Mahmut Özkoca Şiirleri - Şair Mahmut Özkoca

Mahmut Özkoca

bedenim sadık bir köpekti

ruhum metresin

gözlerimiz hep gülecekti

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

Bir yokmuş, hep yokmuş, hiç olmamış.. Evrenin bir gezegeninde, gezegenin bir ülkesinde kendi çıkarını düşünmeyen, akıllı, iyi kalpli insanlar yaşarmış. Bu ülkenin kralı da tıpkı insanları gibi iyi kalpli, akıllı ve kendi çıkarını düşünmezmiş.

Ülkede insanlar sabahları işlerine giderken, birbirlerine “iyi sabahlar efendim, sağlık afiyettesinizdir umarım” gibi güzel sözler söyler, yüzlerinde de hep tebessüm olurmuş. Kral da sabahları evinden dışarı çıkar çevresindeki işyerlerini ziyaret ede ede onların hatırlarını sora sora, bir sıkıntısı olanı var ise paylaşa paylaşa tezgâhının başına gider imiş. Bizim kral bir seyyar satıcıymış. Koca ülkenin kralı seyyar satıcı mı olur demeyin. Bu ülke de tüm insanlar dürüst, çalışkan, akıllı, erdemli insanlarmış. Kral olanla olmayanı kimse ayırmazmış. Kral olmak için de kimse çaba harcamazmış. Çünkü kral olmak aslında bir cezaymış. Bizim kral da bir gün yolda gördüğü kirli gri pis bir kediyi sevmeden ona şefkat göstermeden geçip gitmiş de sonra hatasını anlayıp ülkenin halk meclisine durumu anlatıp “ey beni kendilerinden ayrı görmeyen dürüst kardeşlerim bir hata yaptım, gri pis bir kediyi okşamadan, ona şefkat göstermeden geçip gittim. Bana ceza verin” demiş de, halk da ona ceza olarak, “bundan sonra kral olacaksın ve halk seni gördüğünde, şefkati, merhameti ve sevgiyi hatırlayacak” demiş. İşte böyle kral olmuş o gün bugündür.

Ülkenin adı tüm gezegende duyulmuş. Bir gün bizim ülkeye bir heyet gelmiş. Heyetin başındaki adam bizim kralın sarayını sormuş. Adı Mustafa olan bir halk “ buyur saray mı dediniz? Saray da ne ola ki, bizim kral sarayda oturmaz, sizin adınız nedir” demiş. Heyetin başı “benim adım YALANCI” demiş. Mustafa “YALANCI ha o ne demek bizim buralarda hiç böyle isim yok.” YALANCI; “yalan söyleyen, hile yapan, fitne, fesat çıkaran, dedi kodu yapan, insanlar arasında bozgunculuk, bölücülük yapanlara verilen addır” demiş. Mustafa; “hımm neyse, bizim kral orada duruyor bak” deyip YALANCI’yı kralın yanına göndermiş. YALANCI, kralın yanına geldiğinde hayret etmiş seyyar satıcı olmasına ve demiş; “siz bu kadar zenginliği olan bir kralsınız, saraylarda yaşamak, saltanat sürmek varken, ne diye böyle ırgat gibi çalışıyorsun” kral, heyete; hoş geldiniz, dedikten sonra şunları söylemiş; “krallığı bana halk verdi. Bana krallığı kim verdiyse kral odur. Gerçek saray ise halkın kalbidir. Saltanat sürmeye gelince; ben dürüst, şefkatli, merhametli ve paylaşımcı oldukça halkın kalbinde saltanat sürerim hem öldükten sonra bile” demiş. Bu sözleri duyan YALANCI’nın içinde bir gariplik olmuş ve demiş ki; ” ey yüce kralım izin verin ben de sizin ülkenizde yaşayayım. Sizler gibi mutlu ve huzurlu olayım.” Kral, “bizim ülkemizin kapısı herkese açıktır buyurun” demiş. O günden sonra YALANCI, kralın ülkesinde yaşamaya başlamış. Önceleri o da seyyar satıcılık yapmayı denemiş, olmamış. Başka işler denemiş olmamış. Baktı ki bu ülkede herkes dürüst, kendisi iş yapamayacak, azar azar tezgâhında sattığı ıspanaklara morfin sürmeye başlamış. Halk ıspanakları sürekli tüketir olmuş. Kralın tezgahından halk alış veriş etmez olmuş. YALANCI bununla da kalmamış, zencefillere, dereotuna ve her sattığı sebzeye uyuşturucular koymuş. Kralın işleri iyice bozulup aç kalmış. Bir gün YALANCI’ya “ sizin sattığınızla benim sattıklarım aynı niye sizinkileri alıyor halk anlamadım” demiş. YALANCI da; kralım alın siz de satın, sizin yardımınızı çok gördüm vaktiyle” demiş. Kral sebzeleri satmaya başlamış. Bu arada YALANCI seyyar satıcılığı bırakmış daha büyük işler yapmaya başlamış ve “kral, sattığı sebzelere morfin koyuyor sizleri aldatıyor, uyuşturuyor, kralınız sizin iyi niyetinizden istifade ediyor, sizin şefkatinizi, merhametinizi hak etmiyor” diye söylentiler çıkarıyormuş. Halk da beyni uyuştuğundan ne yaptığını bilemez olmuş ve bir gün halk kralı öldürmüş. Bizim ülkede “öldürmek” ne demek, kimse bilmezmiş o güne kadar. Kralın ölümüyle birlikte ülkede kimse kimseye selam vermez, iyi sabahlar demez, hatır sormaz, yardımlaşmaz olmuş. Ülkenin tüm zenginliklerinin sahibi YALANCI, bununla da kalmayıp kedini kral ilan etmiş. Bizim kralı, adına sürülen lekeden kurtarmaya çalışan olamamış, tüm halk uyurgezer olmuş. Başlarındaki YALANCI kral, ülkenin tüm insanlarını kendine benzetmiş. Ülke karışıklıklar içerisine düşmüş. Tüm bunlar olurken Mustafa, ticaret için gezegenin bir başka ülkesindeymiş, kendi ülkesine dönüp halkın ve kralın başına gelenleri öğrendiğinde o koca ülkede doğruyu bilen ve yapacağı şeyi bilen bir tek kendisi olduğunu anlamış ve “halkımı YALANCI’ dan kurtarmalıyım, kardeşlerim yine mutlu, huzurlu yaşamalı, kralımızın adını temize çıkarmalıyım” demiş...

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

sensizlik sessizliği örtüyordu
karanlık karanlıkta kalıyordu
içimde çığlık susuyordu
suskunluğum içimde bağırıyordu...

sessiz sedâlı bir gemi gidiyordu

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

(Hocaya; senin hatun Geziyor, demişler.
Hoca; hayır o kadar
Gezseydi bizim eve de
Uğrardı, demiş)

Bu akşam ben de dolaştım

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

Bir varmış bir yolkmuş. Yeni zamanlarda bir şehrin uzak bir köyünde bir medresenin Falanca Bey’i varmış. Bu Bey, beraber çalıştığı insanları hiç dikkate almazmış. Padişahın emirlerini kendi anlayacağı hale getirmeden ve istediği sonucu alacağından emin olmadan kimseciklere söylemezmiş. Hatta bazen ne söyleyeceğini de unutur diğer halk mağdur olurmuş.

Köyün ahalisi medresede eğitim-öğretim gören çocuklarından bihaber yaşar, onların ihtiyaçlarını görmezler, neden? Diye soranlara da “akçemiz yok ki? ” derlermiş. Ama boşa harcadıkları akçeleri söylemezlermiş. Medresedeki çocuklar pırıl pırıl gözlerle muallimlerine bakar ilim öğrenmek için çırpınırlarmış.

Gel gelelim medresenin uzun yıllardır Bey’i olan falanca Bey, hep güleç yüzü ile herkese mavi boncuk dağıtırmış. O yüzden kimseler de medresede ilim öğrenmek için bekleyen çocukları görmezmiş. Orada okuma yazma- bilgi öğrenmek isteyen sübyanların kimilerinin ayaklarında giyecekleri çarıkları bile yokmuş. Muallimlerin bazıları kendilerine verilen akçelerin bir kısmı ile sübyanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırmış ama falanca bey “bunlara çok yüz vermeyin, bunlar adam olmaz” dermiş.

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

imparatorluğun çöküşü... film içinde film oynanıyor. bu çöküşün ardında hiç bir şey ümit ışığı yakmıyor...

işte, bu yüzden şairim bugün!

kara gözlerinde bütün bir evreni görmüş olmam ve o evreni bir şişe şaraba değişmemi nasıl anlatabilirim?

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

güzeldi, güzeldili günleri anmak,
uzun sıyah saçlarını özgürlüğüne bırakman güzeldi
boğazıma düğümlenen kelimeler tutsak,
ellerimizi gözlerimizden akan yaşlara açmak,
keşkeli günlerin ıstırabını yaşamak,
ne kadar korkunç bir duyguydu, yine de güzeldi.

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

gelin insanlar aşka gidelim

muhabbete şevke gidelim

şarabın kanıyla yıkanıp

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

iyi geceler

iyi uykular

güzel rüyalar gör..

Devamını Oku
Mahmut Özkoca

Bir varmış bir yokmuş, yeni zamanlarda evrenin bir gezegeninde, gezegenin bir yerinde büyükçe bir ülke varmış bu ülke kocaman bir denizin ortasındaymış ve o gezegendeki başka ülkelerden çok uzaklardaymış. Ülkenin kralının yüzünde bir maske varmış, kralı maskesiz hiç kimse görmemiş. Kral çok zalimmiş fakat zalimliliğini öyle güzel gizlermiş ki herkes onu görünce elpençe divan durur “haşmetli kralıma boynum kıldan incedir, efendim kimler gelmiş buyursunlar, kral hazretleri evim arazilerim her şeyim size feda olsun” derlermiş.

Kral uçan halısına binip başka ülkelere gittiğinde, gittiği ülkelerde o ülkelerin kralcıkları yüzlerini yerlere sürer başlarını eğmekten buyunları tutulurmuş. Kralcıklar kendi ülkelerindeki insanların kazandıklarını zalim krala verirmiş. Zalim kral bütün dünyaya eşitlik getirecekmişmiş. Herkes ona inanmak istermişmiş. Çünkü kralcıkların ülkelerinde insanlar düşünme özürlüymüş. Neden? Nasıl? Gibi soruları sormazlar, hep ne gelirse tanrıdan gelir, derlermiş. Böylelikle iyice tembelleşmişler. Tembellikle de kalmamışlar ellerindeki tarım arazilerini küçük küçük parçalar halinde satmışlarmış. Yıllar sonra o küçük küçük satılan araziler öyle büyümüş ki zalim kral artık o ülkelerin de kralı gibi olmuş. Oysa zalim kral kendi ülkesindeki insanları siyah beyaz diye ayırırmış, aynı yerlerde oturtmazmış. Siyahları daha insan bile görmezmiş. Siyahlara işkenceler yaparmış. Hayvanlara yem yaparmış. O sıralar zalim kralın ülkesinde siyah bir kadın ilk defa özgürlük hareketini başlatmış.

Gezegenin ortalarında ise üç tarafı denizlerle çevrili yeşili mavisi ile çok şirin bir ülkede insanlar mutlu yaşarmış. Başlarında ise kral yokmuş. Bu ülkenin insanları mavi gözlü sarışın, çok mu çok zeki, çocukları çok seven onlara bayramlar yaptıran, halkının mutluluğu için önce kendi çalışan biri varmış bu adamı herkes çok severmiş. Zalim kral ne yaptıysa bir bu ülkeyi ele geçirememiş. Bu arada zalim kral hakkında şunlar söyleniyormuş: (zalim kral var ya, pisikopatın tekidir ha./ yok ya o çocukken damdan düşmüş de kafası kırık./ yok yok o kendini tanrı sanıyor.) bunun gibi şeyler işte.

Devamını Oku