Kur’an, yalnızca harflerin doğru telaffuzuyla değil, aynı zamanda içeriğinin doğru bir şekilde anlaşılması ve hayata geçirilmesiyle de anlam kazanır. Tecvid, Kur’an’ı Arapça okurken harflerin doğru bir şekilde telaffuz edilmesi anlamına gelir. Ancak bir insan, harflerin hakkını vererek Kur’an okusa da, içeriğini anlamadan ve uygulamadan hayatına aktarmasa, Kur’an’ın gerçek manasını yaşamış sayılabilir mi? Kur’an’ın bizlere sunduğu öğretiler, sadece kelimelerinin doğru okunmasıyla sınırlı kalmaz; esas olan, o kelimelerin ruhunu ve anlamını anlayarak, ahlaki ve pratik yönlerini hayatımıza entegre etmektir. Kur’an, anlanmadan okunduğunda, birey için bir ritüelden öteye geçmez. Fakat anlamlı bir şekilde okunan ve hayatla buluşturulan bir Kur’an, insanı derinden etkiler. Zira Kur’an, sadece bir okuma eylemiyle sınırlı kalmaz; onun mesajı, insanı doğru yolda ilerlemeye yönlendiren bir rehberdir. Bir kimse Kur’an’ı Türkçe okur ve hükümlerini hayatına uygularsa, işte o zaman Kur’an’ın gerçek anlamını hayatına sokmuş olur. Allah, vahyini nebilerine, onların kavimlerinin dilleriyle göndermiştir. Bu, Allah’ın farklı dillerin yaratıcısı olduğu gerçeğiyle uyumludur; çünkü Allah, tüm dillerin sahibidir ve her dilin derinliğinde kendini tanıtır. Kur’an, bir öğüt olmanın ötesinde, insanlara doğru yolu gösteren bir rehberdir. “Peki, bunlar, Kur’an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı?” (Muhammed Suresi 24. Ayet) şeklinde ifade edilen ayet, Kur’an’ı anlamadan okumanın eksikliğine dikkat çeker. İslam, sadece bir dil bilgisi değil, bu bilginin içeriğiyle hayata yansımasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Süleymancılar ve diğer cemaatler, Kur’an kurslarında tecvid eğitimi verirken, doğru telaffuzun önemini vurgulamaktadırlar. Ancak bu eğitimlerin bir yansıması olarak, Kur’an’ı sadece telaffuz eden fakat anlamını hayata geçirmeyen bireyler, Kur’an’ın ruhunu tam anlamıyla kavrayamazlar. Hayatın gerçek anlamı, ancak Kur’an’ın anlamıyla hayata geçirebilmekle mümkündür. Allah, bizi yalnızca doğru telaffuz için değil, doğru anlayış ve doğru davranış için de yaratmıştır. Bir insan, hayatını Kur’an’daki öğretilerle şekillendirdiğinde, anlamını bulur ve gerçek huzura erer. Ahirette, sadece Arapça harfleri doğru okuyan bir insanın, sadece anlamadan okuduğu Kur’an ile bir fayda sağlayıp sağlamayacağını düşünmek gerekir. Allah, her dili bilir ve her dildeki anlamı da kavrayabilir. Bize düşen, bu anlamı derinlemesine inceleyerek, doğru bir yaşam yolunu takip etmektir. Kur’an’ı anlamadan okumanın, bir insanın hayatına hiçbir katkı sağlamadığı açıktır. Ancak anlamını ve hükümlerini doğru bir şekilde kavrayarak okuyan bir insan, Allah’ın doğru yolunda ilerleyebilir. Kur’an, yalnızca bir zikirdir, ancak bu zikri anlayan ve hayatına geçiren için gerçek anlamını taşır. “Hayır; çünkü o (Kur'an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın” (Abese 11-12).
Sonuç olarak, Kur’an’ın gerçek anlamı, onu sadece Arapça okumaktan değil, içeriğini anlayarak ve hükümlerini hayatımıza uygulayarak elde edilir. Tecvidin önemi, doğru telaffuzun temelini oluşturur, ancak esas olan, Kur’an’ın öğretilerini içselleştirerek, onun ahlaki değerlerini hayatımıza entegre etmektir. Kur’an’ı anlamadan okumak, bir insanın hayatında gerçek anlamı ve huzuru bulmasına yetmez. Bu nedenle, Kur’an’ı hem doğru okuyarak hem de derinlemesine anlayarak yaşamak, İslam’ın en önemli öğretilerindendir.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta