Kültürümüzde halk hikâyelerinin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, hepimizin malumudur. Hikâyelerimiz, Hem tarih, hem de kültür bakımından, insanlara sayısız bilgiler sunmaktadır. Biz şimdi bu sayısız bilgilerin ışığından yürüyerek, geçmiş tarihimizden bir hikâye den söz edeceğiz.
Ülkenin birinde bir hükümdar hüküm sürermiş. Fakat hükümdar çok dertliymiş. Hükümdarlar da dertli olur mu? Demeyin, olur olur. Cenabı Allah bütün güzelliklerinin hepsini bir insana vermez. Bazı noksanlıklar olmalı ki, insanoğlu insanlığını bilsin. Noksanlıklardan münezzeh ancak Allah'tır. Hükümdarın dertli olduğu sey şu imiş. Yaşı hayli ilerlemesine rağmen, bu güne kadar çocuğu olmamıştı. Buda hükümdarı rahatsız ediyordu, oda isterdi ki, kendi oğlu olsun, o öldükten sonra yerine hükümdar olarak oğlu geçsin. İşte bu düşünceyle bir gün bahçede tek başına dolaşıyordu, derin düşüncelere dalmıştı, arkasında bir sesin geldiğini duydu ve o yöne döndü. Yaşlı bir kimsenin hemen yanında durduğunu gördü. Hükümdar seslendi, bre adam sen kimsin? Buraya nasıl geldin ve benden ne istiyorsun. Yaşlı cevap veriyor, hükümdarım, ben sizin derdinize çare bulmaya geldim. Hükümdar sorar, sen tabip misin? Yaşlı hayır efendim diyor. Hükümdar tekrar sorar, peki necisin? Yaşlı der ki, elimde bir elma var, bu elmayı ikiye bölersiniz, yarısını siz, yarısını da hanımınız yesin, iki oğlunuz olursa, biri sizin biri benim razı mısınız? Tabi bu durum karşısında hükümdar önce biraz düşünür, sonra kendi kendine şöyle der. Canım o zamana kadar kim ölür kim kalır. Tamam der hükümdar. Yaşlı son söz ünü şöyle bağlar. Hükümdarım ben gelmeden çocuklara isim koymayınız, isimlerini ben koyacağım der ve gözden kayb olur gider. Hükümdar elmayı ikiye böler hem kendisi hem de karısı o elmadan yiyeler. Zaman gelir hanımı doğurur, iki oğlan çocuğu dünyaya gelir. Hükümdar bayram ilan eder, yetimler giydirilir, fakirler sevindirilir. Arada zaman geçer oğlanlar büyümüş yirmi yaşlarına gelmişlerdir. Diğer yanda halk hoşnut değil, çünkü oğlanlar yirmi yaşlarına gelmelerine rağmen, hala isimleri yoktur. Hükümdar’a elçi gönderiyorlar isim koymak için. Hükümdar derki ben yaşlıya söz verdim o gelip isim koyacak. İleri gelenler derler ki, hükümdarım arada yirmi sene zaman geçmiş gelmediğine göre belki de yaşlı ölmüştür. Hükümdar şöyle diyor o zaman bir heyet kurulsun, iki güzel isim seçilsin oğullarıma verilsin. Heyet kurulur, isimler seçilmeye başlanır, tam o sırada yaşlı içeri girer. Derki hayrola hükümdarım, bu toplantının sebebi ne? Hükümdar diyor sen gelmeyince halktan yoğun istek geldi, bende yok diyemedim, çocuklara isim koyacaktık. Yaşlı derki hükümdarım zor bir iş değil ki, birinin ismi Hasan, birinin ismi de Hüseyin olsun.
Hasan’ı ver gideyim. Hükümdar, yaşlıyı vazgeçirme ye çalışıyor. İste ben den ne istersin, evet ben sana söz vermiştim, ama bilirsin ki, hiç kimse evladının kolundan tutup al sana demez. Yaşlı der efendim bizim sözümüz vardı. Kesinlikle razı olmaz böyle bir şeyin teklifi bile olmaz der hükümdar. Yaşlı bana müsaade deyip oradan ayrılır. Biraz sonra hükümdar'a haber verirler, efendim yaşlı Hasan'ı aldı gitti. Hükümdar küplere biner, oğlumu kurtarın, fakat sanki yer yarıldı ikisi de içine girdiler. Onlar Hasan'ı araya dursunlar,biz Hasan ile yaşlı' dan söz edelim. Yaşlı Hasanın kolundan tuttuğu gibi, bir anda Hasan kendini tanımadığı bir ülkede bul ur. Yaşlı Hasan 'ı bir dağın dibine getirir. Derki Hasan beni iyi dinle, kılıcını çek başımın üstünde salla. Ben bir şeyler okudukça, yırtıcı hayvanlar bize saldıracaklar, sakın sen korkma, sen korkmadığın müddetçe onlar sana zarar veremezler. Okumam bitince dağ da bir kapı açılacak, sen kılıcı yanıma bırak, oraya git kapıdan içeri gir, mağaranın içi kıymetli madenlerle dolu. Sen sağına soluna bakmadan, doğrudan doğruya git mağaranın sonunda altın bir masanın üst ünde ufak bir altın kutu var, onu al sağına soluna bakmadan çık gel, dediğimi yapmasan mağaranın kapısı kapanır, içerde kalırsın. Yaşlı başlar okumaya Hasan da onun başının üstün de kılıç sallamaktadır. O arada ne kadar canlı mahlûk varsa, bunlara hücum ediyorlar. Hasan yaşlının dediği gibi istifini bozmaz, neden sonra mağaranın kapısı açılır, Hasan kılıcını yaşlının yanına bırakır ve açılan kapıya doğru gider. Kapıdan içeri girer, evet yaşlının dediği gibidir, her türlü kıymetli şeyler vardır. O hiç birisine bakmaz doğrudan doğruya masanın olduğu yere gider, masanın üstündeki küçük kutuyu alır, gerisin geriye döner. Çıkmadan önce, kendi kendine der ki, yaşlı ne derse desin ben buradan bir şey almadan gitmem, bu hazinenin içinde eli boş dönmek deliliktir. Geri döner bir şey alayım derken, kapı birden kapanır kalır içerde, eyvah demek yaşlı doğru söylemiş ben şimdi ne yapacağım? Diye söyledi görelim ne söyledi:
Eyvah kaldım mağaranın içinde.
Acep bura bana mezar mı ola.
Kapısı yok girişi yok çıkış yok.
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta