Lilith Şiiri - Bahar Ada

Bahar Ada
24

ŞİİR


19

TAKİPÇİ

Lilith

Öyle geliyor ki bana,
Bitişe doğru sürükleniyorum,
İçim bomboş.

Çok tanıdık geliyorsun bana;
Dolu dolu koşan bir at,
Tüm heybetsizliğiyle yenik yeleleri havaya.

Ateşlenip ateşlenip,
Yeniden yazıtlarıma koşuyorum.

Çok tanıdık Bu;
Hemen alevlenen ve sönen bir şey yaşamda,
Kıvılcım gibi.

Şimdi sende hissediyorum Bunu;
Görmeden anlayabilmek ve anlaşabilmek.

Daha tanımadan birbirini,
Denk düşürülmek.

Yenik maalesef tecrüben;
Bir gözü yaşlı gelin.

Başı kırık,
Kanlar akıyor başından,
Ağlıyor.

Elleri kan,
Gözleri kan,
Ağzı kan...

Kan beyazlar içinde,
Teli duvağı kan.

Tecrübesizliğim,
Ah benim kanlı gelinim.

Sende hatırladığım çarşaf çarşaf kan var.

Temizlenir elbet yarına pür-ü pak.

Ve sancılarla gönderilir tekrar baba evine gelin,
Kanlı.

Öylesi boş ve soğukki bu şehir.

Öylesi boktan ki bu mevzu.

Edebiyatın da vardır bir edebi diyenler,
Yalancısınız hepiniz!

Tiyatronun yalancı aktörleri,
Yalancı piyonları satranç masasının.

Önemsediklerim, değer verdiklerim,
Yüreğimde yer açtıklarım;
Dolu dolu koşan heybetsiz birer atsınız.

Dolu dolu koşuyorsunuz,
Ve heybetimle karşılıyorum sizleri.

Dinlemekten hiç sıkılmıyorum,
Aynı şarkıyı defalarca üst üste:
“Bu su hiç durmaz”.

Hiç durmayacak aşka olan dinginsiz istemim.

Yer yarılmadığında,
Gök selamlamadığında,
Üstümü örtmediğinde o sözü geçen kar,
Ben delice saldırıyorum etrafa,
Bir abaza boğa misali.

Herkesi istiyorum ama herkesi.

Herkesi sevmek,
Herkesi doyurmak,
Ve dahi aldatmak herkesi herkesle.

Bir yerlere gömseler beni,
Ve azgın dişlerimle yolmasam,
Doğa anamın çimlerini.

Bir deli psikoloğun testlerine,
Tabi bırakırken kendimi,
Nasıl da yılan balığına dönüşüyorum,
Onun diri ruhuna ve yaşlı derisine teslim.

Keşke bir fanusa koysam,
Ve nefesimle yaşasan.

Öyle bir çiçek olsan hapishanemde.

Tertemiz.

Bembeyaz.

Pür-ü pak.

Esir.

Zavallı.

Ve kontrolden çıkmaya meyilli.

Kanlı fanus...

Görmüyorsunuz ama değil mi?

Hic birşeyi göremezsiniz zaten.

Ben görüyorum, kör degilim!

Dibinizdeki ışıktan,
Kökünüzdeki ateşten,
Uyanışınızdaki zalimliğinize kadar görüyorum.

«Bu su hic durmaz».

Görüyorum;
Hangi yoldan, hangi sebeplerle, nereleri yıkarak,
Üstüme dolu dolu sürdüğünüzü atınızı.

Başınızdan geçenleri kokluyorum.

Kokluyorum;
Ağır kokularınıza bulanıyor vicdanım.

Kanlar içerisinde kopup geliyorsunuz,
Dolu dolu heybetsiz atlar.

Ve ben heybetimle karşılıyorum sizi,
Düşlerim kudretlidir canan.

Bahşedilen ket vurmalar, sence durdurur mu beni?

Sence çok önemli midir birilerinin ağzımıza vurması,
Birilerinin susturması canımızı?

Can tokatla susar mı?

Azmaz mı aymazlıgı canın her derin bıçak darbesinde?

Jiletlere gelesiniz!

Tanımıyorum şu caddemin üzerinden geçen,
Pis kokularla penceremin önüne vuran konvoyu ben.

Gereksiz istemleriniz.

Aldatıyorum her birinizi.

Yer yarılmadıkça,
Gök üzerime üzerime kaynamadıkça,
Dolmadıkça şiirler pantolon ceplerime,
Aldatacağım hepinizi her birinize.

Yazmaktan yorulmayacağım orası aşikar.

‘Ne çeşit bir delisin sen?’, dedi adam,
Dedim, ‘konuşmaktan aciz bir deli!’.

Sen tıpkı o çocukluğumda kaybetmemek adına,
Uğurlarına delirdiğim arkadaşlarıma benziyorsun şimdi:
Dolu dolu ve heybetsiz.

Bekliyorum ellerim açık.

Biliyorum,
Gene gelmeyeceksin.

Ve ben ışığı bulamadıkça gözlerinde,
Geri tepen bir tekmeyle hep yenileceğim kendime,
Boşlukta çürüyen buğday tanesi gibi.

Hâlâ içimde bir şey seninle dans etmek istiyor.

Yüreğim atıyor oklarını belirsiz yerlere,
Uzaktaki zayıf gölgene denk gelir diye.

Tanrıçaların küçük veletleri elinde oyuncak olmuş aşklarım.

Dalga geçiyorsunuz değil mi benimle!

İnce buza kesmiş bir göl üzerinde,
Zorla yürütüyorsunuz beni.

Ha kırıldı ha kırılacak derken,
Adımlarımı gözetlemeye soyunuyorum.

Kalp olmuş ayaklarım,
Her adımda çarpıyorlar gölün kafesine,
Her defasında daha kuvvetli.

Unutuyorum,
Yaşamdan çekiyorum elimi ayağımı.

Topraklar döksünler üzerime.

Toprak yağsın şimdi.

Gökten topraklar yağdırsın yiyorsa Tanrı`nın bir tarafı!

Cesareti varsa eğer, yüklediği her bir sorumluluğu,
Her bir mağrifeti, her bir ışık zerresini,
Şimdi söküp alsın içimden.

Alsın nefesimi;
Zira miğdem ağzıma geliyor,
Havva’dan kalma bu tiksinti.

Ayaklarım birer kalp;
Zorlanıyorum ince buz üstü serginde,
Piyonun olmaktan Ey’li TANRI!

Erkek cinsiyetinden sakınıyorum, kadınlığımı.

İnsanlığımda uyur nasılsa senin kadının.

Alemler, kainatlar içerisinden geçip geldi işte Tanrıçan!

Hakaretlerimi kabullenecek,
Doğrularımı yutacaksın Ey’li TANRI!

Alnımın orta yerinde hissedene kadar Bereket Kırbacını,
Kalbimin topuklarından vuracaksın.

Yıkıp geçeceksin Tanrı!

İşte o zaman unutacağım yine, ve
Yeniden hatırlamak için seni.

Sarmalanıyorum;
Sözcüklerden kanser oldum Anne.

‘Anne, sen olsan böyle mi olurdu herşey?’, diyor bir ses.

Değer, yürekde bize tahsis edilen yer, ve
Ancak yer genişledikçe bulanıyor,
Açılıyoruz birbirimize.

Belli etmeden sevilir mi,
Ya da yok olmadan?

Sıkıldım;
Birilerine sarıldığımda,
Onlara ihtiyaç duyduğumdan dolayı sarıldığımı zannetmelerinden.

Oysa inancın olmasın ki,
Umurumda değil.

Yalnızlığı kardeş değil,
Sevgili değil,
Tanrı belledim.

O vakit gösteriyor çünkü gerçek yüzünü.

Tanrıdır yalnızlığa mahsus olan,
Zinhar yalnızlık değil.

Şakaklarım zonkluyor şu an.

Elle tutulur, gözle görülür bir şey değil bu.

Beyin dalgaları zihnin okyanusunda sararır,
Ve dahi sarar gözün hükmedemedigi yerleri.

Ses telleri kursağa söz geçiremez.

O kadar yakınız bir çoğuyla,
Ve aslında bir o kadar ayrışık.

Ey’li TANRI, konuş;
Ya farkıma vardığında,
Artık pekte bir farkı kalmadıysa...

(2017)

Bahar Ada
Kayıt Tarihi : 21.6.2018 22:58:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bahar Ada