu nesiller, artık kimliğini kaybetmiş ve adam olmasından umut kesilmiş nesiller bire kadar kırıldı ve öldü. Yepyeni bir nesil çıktı. Hz. Musa artık umutsuz vaka haline gelen babaları bıraktı, yepyeni bir nesil yetiştirmeye koyuldu.
27. Bil Hak: Hak ile, hem gerçeği göstermek için anlat anlamına gelir hem de kıssanın gerçeğini anlat anlamına gelir. İki kardeş, birinin sunduğu kurban kabul ediliyor. Ek bilgilerden öğrendiğimize göre o, Habil sahip olduğunun en değerli olanını Allah’a layık görüyor. Diğeri Kabil ise sahip olduğunun en adisini, en çürüğünü Allah’a veriyor. Habil, Allah’ın kendisine verdiğini bilerek Allah’a kurban ediyor. Kabil ise Allah’a güvenmiyor çünkü kendine güvenmiyor. Kendini ciddiye almadığı için ibadetini de ciddiye almıyor. Hatasını anlayıp, özür dileyeceği yerde birde kardeşini hasetliyor.
28. Kurban sunarken davranışının ahlaki kriteri ne ise kendisini öldürme tehdidi ile tehdit eden kardeşine karşı da, davranışının ahlaki ilkesi aynı. Sen içgüdülerinle hareket ediyorsun bense imanımla hareket ediyorum diyor Habil.
29. Eski tefsircilerimizden Mücahit bu konuda şöyle diyor. Maktul yaşamış olsaydı, eğer Tevbe edecek edecek idiyse ve öldürüldüğü için Tevbe de edememişse ileride Tevbe edemediği günahları, kendisini öldüren katile yüklenir.---Burada Habil iki dünyalı olarak konuşuyor, Kabil tek dünyalı.
30. 31. Acizliğini burada anladı. Küçüklüğünü, yaptığı işle aslında ne kadar aciz duruma düştüğünü burada anladı. Yani cinayet acizlerin işiydi.
32. İşte evrensel ahlaki hakikat. Kur’an’ın mucizeliğine bu evrensel ahlaki kurallar delil olarak yetmez mi? Daha insana neyi getirsin Kur’an. Hangi coğrafyada böyle bir kurala ihtiyacı olmaz insanın. Ne doğunun ne batının ne hristiyanın ne de yahudinin tekelindedir bu evrensel kurallar.
33. Allah’a ve Resulüne savaş açmak, insanın tüylerini diken diken eden bir ibare. Bunu insanlık suçu olarak ele alıyor Kur’an. Niçin derseniz? İnsanın mutluluğunun önüne gerilmektir de ondan. Çünkü Allah insanın mutluluğunu ister, Allah’a savaş açan, insana savaş açmış olur. Peygamberler insanın mutluluğu için hayatlarını ortaya koymuş insanlardır. Allah’a ve Peygamberlerine savaş açan kimi görmüşseniz, onları insanlık düşmanı olarak mahkum edeceksiniz. Allah’a ve Peygamberlere savaş açan insanlar, aslında insanlığın bozulma ve çözülmesini getirirler. İyiliklerle savaşırlar. Siz güzele karşı savaşıyorsunuz. Siz tüm ahlaki kurallara karşı savaşıyorsunuz. Şeytandan beter bir iş yapar Allah’a ve resulüne savaş açan. Kur’an terör hareketini; Allah’a ve Resulüne savaş açmak olarak tanımlıyor.
34. Biz de Allah’ın rahmet ve merhametinden dileniyoruz ve onun rahmetine sığınıyoruz. Ve Onun en büyük rahmeti olan Kur'an’ın altında bir ömür sürmeyi niyaz ediyoruz.
35. İman iddiasında bulunanlara, iddialarını ispat için bir zemin sunuluyor. Allah’a karşı saygılı olmak. Allah’a karşı saygı göstermeksizin iman iddiası, ispat edilmemiş bir iddiadır. Kişinin Allah’a saygısı, kendine saygısıdır. Çünkü varlığını Allah’a borçludur. VESİLE: yakın olmak, insanın ilgi ve alakasını bir şey üzerinde odaklaması, yoğunlaştırması. Kureyşi ise vesileyi şöyle tarif etmiş; insanın güç ve kuvvet iddiasından vaz geçip, yetersiz ve zayıflığını Allah’a karşı itiraf etmesidir. Aracınız amelinizdir. Allah katında sizin için aracı olacak sadece amelinizdir. Kur’an neye kurtuluş diyor, bugünün modern insanı neye kurtuluş diyor. Dikkatimizi bu yöne çekmek lazım.
36. Yukarıdaki vesile ile bir alakası var bu ayetin. Yani siz kendi ameliniz dışında hiçbir şeyi aracı kılamazsınız. Çünkü kabul edilmeyecek.
37. 38. Bu ayet Kur’an’daki had ayetlerinden biridir ve hırsızlık cezasını verir. Özellikle günümüzde modern tabir ettiğimiz insanlar; suçluyu ve suçu savunmak pahasına ilahi kelamın getirdiği bir takım cezai müeyyideleri eleştirirler. El kesme, cahiliyye dönemindeki bir cezayı onaylamaktır. Kur’an bu cezaya dokunmamıştır. Günün şartları ve gerekçelerini göz önünde bulundurarak. Fakat Peygamber Efendimiz ve ondan sonra gelen halifeler, müçtehit imamlar bu cezayı oldukça sınırlamışlardır. 1. Belirli bir miktar belirlemişler mesela 10 dirhem gibi 2. Korumalı olmayan malı çalana uygulanmaz. 3. Çaldığı malı mevkiinden dışarı çıkarmammışsa uygulanmaz. 4. Aç ve muhtaç olarak çalana uygulanmaz. 5. Sebze, meyve, yemek, ekmek gibi zaruri gıda maddesi çalana uygulanmaz. 6. Malı çalınana, çalanı affederse uygulanmaz. Olaya bir de bugünün mantığı ile bakanlar var. Bunların gayesi İslam’a saldırmak. Onlar suçu ve suçluyu savunuyorlar. Mağdur yerine kendilerini koysalardı, suçluyu ve suçu savunmazlardı. İkincisi; hak ve görevler karşılıklıdır. Onlar “insan hakkına bir tecavüzdür” bu cezalar diyorlar. İyi de, suç işleyen insana verilen ceza mutlaka onun haklarından bir kısmını kısıtlamalı. İnsan hakkını savunmak budur. Suçluyu cezalandırmadığınızda aslında mağduru cezalandırmış olmuyor musunuz? Mal emniyeti İslam’da korunması gereken emniyetlerden biridir. Can emniyeti gibi. Masumdur, mahfuzdur, muhteremdir. Yasaklarda tek çıkar, insanın çıkarıdır. Allah insana cezayı kendi çıkarı için vermez. Kur’ani emirlerin bir illetleri bir de hikmetleri vardır. Hikmetleri bir tarafa bırakır, illetleri üzerinde durursak, o zaman o emirde Allah’ın muradını anlamamış oluruz. İllet hırsızlıktır burada. Pekiyi hikmeti nedir; İslam toplumunun huzur ve refahıdır. İslam öyle bir toplumdur ki, bu toplumda hiç kimse çalma ihtiyacı duymaz.
39. Hırsızlık yapan sadece çaldığı adamın hukukunu çiğnememiş aynı zamanda Allah’ın koyduğu bir yasayı çiğneyerek Allah’ın hakkına da tecavüz etmiştir. Bu noktada Tevbe eder ayrıca.
40. Gökleri ve yeri elinde bulunduran, göklerin ve yerin otoritesine sahip olan Allah neden insan hakkında yasak koymasın ki? Deniliyor adeta.
41. 42. SUHT: sahibine leke getiren her türlü yıkıcı şey. Bu insan Allah ile yaptığı sözleşmeye ihanet etmişse daima negatif olanı seçecektir.---Burada dikkat çeken bir ifade var. İslam’da hükmün dayandığı en temel ilke adalettir. Bu ayet ışığında 1. İnsan da hüküm verir. Yani hükmü sadece Allah verir, insan veremez mantığa bir cevaptır bu. Elbette hayatımızda birçok hükümler veriyoruz. 2. İnsan hükmederken gözeteceği tek şey vardır. Adalet.
43. İşte böyleleri gerçek müminde değildir. Kendi inançlarına karşı da ikiyüzlü davrananları deşifre ediyor Kur’an. Yahudilerin böyle bir dertleri yok, samimi değiller diyor. Ehl-i Kitap olarak bize de hitap ediyor bu ayet. Kur’an’a iman ettik, kitabımız Kur’an’dır diyorsunuz, haydi seni Kur’an’a göre yargılayalım denilince yüz çeviriyorsanız, sizde Yahudileşmiş oluyorsunuz.
44. Bu ayet tüm peygamberlerin Müslüman olduğunu söylüyor. Gerçek Musevilerinde Müslüman olduklarını sonradan Yahudileştiklerini söylüyor. Yine bu ayette Tevrat niçin tahrife uğradı da Kur’an uğramadı cevabı bu ayette. Çünkü Tevrat’ın bir kısmının korunmasını Allah Yahudi din adamlarına bıraktı. Niçin koruyamadılar? İnsanlardan korktukları, Allah’tan korkmadıkları için vahyi koruyamadılar. İnsanlar de deri, Allah ne derin önüne almak.
45. suçluyu ancak mağdur affedebilir. Suçu şahsa karşı işlemiş, bakıyorsunuz falanca onu affetmiş. Bu suçu ve suçluyu savunmaktır. Allah bile mağdurdan bu hakkı almıyor. Mağdur şayet affederse ne olur. 1. Suçlu kendi vicdanında da teskin olmuş olur. 2. Mağdur affederse acısı dinmiş olur. 3. İntikam hissi taşımamış oluyor.
46. Bu ayette Hz. İsa, ben benden evvelkileri inkâr etmiyorum. Benden evvelkileri tasdik için geldim.
47. Bu Maide Suresinin 44, 45 ve 47, ayetlerin sonunda gelen “Allah’ın Hükümleri” meselesini birlikte inceleyeceğiz. İnsanın hükmetme yetkisinin olduğunu 42, ayetten anlıyoruz. “Hükmedersen şayet, aralarında adaletle hükmet” buyuruyor Rabbimiz. Akşama kadar her birimiz onlarca hatta yüzlerce hüküm veriyoruz. Kendimiz hakkında, başkaları hakkında, olaylar hakkında, zaman ve zemin hakkında ve hakeza. İnsan hüküm vermediği zaman muhakeme yeteneğini yitirmiş olur. Hüküm, aklın bir fonksiyonudur. Akılsız insanlar hüküm veremez.
Bizim hüküm veremeyeceğimiz alanlar neresi; Allah’ın belirlediği yasalara ilişkinse hüküm, mutlaka Allah’ın koyduğu yasaları dikkate al. O yasaları atlayamazsın, onları görmemezlikten gelemezsin, onları dikkate almamak Allah’ı dikkate almamaktır. Ama Allah’ın insan iradesine, insan aklına, insan muhakemesine açtığı ve manevra alanını insana tanıdığı bir hüküm alanı var ki o alanda da bir tek esasın olsun. Tüm hükümleri verirken bir amacın, bir ilken olsun. “Bil kıst” tam bir adaletle hükmet. Demek ki hükmetmeyi meşru kılan temel ilke adalettir. Bu hükmetme içine yönetmekte girer. Yönetirken de adil olmak esastır. Zulüm, her türlü yasayı gayrı meşrulaştırır. Onun için âlimlerimiz “devlet küfürle değil zulümle yıkılır” demişlerdir.
Hüküm mevzusunda tarihte iki grup görüyoruz. 1. HARİCİLER: bunlar Kur’an’daki hüküm ayetlerini yanlış yorumlamışlar, cinayetlerine alet etmişler. Hak olan bir sözü batıl için kullanmışlardır. Madem siz hakem seçtiniz aranızda, o halde siz hükmettiniz. Madem hükmettiniz o zaman Allah’a isyan ettiniz. Madem isyan ettiniz o zaman dinden çıktınız. Madem dinden çıktınız o zaman ölümü hak ettiniz. Ve arkasından infazlar geldi. İşte bu mantık Hz. Ali’yi şehit etti. 2. TAHSİSÇİLER (MURCİLER): bunlarda bu ayetleri sadece Yahudilere ilişkinmiş gibi algılayan ve anlayanlar. Kur’an’ın indirdiği hükümler evrenseldir. Kur’an’ın getirdiği kimi yasaları zamana, zemine mahkûm edilmesinin, Kur’an’ı inkâr etmek kadar büyük bir tehlike olduğunu da unutmamalıyız. “Sebeplerin hususiliği, hükümlerin umumiliğine engel değildir.” Tahsisçiler, Maide suresinin 44-45-47, ayetleri Yahudiler içindir. Dolayısıyla bizleri ilgilendirmiyor. Bunun anlamı şudur, yani biz Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezsek bir şey lazım gelmez. Bu onları ilgilendiriyor.
Konunun özeti şu: bu üç ayette fasık, zalim ve kâfir nitelemeleri var. 1. Bir insan Allah’ın indirdiğini inkâr etmez ama onu uygulamazsa, o insan yoldan çıkmış olur, fasık olur. 2. Allah’ın indirdiğini inkâr etmez, onu uygulamaz, ondan başka bir şeyi uygularsa o zalim olur. Çünkü zulmetmiştir. Allah’ın indirdiği yasalar insan için adil olandır. Zulüm bir şeyi yerinden etmektir. 3. Allah’ın indirdiğini kim inkâr ederse o da kâfir olur.
48. MÜHEYMİNEL ALEYH: Geçmiş vahiylerden geriye kalan hakikatleri doğrulayıcı, onların doğrusunu yanlışından ayırt edici olarak bu kitabı sana gönderdik. Kur’an’ın vasıflarından, niteliklerinden biri budur.---ŞİRAT: Kur’an’da şeriat kelimesinin geçtiği ender yerlerden biri. Şira veya şeriat: insanı su kaynağına götüren yol demektir. Yani su kaynağına giden yol, önceden gidilip-gelinmiş, belli olan. Su kaynağı değil, kaynağa götüren yol. O şeriatın hayata taşınması yöntemine minhac deniyor. Şeriatların amacı birdir ama her ümmetin şeriatları farklı olabilir. Yani suyun kaynağı tektir. Her ümmet o kaynağa kendi zamanlarından, kendi şimdi ve burasından yürümüştür. Durgun, kokmuş bir suya değil, gürül gürül, kıyılarını döverek akan bir ırmağa götürür şeriat. Burada ifrat ve tefrit tarihsel olarak yine karşımıza çıkıyor. 1. Bu suyu kokutanlar, kokmuş bir su haline getirenler. Bu ataları körü körüne taklit olarak karşımıza çıkıyor. Kokmuş su. 2. Bu yolu tamamen terk edip, kendi başlarına bir seraba, bir hayalin bir yalanın peşine düşenler. Bu da batıyı taklit. Batının ise insanlığı getirdiği nokta belli. Gerek 30 milyon insanı bir anda öldürebilecek bir silahlanma, gerek 95 milyon insan açlıktan ölürken, israf ve stoklamalar bu medeniyetin insanlığı felakete sürüklediğinin açık göstergesidir.
Dünkü yol, dünkü insanları kaynağa götürdü. Biz dünkü insanlarla bugün arasındaki o hiç açılmamış yolu açmak zorundayız. Ki oradan kaynağa gidelim. Kur’an ilahi vahyin, bütün vahiylerin simgesidir. Ruhi, manevi arınmanın en son, en mükemmel, en kâmil yöntemini temsil eder.
Neden tek, neden bir ümmet olmadık diye soranlara, bu işin tabiatı budur diyor Kur’an. Allah dilemedi de ondan. İnsanlığı tek hizaya, tek çizgiye sokmaya çalışmanın, Allah’ın iradesine uygun olmadığını söylüyor. Bunun mümkün olmayacağını söylüyor. Allah isteseydi bunu yapardı diyor. Ama dilemedi. Yani kötü olacak, sapma olacak, batıl olacak, çirkin olacak ki, iyinin, güzelin, hakkın değeri bilinsin. Niçin böyle yapmadığının cevabını yine Rabbimiz veriyor. Size emanet ettikleri ile sizi sınamak için, size vahiy emanet etti, size hayat emanet etti, size toprak emanet etti. Size iktidar emanet etti, size peygamber emanet etti ve hakeza. Bu emanetlere ihanet edip etmeyeceğinize bakarak da hükmünü verecektir. Yani siz, akıbetinizi davranışlarınızla belirleyeceksiniz. O halde birbirinizi yok etmek için değil, hayırlarda yarışın. Evrensel bir ilke. Bu çağrıya hangi bozulmamış vicdan hayır diyebilir ki.
49. Eğer ısrar ederlerse iyi bil ki Allah, onları günahlarından dolayı cezalandırmak istiyor. Günahta ısrar, Allah’ın vereceği cezaya gerekçedir. İlahi mesajı değil de heva ve heveslerinizi rehber edinirseniz işte o zaman; ahlaki bir çöküş başlar, ekonomik bir çöküş şeklinde devam eder, siyasi bir çöküş şeklinde de tezahür eder, harp olur, kıtlık olur, yokluk olur. Günahlarınız sebebiyle. İnsanın davranışlarıyla, Allah’ın dilemesi arasında doğrusal bir bağ var. Allah’a isyan eden bir insana, Allah’ın sessiz kalacağını mı düşünüyorsunuz?
50. Allah’ın kendilerine tenezzül buyurmuş olduğu bir toplum vahye sırt dönebiliyorsa eğer, onlar cahiliyye yasalarını Allah’ın yasalarına tercih ediyorlar demektir. Her çağda, her dönemde, her mekânda, her zamanda eğer bir yasanın cahiliyye yasası olup olmadığını anlamak istiyorsanız, o yasanın nihai amacının ne olduğuna bakın. Çıkar üzerine, dünyevi yararlılıklar üzerine kurulmuşsa, insanın sadece maddesini göz önüne alıyor, ruhunu ihmal ediyorsa, işte o yasa cahiliyye yasasıdır.---Allah’tan daha iyi hüküm veren, yasa yapıcı bulunabilir mi? Cevabı belli. Tabi ki hayır. Neden 1. Allah insandan büyüktür. 2. Allah insanı kıskanmaz. 3. Allah’ın yaptığı yasadan hiçbir çıkarı yok. Eğer insana yasa yaptırırsanız, yasayı yapanlar çıkarlarını önde tutarlar.
51. EVLİYA: BU KELİME Kur’an’da değişik anlamlarda kullanılıyor. Dost, yoldaş, sırdaş, otorite, müttefik, velayet, vesayet, koruyucu gibi. Bunların manaları farklı farklıdır. Genelde “veli” diye çevirmiş müfessirler yani koruyucu. Bütün bu anlamları şu başlıklar altında toplayabiliriz. 1. İnsani velayet. 2. Dini velayet. 3. Ahlaki velayet. 4. Sosyal velayet. 5. Politik velayet gibi. Bunlardan birincisi yani insani velayet serbesttir, bazı durumlarda ise şarttır. Burada din ve inanç farklılığı gözetilmez. İnsani dostluk Kur’an tarafından yasaklanmamıştır. Zaten Resulullah’ın uygulamasında da biz bunu görüyoruz. Dini velayet yasaklanmıştır. Dinsel açıdan onları kendinize veli edinemezsiniz, otorite edinemezsiniz. Dini olarak otoriteniz olması kesinlikle Kur’an’ın yasakladığı alana girer. Ahlaki ve sosyal amaçlı velayet, dostluk ise mahsurludur. Mahsurları giderilirse sakıncası yoktur. Politik velayet ise görecelidir. Duruma göre karar verilir. Politik olarak ittifak yapalım mı? Anlaşalım mı? Yahudiler Yahudilerin dostu, Hristiyanlar Hristiyanların dostudur. Siz onları dost edinseniz de onlar sizi dost edinmezler. Edinmiş gibi görünürler sadece.
Sizden kim onları dost edinirse, onlardan olur. Bu ibareyi nasıl anlamamız gerekiyor. Şayet bunu inşa cümlesi olarak alırsak, hiçbir manada, her halükarda onlarla yakınlık kuramayız. Bu tarihsel yaklaşıma uzak duruyor. Haber cümlesi olarak alırsak; zaman içerisinde onlar gibi olmaya başlar. Sonunda onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya, onlar gibi inanmaya ve onlar gibi duyup görmeye başlar. Burada asıl olan yasak; ahlaki ve politik velayettir. Ahlaki, onların hayat tarzına öykünmek, onların hayat tarzını kabul etmektir. Politik vesayet ise onları başınıza, üstün, otorite olarak kabul etmektir.
52. Burada söylenmek istenen, direnci zayıflatan her tür tavır düşmana yardım ve yataklık olarak görülür diyor. Müslümanlarla beraber yaşıyor bu adamlar, yarım inançlılar. İnançlarını çıkarları üzerine kurmuşlar. Biz kar edeceğiz diye buradayız ama zarar ederiz diye de korkuyoruz.---Yani Allah’ın söylediği mutlak haktır, ben onun için buradayım değil de; “çıkarımız var burada olmaktan” diyenlere Kur’an diyor ki; belki vicdanınız sızlar da hakikati görürsünüz.
53. Yani çıkarını önceleyen insanlar münafıklığı bir tabiat haline getirirler. Münafıklığın farklı bir ismi de çıkarcılıktır.---Bu tipler ara sıra güzel şeyler yapıyorlar. Lakin bu güzellikleri iyiliği ve güzelliğe inandıkları için yapmıyorlar. Çıkarları için yapıyorlar. Onun için yaptıkları boşa gidiyor ve hüsrana düşüyorlar.
54. Burada iman bir sözleşmedir. İslam bir Allah sözleşmesidir. Bu sözleşmeye ihanet edenlere Allah dinden çıkanlar olarak bakıyor. Yani sözleşmeye ihanet edenlerden o görev alınır, ihanet etmeyecek yepyeni bir kavme verilir.---Halk ne der demeden önce Hak ne der derler. Hakk’ın dediğini, halkın dediklerinden önde tutarlar.
55. Yukarıdaki ayetlere cevap. Kimi dost edinelim diye soracak olursanız; Allah yetmez mi, Resulü yetmez mi, müminler size yetmedi mi de gittiniz size ihanet edecekleri dost edindiniz.
56. 57. Bu ayet 51, ayetin tefsiridir. HÜZÜVEN VE LEĞİBEN: nasıl olur kısaca açıklayalım. 1. Dinin emir ve yasaklarına karşı ciddiyetsizlik. Bunun için bugün Müslümanın diyen bir kişiye ilk sorulacak soru “sen ciddi misin?” 2. Kutsal bilinen değerleri tahkir ederler. Batıl ya da hak, insanların inandığı değerlere hakaret etmek yasaktır, biz Müslümanlar bunu yapmayız. 3. Kişinin kendi inancına karşı laubalileşmesi. Bu inancını oyuncak etmesidir. Onunla dalga geçmesidir. 4. İlahi yasalarla oynamak. Kur’an hakikatlerini tahrif etmek.---Yani bunları yaparsanız Allah’a saygısızlık yapmış olursunuz.
58. Namaz dinin direğidir. Namaza başlayan bir insan Müslümanlığa otomatik olarak girmiş olur. İbadete çağrıldıklarında da alaya alıyorlardı.
59. Tevrat’a, İncil’e ve Kur’an’a çağıran tek çağrı İslam çağrısıdır.
60. Ahlaken maymunlaşma taklitçiliktir. Hınzırlaşma ise, ahlaksızlaşmadır, cinsel sapıklık.
61. 62. Kelime olarak SUHT: tüm kirli işler, alnınıza leke getirecek işleri yapmaktır.
63. Neden bir toplum Allah’a karşı, kendi özüne karşı yabancılaşır sorusunun cevaplarından biri de; o toplumların aklı eren, bilen kişilerinin görev yapmamalarıdır. Onun için öncüler, bilenler, âlimler bir yanlış yaparsa, o yanlış onları takip edenler arasında bin olur, binler olur. Eğer bozulma önderlerden ve âlimlerden başlamışsa bu bozulma tabana doğru yayılır. Onun içindir ki Peygamberimiz “Eğer şu iki sınıf bozulursa tüm toplum bozulur; umera ve ulema, yöneticiler ve âlimler.” Buyurmuştur. Çünkü bu sınıflar toplumu sevk ve idare eden lokomotif sınıflardır.
64. Aslında burada Allah cimridir demek istiyorlar. Özellikle Resulullah’a çağdaş olan Medine Yahudileri “Allah cimridir” iftirasını atarken, şuna da gönderme yapıyorlar. “Eğer cömert olsaydı, siz müminler şu anda böylesine yoksulluk içinde bulunmazdınız.” Bu ayetlerin indiği dönemde gerçekten müminler yoksul durumdaydılar. “Hayberin fethine kadar doyasıya hiç hurma yemedik.” Diyordu Hz. Aişe. Aslında bunun temelinde şöyle bir mantık yatmaktaydı. Güçlü olmakla, haklı olmayı birbirine karıştırıyorlardı. Yani “Siz haklı olsaydınız güçlü olurdunuz, o halde gücünüz olmadığınıza, zengin olmadığınıza, varlıklı olmadığınıza göre güçlüde değilsiniz” mantığı. Hakla gücü eşitleyen bir mantık. Güç haklının elinde olursa, Hak güçlenmiş olur. Bu doğru. Lakin gücü haksız yere gasp edenler, hiçbir zaman o güçle hakkı savunmazlar. Kur’an’da böyle bir mantığın Yahudileşmiş bir mantık olduğunu tescil ediyor.---Böyle diyenler lanetlendi, yani Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldılar. Yahudi kavmi lanetlendi, tüm İsrailoğulları lanetlendi değil. Öncelikle suçun şahsiliği esastır, genellenemez. Bu suçu işleyenler lanetlenmiştir. Daha genelde bu mantık lanetlenmiştir. Bu mantığı taşıyan herkes bu ilahi dışlanmanın kapsamına girer.---Allah sonsuzca cömerttir. Onun hiçbir şeye ihtiyacı olmaz, ama herkesin ihtiyacını o giderir, inkârında ısrar etse bile. Kimisini vererek sınar, kimisini alarak sınar. Nimetler bir bıçak gibi bir kılıç gibi çift taraflıdır, iki taraflı keserler. Doğru kullanılmadıklarında bir belaya dönüşebilirler.---“Biz onların arasına kıyamete kadar sürecek kin ve nefret bıraktık.” Hakikate uymamak için sürekli bahane imal eden bir mantığın sahibi mutlaka ve mutlaka kinini din edinmiştir.---“Yeryüzünde fesat için koşarlar.” Kendileri için kötü olanın insanlık için kötü olduğuna inanmazlar. Dahası yeryüzündeki varlıklarını, insanlara hakim olmakla açıklarlar. İşte bu var oluşlarını bir kibre, bir müstekbirliğe, bir böbürlenmeye, küstahça bir gurura endekslemektir, fesat çıkarmak.
65. Buradaki inanma, neye inanmış, kendi kitaplarına mı? Burada Kur’an’a inanmak gerekmiyor mu? Zaten kendi kitaplarına samimi olarak inanmış olsalardı, doğal olarak o iman onları Kur’an’a götürürdü. Ki, ,içlerinde samimi olanların Kur’an’a da inandıklarını görüyoruz.---İnsan hangi suçu işlemiş olursa olsun, Yahudi olsa bile Tevbe kapısının açık olduğunu beyan ediyor Rabbimiz burada. Aslında bu bir genel af çağrısıdır.
66. Bu ayet aslında bozdukları, tahrif ettikleri Tevrat ve İncil’de ki unuttukları hükümlere tekabül ediyor. Yani tüm hükümleri ile birlikte Allah’ın kendilerine gönderdiği orijinal mesajı uygulasalardı, eğer uygulasalardı tahrif olmazdı. Bir metni, bir öğretiyi tahriften korumanın en emin yolu onu hayata dönüştürmektir. Burada Müslümanlara da bir uyarı var. Eğer bir hükmü uygulamadan çıkarırsanız, bu elinizdeki öğretinin tahrife açık hale gelmesidir.---“Onlardan doğru ve adil bir yol tutanlar var.” Burada Kur’an süpürücülük yapmıyor. Mutlaka içlerinden iyileri bir tarafa seçiyor. Yani Hristiyanların ve Yahudilerin kendi inancında samimi olanları ile samimi olmayanları dahi Kur’an ayırıyor. Tabi bu iyi olan azı, o çokla birlikte düşünmemizi gerektirmiyor.
67. “Eğer bunu yapmazsan, Peygamberlik görevini yapmamış olursun.” İbaresini şöyle anlamak daha doğru olacak. Resulullah başta olmak üzere tüm müminlere verilen bu emanetin eksiksiz bir biçimde hayata dönüştürülmesi söyleniyor. Yukarıdaki ayetlerin akabinde gelmesi de ilginçtir. –Ey müminler bakınız Yahudileşen İsrailoğulları kendilerine verileni tam olarak uygulamayınca tamamı gitti. Şimdi sizde tam uygulamazsanız, tamamından olursunuz mesajı var.
68. “Ey Peygamber” hitabından sonra tekrar yukarıdaki ayetlerin bağlamıyla devam ediyor. Elinizde hakikatin belgesini tutuyor olmanız çok fazla bir anlam taşımıyor. O hakikati hayatınıza dönüştürmeniz gerekiyor. Elinizde sizin hastalığınızı iyi edecek bir reçete taşımanız, hastalıktan kurtulduğunuz anlamına gelmiyor. Ta ki o reçeteyi uygulayıncaya kadar. Eğer hayatınıza geçiremiyorsanız elinizde taşıdığınız şey, sadece tarifesidir. Yoksa ondan umulan fayda hasıl olmaz. Ayetin sonunda da Peygamberimizin ruh halini veriyor Rabbimiz. Onların imana girmemesi, tebliğe kulak tıkamaları Efendimizi ne kadar üzmüş ki, onlar için üzülme ibaresini kullanıyor.
69. Burada dikkat çekilmesi gereken, Kur’an tüm vahiylerin zirvesidir. Kur’an ruhi olgunluk projesinin en son, en mükemmel hitabıdır, tacıdır, vahiylerin ser tacıdır. Buna rağmen, önceki inanç mensuplarını Allah’ın rahmetinden mahrum etmeyen tek kitaptır. İlahi mesajın son zirvesidir.
70. Yani Kur’an’a ve Resulullaha direnen İsrailoğullarının, geçmişte kendi içlerinden çıkan peygamberlere daha iyi davranmadıklarını, gözler önüne seriyor Kur’an.
71. Yani onlar şu anda sana ve sana indirilen bu ilahi mesaja kör ve sağır davranıyorlarsa, bunu tabiat haline getirmelerindendir. Yüreklerinin gözleri görmez olmuş, yüreklerinin kulakları duymaz olmuş, onun için hakikate kendilerini kapatmışlar. Bunun temelinde yatan en büyük sebep de inanç kibridir. Hakikatin patentinin sadece kendinizde olduğunuzu sanmak.
72. Bu ayette sözü ehli kitabın diğer bölümüne, Hristiyanlara getiriyor.
73. Bu ayette teslis inancını reddediyor. Teslis, tüm ilahiyatların en açıklanamaz, en karmaşık, en anlaşılmaz problemidir. Bunu kendileri de açıklayamadığı için doğma denilmiştir teslise.
74. Özellikle Hristiyanlar için söyleniyor bu. Af kapısının Yahudilere olduğu gibi Hristiyanlara da açık olduğunu söylüyor.
75. bu ayette söylenmek istenen, peygamberlerinizi, sevdiklerinizi, velilerinizi severek iftira etmeyin, severek dışlamayın. İki şekilde dışlanır. 1. Nefret ederek, alçaltarak dışlarsınız. 2. Severek dışlarsınız. Örnek olmaktan çıkarırsınız. İlahlaştırdığınız zaman örnek olmaz zaten çünkü insanlar ilahları örnek alamazlar.—Yiyecekle beslenen nasıl tanrı olur.
76. Hz. Meryem ve Ha. İsa için kullanılan bu ifade, onların dışında sıradan insanlar için haydi haydi geçerlidir. Onun için büyüklerini yüceltenler, ululaştıranlar, uçuranlar özellikle bu ibareye dikkat etmeliler.
77. Dinde aşırılık yapmayın. Dinin sizin için koyduğu sınırları aşmayın. Aşarsanız fazla inanmış olmazsınız, aksine inancınızı tahrif etmiş olursunuz. Özellikle bu ümmete Rabbimizn uyarısı: sizden önceki sapmalara bakın, siz de onları izlemeyin.
78. 79. Yani “emri bil mağruf, nehyi anil münker” yapmamaları.
80. Birbirlerini uyarmamaları, onların sapmalarına sebep oluyor. Niçin birbirlerini uyarmıyorlar? Çünkü iyiliklerle kötülükler kol kola geziyor. Kötülerle iyiler iç içe geçmiş. Çünkü onların gözü kötülüklere alışmış oluyor.
81. 82. Müminlere sevgi bakımından yakın olan Hristiyanların teslisini Kur’an bilinçli bir kasıt içermediğini, rahiplerin ve keşişlerin gururdan ve kibirden uzak olmalarını gündeme taşıyor. Yahu ne olacak işte o da Müslüman değil, öteki de değil demiyor. İslam, insanlığa indirilmiş tüm vahiylerin ortak ismi olduğuna göre, bugünkü Hristiyanlık ve Yahudilik, İslam’da aşırı giden fırkalardır diyebiliriz. Kur’an Hristiyanlarla müşrikleri aynı kategoriye koymuyor. Onlara bir ayrıcalık tanıyor. Yahudileri de, Hristiyanlardan ayrı tutuyor. Buna gerekçe olarak da, ayetin sonunda onların içinde kibre saplanmayan, böbürlenmeyen din adamları vardır diyor. Dinde kibir; inancınızı kapalı bir inanç haline getirip, kendinizi kutsayıp, başkasını yok saymak, hiçbir hakikati kabullenmemektir. “İlmin Çin’de, ya da hikmetin doğuda ve batıda olduğunu kabul etmek. Biz bunu kabullenmiş bir peygamberin ümmetiyiz. Ama Yahudiler bunu yapmadılar. Kendileri dışında tüm hakikatleri yok saydılar. Onun için bu kitaba aşırı düşmanlık beslediler. Onlar için yeryüzünde tek din vardır, ırkı da dinin bir parçası sayan Yahudiliktir. Onun için Yahudilikte misyonerlik yoktur. Çünkü İsriloğullarına mensup olmayan Yahudi de olamaz. Bu cenneti, dini hatta Allah’ı ırkınıza tahsis etmektir.
83. Bu ayette muhatap, böbürlenmeyen, kibirlenmeyen rahipler ve Hristiyanlardır. Nüzul-ü sebebi; Habeşistan kralı Necaşi’nin, Resulullah’a gönderdiği 12 kişilik bir grup din adamının gelişidir. Bu bilginler Resulullah’ın mesajına açık bir yürekle geldiler. Kendilerini gönderen Necaşi, peygamber aşığı bir mümindi.
84. Yani biz niye Hristiyan olduk, Hakk burada diye. Eğer Hakk burada ise biz zaten Salihlerin arasında olmak istiyorduk. Mensubiyetimiz Hakk’adır, isme değil, ünvana değil, klişeye değil, yaftaya değil.
85. 86. Kur’an çift açılı çalışır. Müspet ve menfiyi hep ard arda getirir ki, iyi ve kötüyü, rahmet ve gazabı, cennet ve cehennemi aynı anda durduğunuz yerden seyredin. Ve doğru bir biçimde karar verin.
87. Hristiyanlarda genellikle din adamları sınıfı, keşişler, rahipler, rahibeler Allah’ın helal kıldığını kendilerine yasaklayarak garip bir çileciliği Allah’a ulaşma vasıtası saymışlar. Helalleri kendilerine yasaklayarak, Allah’a ulaşılır sanmışlar ve insanlığa da bunu önermişler. Evlenmeyin, yemeyin, içmeyin, çekilin bir kenara, kendinize bir mağara bulun gibi. İslam tarihinde de Osman bin Mazun, Hz. Ali, Ebu Zer-i Gıfari, Selman-ı Farisi gibi bir kısım sahabiler böyle bir hayata özenmişler ve kendi aralarında, et yememeğe, ailelerinden ayrılmaya, dağ başında mağaraya çekilip, gündüz oruç gece ibadetle geçirmeye karar vermişler. Bu olay Resulullaha intikal edince onları yanına çağırıp “sizden önceki bir takım toplumlarda kendi kendine işi zorlaştırdılar, Allah’ta onların durumuna baktı, onlara işi zorlaştırdı. Ben oruç tutarım fakat iftarda ederim, oruç tutmadığım günde olur. Allah’a ibadet ederim fakat ailemle beraber de olurum. Ben et de yerim. Ben size güzel bir örnek değil miyim?” buyurarak, onları azarlar.
88. Allah’a saygılı olun, iman ettiğiniz Allah’a saygılı olmak istiyorsanız, Allah’ın tasnif yetkisine tecavüz etmeğe kalkmayın. Eşyayı belirleme, iyi ve kötüyü belirleme, güzel ve çirkini belirleme, helal ve haramı belirleme hakkına tecavüz etmeye kalkmayın.
89. Yemin; Allah adına konuşmaktır. Allah adına konuşmak, insanı iliklerine kadar titretecek bir hadisedir. Allah adına konuşurken dikkat etmeli insan. Allah insan arasında ki ciddiyeti zedelememek için yaptığımız yeminlere dikkat etmemiz gerekir. Yeminleri ikiye ayırabiliriz. 1. Allah adına yapılan yeminler. Bunlarda üçe ayrılır. A. Kefaret gerektirmeyen yeminler. Ayetin başında geçtiği gibi. B. Kefaret gerektiren yeminler. Geleceğe ilişkin kişinin kendisini bağlayan yeminler. Konuşmayacağım, gitmeyeceğim gibi yapılan yeminler. Konuşursunuz kefaretini verirsiniz. C. Yalan yere yapılan yemindir ki, buna “yemin-i gamus” denir İslam fıkhında. Bunun kefareti olmaz. Yani keffaretle kurtulunamayacak ağır bir cürümdür, ağır bir suçtur. Bu yemininde tevbesi vardır, zarara uğrattığı kimsenin zararını telafi edecek. 2. Allah adına olmayan, Allah’tan başkası adına yapılan yeminler. Allah başkası adına yapılan yeminlerin dinde hiçbir geçerliliği yoktur. Hatta caizde değildir. Bu inançla ilgili bir problemdir.
90. Bu ayette Hristiyanlara bir gönderme var. Kendilerine helali haram kılarlar da, Allah’ın haram kıldığı içkiyi ibadet gibi içerler. Kendinize helali haram kılarsanız, haramı da helal kılmaya kalkarsınız, çünkü sınırları karıştırırsınız. MEYSİR; tüm şans oyunlarıdır. Yani kazanılınca bir şey elde edilen, kaybedilince de bir şey verilen her oyun. Aslında oyunun kendisi değil, oyunun sonucudur haram. ENSAB; putlar için verilen kurbanların üzerinde kesildiği taş. Daha geniş manada, Allah’tan başkası adına kurban sunmak. Burada yasaklanan da bu. Bu ayet içkinin yasaklanış sürecinin son ayetidir. Bakara 219 da yasak geldi. İkincisi Nisa 43.
91. Kur’an’ın üslubuna bakın; Allah insana emretmiyor aynı zamanda ikna ediyor. Niçin yasakladım biliyor musunuz diyor. Yani bundan benim bir çıkarım yok, senin için yasakladım.
92. Bu ayet Resulullahın imana zorlayamayacağını da ifade ediyor. Onun görevi sadece tebliğ etmektir. Zorla iman edilmez, ikiyüzlülük olur. Mümin olunmaz, münafıklık olunur.
93. Gerçekten ibare müthiş, iman edip, salih amel işlemeyi sürdürdükleri sürece diyor, yani samimi oldukları sürece.
94. Allah’ın koyduğu yasakların içerisinde bir kategori daha vardır ki, oda illetine bağlı olmayan, gerekçesi sırf insanı sınamak için olan yasaklar. Buda Allah kul ilişkisinde bu ilişkinin zirvesini teşkil eder.
95. Yasağın mahiyeti bu ayette anlaşıldı. Mekke ve çevresini doğal sit alanı ilan eden bir yasak. O beldeye hürmeten konulmuş bir yasak. Mekân-insan ilişkisine dikkat çekiyor ayet. Üzerinde bulunduğunuz mekânı mahvetmeyin.
96. 97. 98. 99. 100. 101. Bir mümin imanını ispat etmek istiyorsa, yediklerine ve içtiklerine varıncaya kadar onların iyi ve kötü standartlarının, Allah tarafından konulacağını, konulmasını, konulmuş olduğunu peşinen kabul etmesi gerekiyor. Bu ayetin nüzul sebeplerinden biri Peygamberimizin “Hac ile ilgili ayeti tebliğ eder.” Yalnızca tebliğ eder. Sahabelerden bir tanesi “Hac bize her sene mi farz Ya Resülullah.” der. Peygamberimiz bu soruya cevap vermez. Sahabi bir daha sorar sorusunu, yine cevap vermez. Üçüncü kez tekrar edince “Ben size herhangi bir şey söylemedikçe üzerime gelmeyin.” Der. Daha doğrusu bu noktada kendinize ek yükümlülükler getirecek bir takım işgüzarlıklara girişmeyin, buyurur.” Eğer “evet” cevabı çıksaydı ağzımdan size vacip olurdu, vacip olsaydı güç yetiremezdiniz, bu seferde inkar etmek zorunda kalırdınız, buyurur. Bu ayetin bizim için taşıdığı zamanlar üssü mana “Allah’ın sizin için koyduğu emir ve yasakların çerçeveleri ile oynayıp da, kendiniz için ek mükellefiyetler, ek sorumluluklar getirmeye kalkışmayın. Bu sınırları genişletmeye kalkmayın. Altından kalkamazsınız.---Kur’an’da Allah için gelen sıfatlar, kuldan yani insandan bağımsız kullanılmazlar. Bu şu demektir; Allah Gafurdur, Halimdir, size de Allah’ın gufran ve hilminden bir pay düşsün. Allah çok bağışlayandır, çok yumuşak huyludur, kaba ve katı değildir.
102. Cumartesi yağı ve Bakara olayı buna Kur’an’dan örneklerdir.
103. BAHİRE: cahiliye döneminde bir deve 5 kez doğurur, 5,si erkek olursa ona bahire derlerdi ve onu salarlardı. Sağmazlardı, kullanmazlardı, ona dokunmazlardı. Kutsal deve olurdu. Hinduların ineği gibi. Buna kimse de dokunmazdı. İşaret olsun diye de kulağını ikiye keserlerdi.
SAİBE: Bir adam, başına bir dert geldiği ve mesela hasta olduğu zaman, "İyileşirsem devem sâibe olsun" diye adar ve bahire gibi salıverir, ondan faydalanmayı haram ederdi.
VASİLE: koyun için bir kutsallaştırma. Eğer bir koyun hem dişi hem erkek yavrularsa, dişiden dolayı erkeği de kurban etmezlerdi. Dişiye cinsiyetinden dolayı bir noksanlık atfediyorlar. Bu mantığın arka planında yatan duyguyu hedef alıyor Kur’an. Bu da batıl inanç. Kişinin kendi kendisine, bir takım eşyaya kutsiyet atfetmesi, ya da uğursuzluk atfetmesi.
HAM: Bir erkek devenin dölünden on batın doğarsa, onun sırtını haram sayarlar ve hiçbir sudan ve otlaktan menetmezler, "onun sırtı yasaklandı" derlerdi ki "hâmî", "hâm" da budur.
İnsanların emrine verilen hayvanlar ortalıkta başıboş dolaşıyorlar. Kimse onlara dokunamıyor. Yenilmez, binilmez, sağılmaz, kesilmez kutsal bir varlık oluşları yeriliyor Kur’an’da. Bunların tamamı şu anlama geliyor. 1. Allah’ın kutsal kılmadığını, kutsal kılmak. 2. Batıl inanç taşımak, eşyaya Allah’ın vermediği bir takım sıfatlar vermek. 3. Eşyayı amacı doğrultusunda kullanmama.---Bakın yukarıda sardedilen bu düşünceler eğer kafanızı kullanırsanız sizin aleyhinizedir deniyor.
104. Bakınız biraz önceki o temel davranış bozukluğu, o temel bakış açısı bozukluğu daha arka planda yatan bir yanlışa dikkat çekiyor Kur’an. Burada şunu demek ister Kur’an “Hakikatin merkezine sadık olanı değil sabık olanı yerleştirmek, bir şey değerini eskiliğinden almaz, kıdeminden almaz, babalardan almaz, nesepten almaz, işte Kur’an’ın eleştirdiği yamukluk burada. Kur’an’da peygamber örnekleri boşuna değil. Nuh, çocuklarıyla, İbrahim babasıyla, Lut karısıyla, Asiye kocasıyla imtihan olmuşlardır.
105. Yani siz öncelikle kendiniz, kendi duruşunuz, Allah karşısındaki bireysel duruşunuzdan sorumlusunuz. Onun için duruşunuzu düzeltmekle başlayın işe. Toplumsal bir sapkınlık sizin için mazeret olmamalı. Ne yapayım dememelisiniz. Yani kendi yamuk duruşunuza, toplumun yamuk duruşunu bahane göstermeyin.
106. Bu ayeti kerimede ölmeden önce mirasın yapılmasını, gerekirse iki şahit bulunmasını emrediyor Kur’an. “Velev kane la za kurba” akraba hatırına da olsa, babalar hatırına hakikatten sağılmazsa, akraba hatırına hiç sapılmaz. Burada her halükarda duruşunuzu Allah’a göre ayarlarken, Hakkı üstün tutun. Adaletin ifası için dinsel aidiyet, dini kimlik aranmaz. Aslolan hakikatin ortaya çıkmasıdır. Bu noktada hâkli kimse üstün odur.
107. Bu ayette yeminin formu üzerinde durmasının amacı; Allah adına yapılmasıdır. Allah adına yapılmayan yemin, yemin değildir.
108. Şahitlik müessesesinin üzerinde durmasının bir nedeni var. Oda adalet. Düşünün, krimonolojinin pek gelişmediği, iyi kontrol edilmediği, suç unsurlarının tespit edilmesinin zorlandığı yarı göçebe bir toplumda, tüm adaletin gerçekleşmesi şahitlerin omuzuna biniyordu. Buradan biz neyi anlayacağız; hükümlerde Kur’an’ın adalete verdiği önemi.
109. Allah o gün Peygamberlere tebliğ ettiniz mi? Diye soracak. Ümmetlerine de size tebliğ edildi mi diye soracak. Ve toplumunuz size ne cevap verdi diye de sorulacak.---yaratıkların idrakini aşan, gayba giren tüm şeyleri yalnızca sen bilirsin diyecekler.
110. Bu ayetteki bu hatırlatmalar, Hz. İsa ile Rabbi arasında değil; Hz. İsa’ya inanlara dolaylı bir göndermedir. Yani sizin inandığınız insanın, sizin ona atfettiğiniz şirkle, sizin ona atfettiğiniz misyonla hiçbir alakası yok. Dolayısıyla siz inandığınız insana olan sevginizi, ona olan kötülüğe dönüştürüyorsunuz. Sevgi ile cinayet işliyorsunuz.
111. Ayetin sonundan anlıyoruz ki; yukarıdaki talep aslında kabul görmemiş bir taleptir.
112. 113. 114. 115. MÜNEZZİLÜHA; ibaresinin arap dilinde şöyle bir nüansı, farkı var. Ben zaten onu size hep gönderiyorum. Demek ki insan garipliğe bakıyor. Mucize istemenin en tehlikeli noktası da budur işte. İstenilen mucizeye inanılmadığı zaman azap gerçekleşmiş olur. Fatura kesilmiş olur. Onun için Peygamberler, toplumlarının mucize istemelerine karşı daima tetikte olmuşlar, bunu pek sıcak karşılamamışlar. Çünkü mucize isteyiş, Allah’ın normal olarak davetini kabul etmeyip, anormal bir takım belgeler, mevcut belgeleri reddetmek anlamına geliyor.
116. 117. 118. 119. 120.

Osman Erdoğmuş
Kayıt Tarihi : 20.7.2018 21:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Osman Erdoğmuş