Küstük Emmi Şiiri - Mahmut Nazik

Mahmut Nazik
3917

ŞİİR


55

TAKİPÇİ

Küstük Emmi

KÜSTÜK EMMİ

Allah rahmet eylesin; bizim köyde Küstük diye bir toprağın emeğin dervişi vardır. Asıl adı Mustafa olmasına ragmen kimse adını bilmez. Neye küsmüş, niçin küstü, kime küsmüş bilinmez ama herkes Küstük diye bilirdi onu.
Ne okuma yazama bilir; ne de kitap yüzü görmüştür. Tüfek tamir eder, köyün kazmasını baltasını biler, kaplarını kalaylar… makinasını tamir eder velhasılı Köyün zanaatkârıydı işte.

Sanırım yetmişli yıllardı. Orta son sınıfta felan okuyor olmalıyım. Annemin verdiği kazmayı bilemesi için gitmiştim.

Sıvaları dökülmüş loş bir oda. Körüğün nefesiyle üfürdüğü alevin yalımlarının aydınlattığı kah kızaran, kah beyazlayan, kah mavileşen duvarlar. Körüğün nefesiyle ölçerilen alev bir dil gibi kazanı yalıyor. Kor kömürden loşluğa kayan yıldızlar gibi fırlayan çıngılar havada bir kez daha patlıyor adeta karanlıkta dans ediyordu. Alevin o bildik sesi; odaya keskin bir kömür kokusu yayılıyor. Taş ve çamurdan yapılmış sedir; duvarlarda bir sürü alet edevat, eski kap kacak vb asılı duruyor; sanki yüz yıldır el sürülmemiş havası veriyordu. Odanın mertekleri siyaha kesmiş.
İsten, terden kayışa kesmiş deri önlüğüyle ve alnından domur domur terler damlayan Küstük Emmi sanki tarih öncesinden kopup gelmiş gibi...

Bana: ‘İyi ki geldin yeğenim; çocuklar tarlaya gitti, kazan büyük olunca körüğü çekmekte zorlanıyordum’ deyip körüğün kulpunu elime tutuşturdu.

Körüğün kulpuna yapıştım, bir yandan usul usul kömürü körüklüyorum; bir yandan nişadır tozunu koca bir kazana serpip, arkasından kalayı atışını, eriyişini izliyorum.

Nişatır tozunu her serpişinde kazanın içine bembeyaz bir duman dolduruyor. Sonra bir elindeki maşayla kazanı ustalıkla döndürürken, diğer eline bir tutam pamuk alıp içinden duman tüten sımsıcak kazanın içine kolunu daldırıyor; o usta elleri kazanın yüzeyine erimiş kalayı pamukla yayıyor, yayıyor.

Kazan kalaylandıkça dumanın rengi de değişiyor. Kalaylanan kazanın ışığıyla ustanın bakıra çalan yüzü de bir başka aydınlanıyor.

Bir yandan çalışıyoruz bir yandan da bana bildiklerini, kalayın inceliklerini aktarıyor. Benim her soruma bazen tebessümle, bazen ciddiyetle cevaplıyor.

Küstük Emmi, sanki kazanın dibine gökten on dördünde ayı indirmişti. Kazan gülüyor, kahkahalara boğuluyor; kazanın değişimi küstük emminin yüzünde bir tebbessüm olarak yansıyor, mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

Nihayet kazanın kalayı bitti. Kömürün üzerine mavi renkli bir çini çaydanlık koydu. Su kaynayınca içine bir tutam dağ çayı attı. Bu sefer kömür kokusu yerini bir dağ kokusuna bırakmıştı. Taş sedire serdiği bir minderin üzerine oturdu. Bana da bir yer gösterdi. Başladık gelmişten geçmişten konuşmaya.

O zamanlar kavramların içi bu kadar boşaltılmamıştı. Gönlümüzde emekten, kardeşlikten, sevgiden, paylaşımdan, özgürlükten yana koskoca bir dünyanın hayali vardı. Küstük emmime soygunu, sömürüyü, sistemin kardeşlik, paylaşım, ahlak gibi insani, dini değerlerimizi, kendi çıkarları için nasıl kullandığını, nasıl un ufak ettiğini, nasıl çökerttiğini okuduğum kitaplardan, abilerimizden ezberlediklerimden bir bir şeylar anlatıyorum.
Büyük bir dikkatle dinledi. Bana söylediği bu sözü hiç unutmadim ve belkide hayatima hep o söz yön verdi

Dedi ki:
‘Evlat, şu dünyada öyle şeyler gördüm yaşadım ki köpeğe atsan yemez, denize atsan Kabul etmez kıyıya vurur. Gözümün gördüğünü, kulağımın duyduğunu, bedenimin yaşadığını dilim söylemekten ar eder. Bak sana bir şey söyleyeyim.

Birincisi: Şu dünyada üç tür insan var
Kimi var ki bedeni, aklını götürür; kimi var ki aklı, bedenini götürür. Bunların dışında kimi de var ki sürme eşeği gibidir. Çüş dersin durur; deh dersin yürür. Bedeni de, aklı da, vicdanı da başkasının emrinde. İşte sana diyeceğim bedenini beynin götürsün; aklını bedenin değil. Ve asla aklını vicdanını kimseye kiraya verme.

İkincisi: Evlat çok güzel şeyler söylüyorsun, doğru şeyler anlatıyorsun. Bana taştan, topraktan, sudan, ataştan öğrenemeyeceğim bir çok şeyler anlattın. De bakalım, sen tüm bunları kime borçlusun? ’
Kime olacak, öğretmenime ve kitaplara emmi. Diye yanıtladım.
‘Hayır evlat sen bunları Atatürk'e borçlusun.’

‘Bak ne güzel okula gidiyorsun. Yarın belki öğretmen, belki doktor olacaksın, bel ki de başka bir şey. Atatürk olmasaydı, bu köyde olsan olsan en fazla bir imam olabilirdin. Onun için Atatürk'ü çok, ama çok sev.’

‘Üçüncü diyeceğim: Bir millet yoksul da olsa aralarındaki adalet onları bir eder, bütün eder, güç eder, gözünü gönlünü tok eder, devlet eder. Ama adaletsizlik yok mu; işte o, önce bir milleti el aleme malamat eder, sonara yok eder.’

‘Bir ağacın dibinde ayırık, bıtırak olsa yolarsın ama ağacın içindeki kurdu göremezsin. Bir rüzgar eser bakmışsın akşamki yıkılmaz dediğin sırtını dayadığın o koca ağaç bir anda yıkılmış, yerle yeksan olmuş. Hain bir adam memleketi için, o iç kurduna benzer. Bir köyü, memleketi içten içe yer bitirir. Her şey bir şeydir ama hainlik başka birşeydir. Hainliği ateşe atsan, ateşi söndürür; suya atsan, su yanar; toprağa eksen, çoraklaştırır. Hainlik düşmandan bin kat daha düşmandır. Her şey ol ama asla hain olma, vefasız olma.’

Mahmut Nazik 08 06 2015 Mersin.

Mahmut Nazik
Kayıt Tarihi : 15.8.2015 13:12:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mahmut Nazik