İnsanın kanının kaynaması, aksiyonunun artmasına sebep oluyor, aksiyonun artması da savaşlara kadar uzanıyor… Savaşlar ve sonuçları ise kanı donduruyor… Yani kanın donması ile kaynaması sırt sırta, ya da yazı ile tura gibi… Buna gece ve gündüz gibi de diyebiliriz…
Durum böyle olunca kanımızın kaynamayacağı bir yer düşündüm ve aklıma kutuplar geldi. Acaba kutuplarda yaşayanların kanı kaynamıyor mu? Ardından kutuplarda savaş olmadığı aklıma geldi. Yoksa oluyor da ben mi habersizim? Olsa olsa içimizdeki bu savaş ancak dışımızı ısıtmaya yeter ve savaşa bir şey kalmaz…
Kolaymatiğe (internet) baktım öyle bir savaştan hiç bahsetmiyor. Birkaç balık avı filminden başka bir şey yok.
Ama kutuplardan sıcak bölgelere doğru ilerledikçe savaşlar da yoğunlaşıyor. Ekvatora doğru geldikçe ve ekvator çevresinde savaşların en yoğun olduğunu gördükçe, bazı şeylere olan inancım azalıyor. Mesela kutuplarda manyetik alanın daha yüksek olduğuna… Tam ekvator çizgisinde manyetik alanın sıfır olduğu yerde savaş daha hararetli. İnsanlar doğanın bir parçası değil mi? Niye insanlar ayıran bir güç olduğu zaman kavgaya daha çok yatkın oluyor, rakibinin üstüne daha kolay saldırıyor da, doğaya gelince çekim gücünün sıfır olduğu yerde savaşlar yoğun ama çekim gücünün yüksek olduğu kutuplarda savaş olmuyor? İnsan doğanın bir parçası değil mi? Niye doğaya uygun davran mıyor?
Aslında nedeni benim için önemli değil… Benim için önemli olan savaşların olmaması… Buna çözüm ararken aklıma gelenleri paylaşıyorum. Şiddetten ve savaşlardan bahsederken sık sık çürümeden, kokuşmadan bahsediliyor. Biz gıda maddelerinde çürüme ve kokuşma olmasın diye buzdolabına koymuyor muyuz? Hiç aklımıza getirmek istemesek de insanlar da başka canlılar için birer gıda…
Bu aklıma gelince bende Toriçelli gibi ‘’Hah işte buldum! ’’ diye havaya sıçrayabilirdim, ama, hem tavan basık, hem kilom müsait değil… Gökte aradığımızı burnumuzun dibinde bulunca heyecanlanmamak mümkün mü? Sakın insanları buzdolabına koyacağımı sanmayın. O kadar masraflı bir çözüm pek akla yatkın değil şu kriz yıllarında… İnsanları kutup bölgelerine yerleştirme fikri parlak geldi bana. Öyle olunca ne buzdolabı masrafı olacak, ne çürüme sonucu çıkan savaşlar için top, tank, savaş uçakları, yüzbinlerce asker ve kışlalar, ne subaylar ve maaşları dert olacak… Ne de savaşlarda birileri kazansın diye uyutma kampları, ibadethaneler, ne diyanete harcanan paralar olacak… Bütün bu haksızlıkların üstünü örtmek için adalet sarayları, hukuk adına basılan kitaplar ve onları ezberletmek için okullar yaptırılacak… Devlet bütçelerinde bu rakamlara bir baksak bütçelerin %70 ne kadar çıkar… Yazık değil mi? İnsanlar kendini geliştirmek için yaptıkları masrafların iki katını kendilerini yok etmek için niye harcasınlar?
Diyeceksiniz ki ya nasıl ısınacağız? Bir tek soba masrafı mı sizi korkutuyor. Eeee! kardeşlerim savaşlardan ölenlerle soğuktan ölenler üzerine bir araştırma yapın. Soğuktan ölenler savaşta ölenlerin milyonda biri bile değil… Hem soğuktan titrerken bile ısınır insan… Biraz da fok balıklarını, kutup ayılarını, penguenleri düşünün… İnsanların ortam şartlarına uyma özelliği yok mu?
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...