Hayat, bazen planladığımız gibi gitmez. İnsan psikolojisi de çoğu zaman bu belirsizliklere uyum sağlamaya çalışırken zorlanır. İçimizdeki düzen, dışarıdaki kaosla çarpışır. Kimimiz bu çarpışmada güçlenir, kimimiz ise yıpranır. Ama aslında her ikisi de aynı gerçeği fısıldar: insan, kırıldıkça yeniden şekillenir.
Her duygu bir mesaj taşır. Kırgınlık, bize nerede sınır koymamız gerektiğini öğretir. Öfke, değerlerimizin çiğnendiğini hatırlatır. Hüzün, içimizde hâlâ sevgiye dair büyük bir kapasitenin var olduğunu gösterir. Ve sevinç… o da hayatın, bütün bu fırtınalara rağmen hâlâ yaşanmaya değer olduğunu kanıtlar.
Hayatın düzeni, göründüğünden çok daha derindir. Bazen karşımıza çıkan insanlar, en büyük sınavımız olur. Bazen de en umutsuz anlarımız, en güçlü yanlarımızı ortaya çıkarır. Psikoloji bize der ki: “İnsan, yaşadıklarının toplamı değildir. Onlara verdiği anlamın toplamıdır.” İşte tam da bu yüzden, yaşanan her şeyin içinde gizli bir dönüşüm fırsatı vardır.
hayatta herkes sana öğüt verir ama çoğu kendi yaşamadığını konuşur. Sen zaten çok şey yaşamış, çok şey görmüş birisin. O yüzden sana acı gerçekleri söylemekten çekinmeyeceğim:
Artık kimsenin senin hayatını yönetmesine, kararlarını etkilemesine izin verme.
Kimse senin geleceğini ellerinde tutamaz; ne ailen, ne dostların, ne de “sevgim” dediğin insanlar. Sen kendi hayatının direksiyonuna geçmezsen, direksiyon hep başkalarının elinde olur ve sen hep “neden böyle oldu” diye şikâyet edersin.
Hayatın birinci kuralı şudur: “Bahane yok.” Ne yaşadıysan yaşadın, ne kadar acı çektiysen çektin. Bunları kabullen, evet. Ama bunların arkasına saklanarak “ben böyle oldum” deme. Kendine “evet, böyleydim ama artık böyle değilim” deme cesareti göster. Senin geçmişin senin bahanen değil, tecrüben olacak.
İnsanlar bir anda mutsuzluğa sürüklenir çünkü zihin, geçmiş acıların yankısını aniden hatırlatır. Psikolojik olarak mutluluk, bazıları için güvensiz bir duygudur; uzun sürmeyeceğine inanırlar ve bilinçaltı, mutluluğu sabote eder. İçlerindeki huzursuzluk, sessiz anlarda fısıldar: "Bu kadar mutlu olamazsın." Ve o an, karanlık duygular sessizce geri döner.
Bazen kendime soruyorum… Neden hâlâ buradayım? Neden hâlâ onu bekliyorum? Kalbim hâlâ ona bağlı ama ruhum her seferinde biraz daha yoruluyor. Sanki içimde iki ben var: biri hâlâ umut ediyor, sevgiye inanıyor; diğeri ise yavaşça tükeniyor, yıpranıyor, kırılıyor.
Her “seviyorum” dediğinde içim kıpır kıpır oluyor, ama aynı anda anlıyorum ki sözler sadece söz… Gerçek yok. Gerçek, eksik kalan çabada, suskunluğunda, küçük şeyleri büyütüp bana ağır sözlerle dönmesinde. Her tartışmadan sonra biraz daha küçülüyorum.
Yoruldum… Yoruldum anlatmaktan, açıklamaktan, beklemekten. Yoruldum kalbimi sürekli savunmaktan, kendimi değersiz hissetmekten. Bazen düşünüyorum, sevgi böyle mi olmalıydı? Huzur vermeli, güven vermeli, ışık olmalıydı… Ama ben onun yanında karanlıkla doluyorum.
İnsan ruhu, bazen mevsimler kadar değişken, bazen de fırtınalar kadar serttir. Bugün seni gülümseten bir yüz, yarın sana en derin yarayı açabilir. Kimisi kendi içindeki karanlıkla boğuşur, kimisi ise karanlığını başkalarının üzerine gölge gibi bırakır.
Ve en acı tarafı şudur ki; kötü kalpli insanlar, çoğu zaman kendilerinin ne kadar zarar verdiğini bile umursamaz.
İnsanların değişkenliği, sana başta anlam veremediğin bir hayal kırıklığı gibi gelir. Bir bakarsın dost sandığın kişi, bir anda yabancı oluvermiş. Bir bakarsın “iyi” dediğin yüz, gözlerinin önünde maskesini indirir. Bu durum seni kırar, ama seni bitiremez. Çünkü artık bilirsin ki herkes senin kalbin gibi değil.
İşte gelişim tam da burada başlar…
Bugün kendimi bir rüyanın içindeymişim gibi hissettim. Yeşillikler arasında özgürce koşan bir atın üzerindeydim. Kalbim heyecanla doluydu, gözlerimde umut parlıyordu. Her şey o kadar huzurluydu ki, “İşte bu!” dedim. "Hayat böyle bir şey olmalı..." Ama sonra kontrol elimden kaydı. Yol değişti. Tanımadığım taşlı bir patikaya saptım. Korktum. “Ya geri dönemezsem?” dedim kendi kendime. O anda kayboldum sanmıştım, ama aslında kendime yaklaşmaya başlamıştım. Çünkü insan ancak korkularla yüzleştiğinde gerçek yolculuğa başlar, değil mi? Ve ne oldu biliyor musun? Yalnız değildim. Sevdiklerim bir yerden bana uzandı. O an anladım: Bu dünya hem cesaretle hem de sevgiyle yürünecek bir yol. Artık biliyorum, her kayboluş bir dönüşüm olabilir. Her taşlı yol, daha sağlam adımlar içindir. Ve ben... bu yolculukta hem yalnızım, hem de hiç değilim.
Bazen düşünüyorum… Kalbim neden hâlâ onun için atıyor?
Oysa yanımda değil, çabası yok, sözleri bile bazen silah gibi…
Ama hâlâ bağlıyım, hâlâ umut ediyorum.
Sevgi dedikleri şey, beni bu kadar yıpratmalı mıydı?
Her “seni seviyorum” dediğinde içim titriyor, ama aynı anda kırık bir dal gibi sallanıyor ruhum.
"Sahi, Biri Sorsa Nasılsın Diye?"
Bana kimse “Nasılsın?” demedi uzun zamandır.
Sahi… sorsalardı ne olurdu biliyor musun?
Belki de oturur, saatlerce ağlardım.
Belki de “iyiyim” diyemezdim bu kez.
Büyümek, sadece yaş almak değil; duygularımızı tanımak, anlamak ve en önemlisi onları yönetebilmektir. Gerçek büyüme, dış dünyanın sesini kısmaya başladığımızda, iç sesimizi dinlemeye cesaret ettiğimizde başlar. İnsan, kendine döndüğünde hayatın asıl anlamını keşfeder. Başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyi bırakıp, kendi iç dünyamıza yöneldiğimizde hayat çok daha sade, çok daha huzurlu bir hâl alır. Kendini anlamayan bir insan, ne yazık ki dış dünyanın sevgisini ve anlayışını da tam anlamıyla hissedemez. Oysa her şeyin başı, kendimizi sevmekten geçer. Hatalarımızla, doğrularımızla, eksiklerimizle ve fazlalıklarımızla… Olduğumuz hâliyle kendimizi kabul etmek, hayattaki en büyük güçlerden biridir. Çünkü biz genellikle sadece hatalara odaklanırken, yaşamın bize sunduğu güzellikleri görmezden geliriz. Oysaki evren, bize her gün küçük mucizeler fısıldar. Yeter ki nasıl baktığımızı değiştirelim. İçimizde taşıdığımız ışık, kimsenin söndürmesine izin verilmemesi gereken bir kıvılcımdır. Ne olursa olsun, kim olursa olsun; sizin ışığınızı elinizden alamaz. Ancak siz izin verirseniz… Unutmayın, sizi en iyi siz anlarsınız. Ve yine sizi en çok siz yükseltebilirsiniz. Kendinizi sevin. Kendinizi her alanda destekleyin. Bugününüz bir daha geri gelmeyecek. Zaman hızla akıyor ve siz hâlâ kendinize haksızlık ediyorsanız, durun. Derin bir nefes alın ve sadece ne yapmak istediğinize odaklanın. Çünkü insan, kendine inandığında başaramayacağı şey yoktur. Ne olursa olsun umudunuzu kaybetmeyin. Her yeni gün, yeni bir başlangıçtır. Ve siz, bu hayat yolculuğunda en kıymetli yol arkadaşınızsınız.
Bana kimse “Nasılsın?” demedi uzun zamandır. Sahi… sorsalardı ne olurdu biliyor musun? Belki de oturur, saatlerce ağlardım.Belki de “iyiyim” diyemezdim bu kez. Belki de içimde biriken ne varsa, kelimelere dökülürken gözyaşına karışırdı. Çünkü iyi değilim bazen. Ve bunu kimse fark etmiyor. Kahkahamı duyuyorlar ama çığlıklarımı duymuyorlar. Gülüşümle kandırıyorum herkesi ama kendimi kandıramıyorum. O kadar alışmışım ki güçlü görünmeye… Zayıf tarafımı kimseye göstermemeyi öğrenmişim. Sanki biri “Nasılsın?” diye sorsa ve gerçekten cevabını duymaya hazır olsa… İçimde ne kadar fırtına koptuğunu, ne çok yorulduğumu, ne çok sustuğumu anlardım belki ben bile. Ama sormuyorlar. Çünkü herkes sadece kendiyle meşgul. Kimse bir başkasının yüreğine inmeye cesaret edemiyor. O yüzden, ben kendi içimde sessizce sormaya başladım: “Nasılsın?Ve sessizce cevapladım da: "Yorgunum… Ama hâlâ buradayım." Ve bazen bu bile yeter… Çünkü hâlâ buradaysan, hâlâ ayaktaysan… Demek ki düşmedin, demek ki pes etmedin. Ve en önemlisi… kendine sahip çıkmayı öğrendin. Yine de içimden geçiyor: Keşke biri sorsaydı… “Gerçekten nasılsın?” diye. Ve ben hiç susmasaydım o gün.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!