Kül Yakar Beni- Bir Şiir, Bir Yorum

Serap Demirtürk
845

ŞİİR


23

TAKİPÇİ

Kül Yakar Beni- Bir Şiir, Bir Yorum

Kül Yakar Beni

Gidiyorum lakin gitmek zor imis
Kivrim kivrim olan yol yakar beni
Elveda kelami kizgin kor imis
Ates yana dursun kül yakar beni

Gidip söyleyiniz o nazli yâre
Can yasayabilmez yoksa can pare
Bekleyen agliyor giden bi çare
Yârin dilindeki kal yakar beni

Bir zorlu sevda ki düsürür derde
Aklim kaldi yârin oldugu yerde
Sazim düzen tutmaz inliyor perde
Hoyrat nagmesinde tel yakar beni

Ey sevgi limanim huzur buldugum
En güzel hediyem Hak’tan aldigim
Yıllar yılıdır ki hasret kaldigim
Elma yanaginda al yakar beni

Yadinda yasamak külliyen yalan
Geceler tarumar gündüzüm talan
Dostun yoklugunda sevgisiz kalan
Al goncaya hasret dal yakar beni

Gonca güle dönmez derilmeyince
Yol bitmez menzile varilmayinca
Dervis’in can diye sarilmayinca
Dergâhta perisan hal yakar beni

8.2.2008
Şemsettin Dervişoğlu

-

SADECE BİR DÜŞTÜ

- Aşk var ya, aşk...acısıyla güzeldir, hasretiyle güzeldir. Aşkı bulabilmenin mutluluğu sarıyorsa seni ne mutlu gönlüne. Yaradanın yarattığı bir kulu gönül gözüyle görüp de ona baktıkça hayranlığın artıyor da taşıyorsa yüreğin ne mutlu sana. Vuslatı bekleyip de ağlama, bırak! O hasretin güzelliğinde salınsın yüreğin, bırak...Bırak sevdiğimiz bilmesin bizi, bırak biz gibi sevmesin deli gönlümüzü ya da dağlar inada girsin araya...Kimin umurundaki bunca çile. Kavrulsa da yüreğimiz bunca sevgi ile, gözyaşımız düşse de yanık bağırlara insan gibi sevmeli, onurlu bir duruşla...-


Soğuk bir kış günü…Kar buz içinde dağlar, bayırlar. Kervanlar yolları karıştırır olmuş. Öyle bir fırtına çıkmış ki herkes bir yere savrulmuş…Kervanbaşı, adamlarını aramış rüzgara sesini katıp…Toparlayabildiğini bulmuş ama biri kayıpmış kervancıların. Vakit, beklenecek gibi değil. Öyle bir boran ki …Ağır adımlarla ilerlemişler.
Onlar gidedururken kervanın kayıp eri, dönmüş durmuş onları bulmak için…Bir ışık görmüş uzaktan hayal meyal. Tüm gücüyle oraya varmaya çabalamış.Soğuk, iliklerine işlemiş, dizleri tutmaz olmuş…Ocakların yandığı, sıcacık bir yer hayali ile yığılıp kalmış olduğu yere.. Gözünü açtığında kendini bir Türkmen evinde bulmuş. Bir yer yatağında yatarmış. Doğrulmuş, nerdeyim diye düşünmüş. O sırada bir al yanaklı Türkmen kadını gelmiş elinde buğusu tüten bir çay sinisiyle. İçeri seslenmiş, “Yolcu uyandı, gel hele.”diye. İçerden gelen adam, “Hah, uyan da de bir, kimsin, nicesin…” Yolcu anlatır, hal ortada, der. Yittim…
Hava, başını çıkaracak gibi değil..
Bir süre kalır orda yolcu, yüreği hep Türkmen kadınına bakar,kadın arada ona baksa da başı hep öndedir… Bir akşam, duvarda asılı duran sazı sorar yolcu.”Kimindir? ” diye…Adam da kadın da susar, bir şey demez..“Çalabilir miyim? ” der.…“Çal da ses bulsun bu hane..” der adam…
Saz, mutlu olmuş, nicedir süren suskunluğu bitti diye; tel, ağlar olmuş duyduklarına:
“Ey sevgi limanım huzur bulduğum
En güzel hediyem Hak’tan aldığım
Nice zamandır ki hasret kaldığım
Elma yanağında al yakar beni”
Yolcu, dalıp gitmiş; ne dediğini bilmeden söyler durur…Türkmen kadın, yaşmağı ile gözündeki yaşları silerken adam, bir derin ah çekmiş.. Bir suskunluk olmuş bir an.. Yüreği konuşuyormuş artık yolcunun... geldiğinden beri elinde olmadan dolup taşan yüreği:
“Yadında yaşamak külliyen yalan
Geceler tarumar gündüzüm talan
Dostun yokluğunda sevgisiz kalan
Al goncaya hasret dal yakar beni”
Artık hal, düşmüş ortaya…
Sanki ortaya bir bomba düşmüş… Ev sahibi, kadına bir göz işareti eder, kadın kalkıp gider…
`Yarın hava açılır` deyip sessizliği bozar adam. `Ben aşağı köye kadar sana eşlik ederim…`
Git, demekti bu…Gitmek…Bunca alışmışken o kahve gözlere, bunca yanmışken içten içe.. Soramadı hiç nesiniz siz, diye… Evliler miydi, kardeşler miydi, baba-kız mıydı.; bilemedi,soramadı da..
Sabah namazında kadın, ibrikle su tuttu abdest alırken ona… Havluyu verirken bir an eli, eline değdi..İçi titredi..Tuttu elini kadının..`Gel benle, gidelim buradan..”deyiverdi dili unutup da dar zamanda kendine haldaş olduklarını, unutup da bu haneye olan vefa borcunu…Kadın, yanan elini utanarak çekti… Gözü yaşlı “Gelemem ki..” dedi. Dili ile gözleri farklı dilden konuşuyordu oysa...`Gelemem ki…sen kal.` dedi kadın, sessizce… Nasıl kalacaktı ki?
Adam, namaza durdu…Dualar etti yazgımı değiştir diye Rabbine… Kadın, ibriği doldururken gözyaşını da kattı içine …
Namaz bittiğinde iki adam da sessizce giyindi. Yolcu, “Ben hazırım.” dedi içi sızlayarak… Ev sahibi “Aç mı gideceksin! Hele bir somunla yağımızı, balımızı ye de…Bir de sıcak çayımızdan iç ki donmayasın böyle bir daha.”
Kadın yer sofrasını hazır etmişti zaten. Hemen oturdular bağdaş kurarak. Adam, yolcunun gözündeki hüznü, sevdayı fark etmemiş gibi yapıp ona memleketini, ailesini soruyordu. Oysa o, unutmuştu sanki geride bıraktığı ailesini. Aklı, yüreği “burada kal” diyordu ama minderi eskimişti…kalamazdı. Gözü, duvardaki saza takıldı. Bir an göz göze geldi kadınla. İkisi de başını önüne eğdi. İçinden:
“Bir zorlu sevda ki düşürür derde
Aklım kaldı yârin olduğu yerde
Sazım düzen tutmaz inliyor perde
Hoyrat nağmesinde tel yakar beni” dedi de... duyuramadı yürek sesini.
Hareketler ağırlaşsa ne olurdu ki…dışarıda pırıl pırıl bir gün vardı. Buzlu olsa da yerler, kar yoktu…Güneş, kandırıyordu aslında onları. Soğuk mu vardı, yanıyor muydu yürek…Karmakarışıktı aklı yolcunun. Buraya geldiği günü, fırtınada bayıldığında onu bulan kadının hayran bakışlarını görmemenin eksikliği ile veda etti, dua etti, minnettarlığını dile getirdi. Veda ederken mendili koyuverdi kadının avcuna… Bir şey diyemedi…Sustu kaldı, belki bir gün bu mendil bizi birleştirir, diye ah çekti içinden. Adam, sırtına vurdu dostça “İyi yolculuklar, selametle git. Şu bayırdan aşağı vur yolu. İlk köyden araç bulursun.” dedi.
Yolcu;
“Gidiyorum lakin gitmek zor imiş
Kıvrım kıvrım olan yol yakar beni
Elveda kelamı kızgın kor imiş
Ateş yana dursun kül yakar beni”... desem, ne derler ki bana, dedi. Sustu..Yola vurdu kendini…Bakmadı ardına … Gitti, gitti, gitti…Ayakları bir ileri gitti, bir geri. Gözünün önünden ne o gözler, ne o simsiyah saçlar gitmiyordu. Yol, sanki sonsuzluk yoluydu:
“Gonca güle dönmez derilmeyince
Yol bitmez menzile varılmayınca
Derviş’in can diye sarılmayınca
Dergâhta perişan hal yakar beni”
Türküsünü tutturup yürürken içinin yanmışlığıyla öyle bir çağladı ki yüreği kurt-kuş ağladı, dağ inledi…karlar eridi yüreğinin korundan.
Gün öğleye vururken evlerin dumanları göründü… Hayat devam ediyordu, köylüler, hayatın telaşı içindeydi.. Adamlar, kadınlar, çocuklar…
Oturdu köy kahvesine yolcu. Sordu köylüler “Kimsin, nicesin? ” diye…
`Bir garip dervişim kendi hâlimde.` dedi ve baktı hepsinin gözüne bir bir…
”Bu köyde kalsam, burada yaşasam izniniz var mı ağalar? “ dedi düşünmeden, yüreğinin sesiyle…
`Niye ki oğul? ` dedi ak sakallı bir dede. `Yok mudur seni arayıp soracak bir kul? `
Sustu yolcu…sustu boynunu büküp...
O gün bu gündür yolcu hiçbir yere ait olmadan o köyde yaşar. Bekler, beklediğini belli etmeden. Dilinde bir türkü… Duyan, ağlar:
“Gidip söyleyiniz o nazlı yâre
Can yaşayabilmez yoksa can pare
Bekleyen ağlıyor giden biçare
Yârin dilindeki `kal` yakar beni.”

SERAP HOCA

Serap Demirtürk
Kayıt Tarihi : 16.5.2008 08:59:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


img src='http://www.firarikardelen.com/images/fbfiles/images/41715896yz8_kopyala.jpg' http://www.benimblog.com/sevgihayatinadidir/197988/

Serap Demirtürk