Kutsal Yolculuk Şiiri - Nihat Gülle

Nihat Gülle
613

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Kutsal Yolculuk

İnsan bir yolcu. Rabbi'nden gelip yine O'na dönen yolda bazen tökezleyip düşen bazen de kanatlanıp uçarcasına yol alan bir yolcu. Altında dizgini sağlam tutulmazsa hangi çıkmazlara götüreceği belli olmayan bir binek: Nefs. Ve her an önüne düşüp yolundan saptırmaya hazır sahte bir kılavuz: Şeytan.

Yolun da yolculuğun da farkında olan insanın adı mümin. Elinde vahiy pusulası önünde rehberlerin en güzeli... Ve bir kafile: Başında o en güzel rehberin veraset makamında bir kılavuz. Yaratıcı'nın bahşettiği kulluk ve halifelik sıfatına yaraşır bir yolculukla yine O'na yürüyen bir kutlu kafile...

Bu yolculuk nasıl anlatılır nasıl anlaşılır?

İslâm'ın beş temel esasından biri olan hac yolculuğu pek çok hikmetinin yanında bu manevi yolculuğun da bir sembolüdür.

Şunu biliyoruz ki manevi yolculukta da mukaddes beldelere yolculukta da ancak hakiki bir rehber nezaretinde bulunmak menzili kolay kılar. Ayrıca üstadla beraber yolculuk yapmanın batınî olduğu kadar zahiren de O'nun tasarrufatı ve nazarı altında bulunmanın hazzını insan ne kadar dikkatli olursa olsun üstadsız duyamaz alamaz.

Böyle bir maddi-manevi gözetim altında zahirî ve batınî edeblerine dikkat edilerek mübarek beldelere yapılan bir yolculuk insanı hangi iklimlere kanatlandırır neler yaşatır?

Evvela evinden ayrılıp mübarek beldeleri hac veya umre için ziyaret insanın Yaratıcısı'na olan sevgisine işarettir. Müminin sevdiği herşeyini vatanını evini ailesini ana-babasını kısacası onun için değer taşıyan herşeyi bir mukaddes gaye için terkedip bu çileli ve zahmetli ama kudsi yolculuğa çıkabilmesi ancak ondaki muhabbetullah duygusunu ifade eder.

Yolculukta ilk durak Allah'ın Habibi s.a.v.'in şehri O'nun mübarek mekânı ulvî kapısıdır.

O'nun beldesine Ravza-i Mutahharası'nın bulunduğu Medine-i Münevvere'ye varış o Nebiler Nebisi'nin huzurunda Rabbü'l Alemin'e kulluğu ilan etmektir. Çünkü en büyük kulluğu o Habib-i Edib yapmıştı. İnsan bu yüksek huzurda Rabbi'ne kul olmanın hakiki şuuruna erer o huzurda ubudiyet duygusu ulaşabildiği en son zirveye ulaşır.

Bu müberra belde ve mücellâ makam yani Ravza -i Mutahhara hakkında bir şeyler söylerken sanki iffetiyle tanıdığımız bir namus abidesini anlatıyor gibi yanlışın en küçüğüne dahi düşmemek için titreriz. O'nun nurlu semtine giren her ruh adeta vicdanının derinliklerinde Nabi'nin:

Sakın terk-i edepten kûy-u Mahbub-u Hüdâdır bu

Nazargâhı ilahîdir Makam-ı Mustafadır bu.

seslenişinin yankısını duyar irkilerek kendine gelir.

Gönüllere aralanan kapılar ve ruhlara açılan menfezlerin çokluğu gibi Ravza-i Mutahhara'nın da pek çok kapıları vardır. Bu kapılar arasında en meşhuru Bâbu's-Selâm kapısıdır. Selâm verip bu kutlu kapıdan içeriye girenler iki adım ötede Gönüllerin Efendisi'yle sanki zahiren de karşılaşacakmış gibi bir duyguya kapılırlar. Böyle bir hisle kendilerini bambaşka bir iklimin kollarında bulurlar..

Peygamber huzurunda bulunmanın vakar ciddiyet ve temkiniyle namaz kılan dua eden salât ve selâm okuyan Hak aşığı gönül erlerinin arasında nurlu bir koridorda yürüyormuş gibi ışık alarak aşk ve şevkle dolarak mübarek Muvacehe'ye doğru ilerleyen kalbi uyanık bir insan her adım başı akla hayale gelmedik sürprizlerle karşılaşacağı heyecanıyla yürür. Muvacehe'ye ulaşan nezih ruhlar artık gözleri hiçbir şey görmüyormuşcasına sadece O'nu anar inler; sadece O'nunla teselli bulurlar. Hele bir de önceden oranın aşkıyla yanıp tutuşmuş hayalinde birkaç defa o pâk eşiğe baş koyup gönlünün sınırsızlığıyla oraya varmışsa işte o zaman o hali izah etmede sözler anlamsızlaşır.

Ravza-i Mutahhara karşısında hayat hep bir hülya ve rüya gibi yaşanır. Ona yönelen ruh O'nun elinden ilahî aşk şarabı içip mest olmuş gibi bir türlü bu mana aleminden ayrılmak istemez. Orada fikirler durur ruhlar manevi duyguların cezbesine teslim olur gönülleri bir vuslat arzusu kaplar.

Bu eşsiz mekânda hayat aşk ve şevkin gel- gitleri arasında bir vuslat demi bir şeb -i arus muhabbeti içinde yaşanır. Her ağlayış her inilti Dost'un Dostu'na açılan kapıların gıcırtıları gibi yüreklere şevk ürpertileri salar. Ruh adeta “vuslat vuslat” nağmeleriyle inler de inler.

Burada duvarlar sütunlar ve aşk matkaplarıyla oyulmuş gibi duran kubbeler hatta döşemeler sergiler... herşey mavi yeşil sarı her rengin nazlı çiçeklerini andıran güzelliklerin derinliklerine açılmış yol almış gibidir.

Pâk nezih bir ruha benzetebileceğimiz Merkad yani Ravza ve Yeşil Kubbe aşıkların duygu ve düşünce dünyalarındaki derinliklerle yan yana gelince öyle yüce bir anlam taşır ki insan bulunduğu yeri Cennet'ten kopup gelmiş bir parça sanır.

...

Sonraki durak Mekke-i Mükerreme'dir. Oraya varış Marifetullah'tır. Ravza'da ubudiyetin sırrına eren kul artık Beytullah'ta marifet makamına ermeye hazırdır. O mübarek mekânda Marifetullah'ın tadına varılır.

Kâbe'nin bulunduğu yerin böyle büyük bir gaye için tahsisi Adem a.s.' ın yeryüzüne teşrifinden belki binlerce yıl öncesinden kararlaştırılmıştı.

Her yıl ehl-i iman dünyanın dört bir yanından türlü vasıtalarla onun yumuşak yemyeşil ve ötelere kanat açtıran iklimine koşar. Bu kutlu yolculukta hemen herkes başka bir alemin ufkunda farklı bir aleme yol aldığını hisseder gibi olur.

Bu mübarek yolculuk eskiden binek hayvanlarıyla yapılırdı. O devirde Hacılar başlarında tâbi oldukları üstadlarının himmet ve manevi tasarrufatı altında Mekke-i Mükerreme'ye varıncaya dek yüzlerce makam ve merkade uğrar Enbiya- yı İzam'ın yaşadığı yerleri ziyaret eder rabıta ile manen onlarla buluşur görüşürdü. Evliya ve asfiyanın meclislerine koşar onların aydınlığından ışık alarak mana alemlerinden gelecek olan vâridatı duymaya hazır hale gelir ve sonra da gidip Hakk'ın kapısına tutunurlardı.

Kabe -i Muazzama dost mahremiyetine açık bir haremlik çevresi herkese açık bir selamlıktır. Safa ve Merve tepeleri hakikat semasını temaşa için hazırlanmış birer kuledir. Makam-ı İbrahim öteler ötesine yükselten bir merdivendir. Ve Zemzem Kuyusu bu aşk meclisinde adeta bir sâki... Bunların hepsi birden aşk yolcusunu selamlayınca insan adeta uhrevîleşir. Ruhunda açılan pencerelerden Melekût Alemi'ni temaşaya başlar ve engin ufuklara doğru yol alır.

Beytullah'ta her vazifenin kendine göre bir ilahî huzuru vardır. Artık imanlı sinelerin bu büyünün tesirinde kalmamaları mümkün değildir.

Evet bütün bunlar bu halet-i ruhiye ancak manevi bir terbiyecinin rehberliğinde onunla beraber o mukaddes mekânları ziyaretle mümkün olabiliyor. Zahiri ve manevi ziyaret adabını en ince noktasına kadar bilen ve tatbik eden Üstad'a mutabaat sayesinde ulaşılması hiç de kolay olmayan bu manevi hazlar tadılabiliyor.

Manevi yolculukta nefsin ve şeytanın tuzaklarından sıyrılıp kâmil olmak hedeflenen menzile varmak elbette zor. Ama Cenab-ı Mevlâ bu zorluğu aşmanın yolunu da öğretiyor: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun! ” (Tevbe 119) Bu ferman-ı ilahî müttaki olmayı salih kullarla beraber olmaya da bağlıyor. Artık müminin ilk işi bu yolda kâmillerle beraber olmak değil midir? Zira Allah Nebisi s.a.v.'in güzel hal ve ahlâkıyla ahlâklanmış rabbanî alimler bu güzide ahlâkı derece derece yaşar ve etrafına yayarlar. Böylece salih ve sadıklarla beraber olan kişinin günden güne kemalâtı artar.

İnsanı insan yapan özellik Yüce Yaratıcı'nın muradı doğrultusunda hareket etmesi nereden gelip nereye gittiğinin farkında olmasıdır. Aksi halde her ne kadar diğer mahlukattan farklı görünse de aslında onlardan bir farkı kalmayacak.

Eğer kul bu manevi haz ve dereceleri elde ederek o temiz beldeleri ziyaret edebiliyorsa ne mutlu ona! ..

Ve asıl yolculuğunda ebedi saadete giden manevi yolda iman edeb ve samimimiyetle yol alabiliyorsa ne mutlu! ..

Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..

Nihat Gülle
Kayıt Tarihi : 3.9.2010 01:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


İNİŞİ DE var, çıkışı da hayatın. Acısı da var, tatlısı da. Mühim olan acıyı bal eylemek. Yunus gibi. İnsan ne kadar zayıf bir varlık. En büyükten en küçüğe kadar her şey ona ilişir. Sevdiğiniz bir insan, bir hayvan ölse, sevdiğiniz bir ağaç kesilse, saksıdaki bir çiçek solsa dünyanız kararıverir, üzülürsünüz. Sevdiğiniz biri ayrılıp gitse, unutamazsınız bir türlü. Kalbiniz burkulur. Gönlünüz de onun ardı sıra gider durur. Hayat böyle... Düşe kalka gidiyoruz. Hayat yolu düz değil... Çok hastalanan doktor olurmuş, çok yürüyen de yolcu! Rabbim yine de bir an olsun hiç yalnız bırakmıyor. Bazen öylesine daralıp sıkılıyorsunuz ki, nerede ise patlayacak bir hâle geliyorsunuz. Bir dost yüzü görmek, bir dost sesi duymak ihtiyaç oluyor. Kışımız bahara dönüyor birden. Can dostları bir başkadır. Mal dostu malından geçmez, ama can dostu canından geçer. Bazı insanlarda böyle bir sır, böyle bir cazibe var. Onların bir an olsun yüzlerini görmek bile ferahlatır içimizi. Âlemimizi değiştirir. Allah dostları böyledir. Aldıkları manevî bir işaret üzerine, vazifeli oldukları yere giderler. Allah bir kulunu sevdi mi, ona ihtiyaç duyulan yere gönderir. Bir dert bir sıkıntı varsa, iki de ferahlık var. Her zorluğa karşılık iki kolaylık var. Geçenlerde eski bir dostu ziyaret ettim. Onca derdine ve perişanlığına rağmen, hem gülümsüyor, hem de izzet ve ikramdan geri kalmıyordu. Bakışlarımdan ne sormak istediğimi anlamış gibi; “Bize başka türlü bir hayat yakışmaz,” dedi. Ne söz ama. İnanın ruhuma işledi. Cömerdin kalbi gibi, dili de temizdir. Böyle güzel bir söz yerde kalmaz zannımca, kanatlanır, arşa gider. Yere düşen bir kesme şekerin bile çevresini yüzlerce karınca sarıyor. Küçük bir nimetin kırıntısının kokusu bile rızık sahiplerini hemen kendine çekiyor. Aynen bunun gibi, Allah için söylenen güzel sözler de melekleri çekiyor. Ruhanîlerin gıdaları oluyor. Rabbim sesimizi de, sözümüzü de güzel eylesin. Rahmetli M. Selâhaddin Şimşek’in dediği gibi: “Sesini değil, sözünü yükselt. Yağmurlardır büyüten zambakları, gök gürültüleri değil.” Kolay değil elbette. Akla gelen elden gelse, bitmeyen iş kalmazdı. Ha demekle hemen her şey olmuyor. Önce azim ve gayret, sonra da sabır ve sebat gerek. Ya tahammül, ya zafer gerek... HAYAT YOLU düz değil... Baharı var, kışı var. Gecesi var, gündüzü var. Her insan da bir değil. İyisi var, kötüsü var. Madem ki bu dünyadayız, imtihana da alışacağız. Hayat yolu düz değil. Hz. Mevlânâ hayatını üç kelimede özetliyor: “Hamdım, piştim, yandım.” Ve devam ediyor: “Bu dünya bir ağaca benzer. Bizler de bu ağacın yarı ham, yarı olmuş meyveleri gibiyiz. Ham meyveler ağacın dalına iyice yapışır; oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke ve saraya lâyık değildir. Bu dünyadan başka hayat tanımayanların, ham meyveden bir farkı yok. Onlar dünyadan hiç ayrılmak ve hiç çıkmak istemezler. Çünkü Allah’ın huzuruna, O Yüce Sultanın sarayına, Cennete çıkacak ne yüzleri vardır, ne de olgunlukları.” İyilerin çekmedikleri bir eza, bir cefa yok bu dünyada. Onlara dadanan düşmanların sayısı hesaba gelmez ama neticede kazanan yine hep iyilerdir. Ve onların yolundan gidenlerdir. Hayat böyle.. . Hayat yolu düz değil. Görmek isteyen gözünü, işitmek isteyen kulağını açacak. Su içmek isteyen eğilecek. Lokmayı ağza atmak yetmez; yutmak isteyen onu çiğneyecek. Hangi kapının önünde durduk, hangi kapıyı çaldık da o kapı açılmadı ki? Allah’ım bizi kendinden başka hiç kimseye muhtaç etme. Ama her şeye rağmen zahmetlerin bir hikmeti olacak. Hikmeti nedir derseniz ona da cevap var. Bir gün, bir grup mümin, zalimlerin zulmünden şikâyetçi olmak üzere Mevlânâ’ya gelirler. Hz. Mevlânâ onlara şöyle bir ders verir: “Kasaplar pazarında hiç köpek kesiyorlar mı? Öldürülmeye en çok onlar lâyık olduğu halde, kesilen ve kesilmek zahmetine katlanan yine koyunlardır. Allah’ın yardımı da müminlere daha fazla olduğu için, zahmetleri de daha çok olacaktır. Onlar hakkındaki rahmet ise, o zahmete göredir. Sonsuz ve sayısızdır.” EVET, koyunların yaşadığı zahmet ve sıkıntılar, hep onların değerli ve kıymetli oluşlarındandır. Köpeklerin kesilmemesi ve o sıkıntıları yaşamamaları ise kıymetlerinden değildir. Bu dünya da iyi insanların derecelerinin yükselmesi ve arınmaları için bir fırsattır. Şunu da unutmamak gerekir, burası hizmet yeridir, ücret yeri değildir. Zorluk, zahmet çok olur. Ama Rabbimizin rahmeti de bol olur. Dikenler çok olsa da bir gülün güzelliği, her zahmeti, her çileyi unutturur. Bir gül hatırı için, nice bin dikene katlanır bahçıvan. Mümin için dünya da böyledir. Burası ahiretin tarlasıdır. Dikeniyle uğraşma. Gülünü deren gider. Hayat yolu düz değil. Sen doğru yolda ve iyilik üzere ol. Attığın her adım, söylediğin her söz, verdiğin her sadaka, Allah için olsun yeter. Gerçek iyilik, gerçek zenginlik de bu değil mi? İşte size harika bir kıssa: Âlemlerin en sevgilisi Hz. Peygamber (sav.) anlatıyor: VAKTİ zamanında bir adam; “Bu gece illâ ki Allah için birine sadaka vereceğim,” deyip evinden çıktı ve sokakları dolaşmaya başladı. Karşıdan gelen bir adamın avucuna bir miktar para sıkıştırdı ve evine geri döndü. Sabah olunca köyün bazı yerlerinde toplanan insanların: “Bu gece akılsızın biri, falan azılı hırsıza bir avuç dolusu sadaka vermiş. Sadaka verilecek başka kimse yok muydu? ” diye konuşup gülüştüklerini, olayı anlatıp alay ettiklerini duydu ve üzüntü içinde evine döndü. Kendi içinden şöyle dedi: “Ey Allah'ım, şükür sana lâyıktır, ben sadakayı senin için verdim. Bu gece yine sadaka vereceğim” diyerek, gece olunca yine evinden çıktı. Bir sokağın kenarında bekleyen bir kadına sadakasını verip evine geri döndü. Ertesi sabah halkın: “Hayat kadınlığı yapıp hayasızlığı meslek edinmiş olan falan kötü kadına adamın biri sadaka vermiş, bu adam ne kadar akılsızdır, sadaka verecek başka birini bulamamış mıdır? ” diye söylendiklerini, dedikodu yaptıklarını işitti. Adamın içinde bir burukluk meydana geldi. Adam evine gelip yine kendi içinden şöyle dedi: “Allah'ım, sana şükürler olsun. Ne olursa olsun ben sadakayı senin rızan için verdim. Bu gece yine senin rızan için sadaka vereceğim” diyerek, gece vakti evinden çıktı. Sokakta ilk rastladığı bir adamın avucuna sadakasını sıkıştırıp geri döndü. Sabah olunca bazı köylülerin; “Bu gece delinin biri, zengin bir adama sadaka vermiş” dediklerini, alay edip gülüştüklerini duydu. İçindeki üzüntü ile evine geri döndü ve şöyle dedi: “Allah'ım sana tekrar tekrar şükürler olsun. Ben sırf seni hoşnut etmek için sadaka vermek istedim. Birincisinde sadakamı bilmeden bir hırsıza vermişim. İkincisinde tanımadığım bir hayat kadınına vermişim. Üçüncüsünde ise sadakaya muhtaç olmayan zengin birine sadakam gitmiş. Ben hikmetini bilmesem de, sana yine şükürler ediyorum,” deyip uykuya daldı. Gece rüyasında ona şöyle seslenildi: “Ey sadaka veren kişi! Verdiğin sadakaların her biri yerini bulmuştur. Hırsıza giden sadakan, onu hırsızlıktan alıkoyacaktır. Zinakâr kadına verdiğin sadakan ise onu zinadan tövbe ettirecektir. Zengine verdiğin sadakan ise, ona ders olacak; kendisinin de malından sadaka vermesini sağlayacaktır.” (Buhari) EVET, gönülde yaşanan güzel hayatlar insanı cennette kılar. Gönül sahibi olanlar, bu dünyada o gönül hayatına ererler. Allahım şu mübarek günler hürmetine, hayrı ve hasenatı sadece Senin rızan için yapan kullarından eyle. Amin. Hz. Peygamber Efendimize sonsuza kadar salâtu selâm olsun. Son söz: Efendimiz buyurdular ki: Bir gün bana Cenâb-ı Hakk'ın dört büyük meleği geldi. Bunlar Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselâm idiler. Cebrail aleyhisselâm bana dedi ki: “Yâ Resulallah! Senin ümmetinden bir kimse size günde on defa salâvat ederse yarın kıyamet gününde ben onun elinden tutar, sıratı kuşlar gibi geçiririm.” Mikâil aleyhisselâm da dedi ki: “Ben o kula senin Kevser havuzundan kana kana içiririm.” İsrafil aleyhisselâm dedi ki: “Yâ Resulallah, o kulun affı için başımı secdeye koyarım Allahu Teâlâ onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam.” Azrail aleyhisselâm da: “Yâ Nebiyallah, sana günde on defa salâvat edenin ruhunu Peygamberler gibi kabz ederim” dediler. Bunun üzerine Nebiler Nebisi Efendimiz: “Bu ne büyük lütuf yâ Rabbi! Bu ne büyük ihsan Allah'ım” buyurdu.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nihat Gülle