MAHALLEDE CİNAYET
Hayat bizlere hiç beklemediğimiz anlarda öyle olaylar yaşatır ki şaşar kalırız. He zaman güzel ve tatlı değildir yaşanan olaylar. Bazen acı ve dehşet dolu olaylar da yaşanır ve anısı yıllarca belleğimizde saklı kalır. Hiç kimse bir saniye sonra ne yaşanacağını bilemez.
Sıcak bir yaz gününün öğle sonrasıydı. Olaylar zamanın ruhuna uygun akarken mahallemizdeki yaşları on, on beş civarında olan bir gurup kız ve erkek çocukları saklambaç oynuyorlardı. Ben henüz okula gitmiyordum, sanırım altı yaşındaydım. Oynayanlar arasında dokuz yaşında olan ablam da vardı, küçük olduğum için beni oyuna almamışlardı. Ebe seçilip oyun başlayınca hepsi koşmaya ve saklanacak yer aramaya başladılar. Benden peşlerinden koşmaya başladım ve oyun oynanan yerden bir hayli uzaklaştık. Bayırdan aşağıya inip diğer sokağın başına geldik. Niyetleri alt sokaktan dolaşıp ebe onları yukarıda ararken alt sokaktan gelip ebelemekti. Tam yokuş yukarı koşmaya başladığımızda sokağın başından silah sesleri gelmeye başladı. Silah seslerine çok yakındık ama sokakta dönemeç olduğundan ne olduğunu göremiyorduk. İçimizde en büyük olan komşumuzun oğlu Günay ağabey, çocukların hepsinin boş olan bayır arsadan yukarıya koşmalarını istedi. Ben geride kaldım ve bayırdan çıkamayacağımı anlayınca korkudan bir çığlık atıp ağlamaya başladım. Günay ağabey geri dönüp beni kolumdan yakaladı ve yukarıya çekti. Silah sesleri kesilmiyor, kulaklarımızda yankılanıyordu. Sokak barut kokusu ve dumanla dolmuştu. Biz bir dakika önce o sokağa girmiş olsaydık, mutlaka kurşunlar bize de gelebilirdi. Bütün çocuklar oyunu unutup arka sokaklardan evlerine kaçtı. Biz ablamla elele tutuşup evimize doğru koşmaya başladık. Bir baktık ki olay bizim eve elli metre uzaklıkta olmuş. Olay yeri, koşa koşa gelen polis ve jandarmalarla dolmuştu. Bir amca biz yaşananları görmeyelim diye yolumuzu kesti, arka sokaktan dolaşmamızı söyledi. Ablam hemen beni arka sokaktan dolaştırıp evimizin önüne getirdi. Minicik yüreğimin gümbürtüsünü hissediyordum, çok korkmuştuk. Eve gelince kapının arkasında bekleyen annem bizi hemen içeriye aldı, ağlayarak bize sarıldı. Parmağıyla damağımızı kaldırdı (Ne için yapıldığını bilmiyorum) su içirdi: “Çabuk içeriye girin, çok kötü şeyler oldu” dedi. Annem çok kötü durumdaydı, olayın şokunu yaşıyordu. Durmadan ağlıyor, bütün vücudu titriyor, bir yandan başına kolonya döküyordu. (Sanırım tansiyonu çıkmıştı) Annem bizim camdan dışarıya bakmamıza bile izin vermiyordu. Biraz sonra olay bütün Mudanya’da duyulmuş ve babam koşarak eve gelmişti. Annem ağlayarak gördüklerini anlattı. Annemin perişan halini gören babam teselli etmeye çalıştı: “ Hepimize geçmiş olsun hanım. Sizin evin orada cinayet işlenmiş dediklerinde çok korktum. Bunların kan davaları varmış, ölenler daha önce hasımlarını öldürmüşler” deyip annemi lavaboya götürdü, yüzünü yıkadı. Annemi divana yatırdık, babam başından ayrılmıyor, biz de kardeşimizi oyalıyorduk. O yaşa kadar cinayet kelimesini hiç duymamıştım. Mudanya sakin bir kasabaydı o zamanlar, ufak tefek olaylar dışında bir vukuat yaşanmazdı. Yaşadıklarımızdan sonra cinayetin ve ölümün ne olduğunu çok iyi anladım. Babam bu konuyu annemize sormayı, hatta evde konuşmamızı bize yasakladı. Anneme de gördüklerini kimseye anlatma, şahit yazarlar diye tembih etti. Biz de bir daha annemizle bu konuyu ne sorduk ne konuştuk çünkü annem yine kötü oluyordu. Meğer rahmetli anneciğim, olayın olduğu anda günlük işlerini bitirmiş, kardeşimi de uyuttuktan sonra üst kattaki deniz manzaralı misafir odasına çıkmış. Camı açıp derin nefesler alarak yorgunluğunu atmaya çalışıyor, bir yandan şeftali yiyormuş.. Bizim evimizin karşısında babaannemin depo olarak kullandığı tek katlı bir evi ve boş bir arsası vardı. Evin önü açık olduğundan, manzaramız çok güzeldi, kuş bakışı Boz Burun ve gelip giden bütün gemiler, motorlar görünürdü. Ana caddeye inen dik merdivenler de hemen bizim evin alt tarafındaydı. Annem dışarıyı seyrederken köylü kıyafetli, kasketli bir adamın koşarak dik merdivenlerden çıktığını görmüş. Adam gelmiş, yolun ağzındaki komşunun duvarının arkasına saklanmış. Annem bu yabancı adam niye buraya saklandı diye düşünürken bir bakmış, sokağın alt tarafından iki Jandarma ve iki tane de elleri kelepçeli mahkûm yokuştan yukarıya çıkmaya başlamışlar. ( Ceza evi, Harman Tepe de olduğundan bütün mahkûmlar mahkeme gidip gelirken bizim önümüzden geçerdi. O zaman cezaevinin aracı yoktu). Mahkemeden çıktıktan sonra pusu kuran adam, birden hasımlarının karşılarına çıkıp çift tabancayla ikisini de kurşun yağmuruna tutmuş. Yaralanan mahkûmlar yere düşünce kurşunu biten adam, bıçağını çıkarıp yerde can çekişen yaralıları bıçaklamaya başlamış. Jandarmalar ilk şaşkınlıkları geçince havaya ateş açıp yardım çağırmışlar ama o arada olanlar olmuş. Annem hiç beklemediği bir anda, çaresizce ve şaşkınlıkla film seyreder gibi gözünün önünde yaşanan olayı görünce gözleri kararmış, şeftali elinden düşmüş. Bizim sokakta olduğumuz aklına gelince iyice paniklemiş ve hemen aşağıya inmiş. Kardeşim silah seslerinden korkup ağlayarak uyanmış. Biz eve gelince yüreğine biraz olsun su serpilmiş. Ertesi gün annem biraz sakinleşmişti bizim yanımıza geldi: “Bugün sokağa çıkmak yok, camdan bakmak yok. Evde oyun oynayacaksınız” dedi ve yemek yapmak için üst kattaki mutfağa gitti. Alt kattaki oturma odasında ablam, kardeşimin salıncağını sallıyor ben de açık pencerenin önünde oturuyordum. Birden sokağın üst kısmından tıkır tıkır nal sesleri gelmeye başladı. (O zamanlar köy yolları ve oraya gidecek araç bile yoktu. Köylüler satacakları ürünleri at, ve merkeplere yükleyip getirirlerdi). Sokaklar Arnavut kaldırımı olduğundan çok ses oluyordu. Ben usulca odadan çıktım ve sokak kapısını aralayıp dışarıya bakmaya başladım. Kapının önünden altı tane atlı geçti. Önde kasketli iki genç adam, ortada siyah feraceli iki genç kadın vardı. Arkadaki atlara da yine kasketli iki genç adam binmişti. Mudanya’ya uzak bir köyden gelmişlerdi. Ben onları görünce hemen dışarıya çıktım ve peşlerinden gittim. O gün o siyah atlar bana ne kadar yüksek gelmişti ve üzerinde oturanlar ne kadar üzgündü. Tam olay yerinde durdular, hepsi atlarından indiler. Yere çömelip sessizce ağlamaya, sıcaktan yerdeki kuruyan kanları elleriyle sevip okşamaya başladılar. Şalvarlı, feraceli, genç kadınlar eğilip kanları öptüler, adeta gözyaşlarıyla yıkadılar. Yaşım küçüktü ama gözlerinden akan her damlanın yüreklerinden koptuğunu anlamıştım. Karşı duvarın kurşunlardan delik deşik olduğunu görünce çok korktum. Ben de sessizce onları izleyip ağlamaya başladım. Sokakta onlardan ve benden başka kimse yoktu. Herkes tekrar çatışma olur diye korkmuştu. Gelenler hiçbir taşkınlık yapmadan yeniden atlarına bindiler. Başları dimdik, gözleri yaşlı ve üzgün bir şekilde yola revan oldular. SONRA NE OLDU HİÇ BİLMİYORUM. NOT: ANNEMİN Hiper tansiyon hastası olduğunu çok sonra öğrendik. Belki bana inanmazsınız ama rahmetli annem çok korkup üzüldüğü zaman büyük tansiyonu 30 olurdu: “BU TANSİYON BANA O CİNAYETTEN YADİGÂR KALDI. O GÜN DE AYNI BÖYLE OLMUŞTUM ”derdi. Ve ömür boyu ne yazık ki bu olayı belleğinden silemedi.
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 9.1.2021 17:42:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İnci Germenliler](https://www.antoloji.com/i/siir/2021/01/09/mahallede-cinayet.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!