İnsan birey olarak dünyaya gelmiştir. Hayatta kalabilme mücadelesinde doğa güçlerine karşı güçsüz kaldıkça örgütlenmeye başlamıştır. Aileden başlayan bu örgütlenme klan, aşiret gibi aşamalardan geçerek en modern şekli DEVLET örgütlenmesine kadar uzanmıştır. Yani devlet kurmanın amacı bireysel olarak çözülemeyen sorunların toplumsal olarak çözülmesini sağlamaktır. Ama devlet örgütlenmesine kadar gelinen aşamalarda hep bir lider, etkili güçler olmuş, onlar da toplumları kendi çıkarlarına göre eğitmeye, kurallar koymaya başlamışlardır. Biz uzağa gitmeden en modern şekli olan devlet örgütlenmesinin bilinen önemli filozofunun (Platon) bu konudaki kuramına başvuralım.
Platon insanların yönetilmekten önce tutkularını denetlemeye gerensinmeleri olduğunu düşünür ve aşırı gülmeyi sanatta dahi küçümsediğini yazar.
‘’Devlet yetkeye karşı böyle bir tehdide tahammül gösteremez. İktidarın sahibinin ‘’karizmasını’’ yıkacak tehlike, nereden geleceğini bilemeyeceği ve belki de fısıltıyla yayılan ya da akıldan geçen kendisi ile ilgili gülünesi şeyler olacak.’’
Platon bunun farkında olarak korunması gereken ‘’devlet’’e karşı gülmeceyi kontrol altına alacak kurallar geliştirmiştir.
Ortaçağda, insanları kontrol etmek için en vahşi uygulamalar doğal karşılanmıştır. İnsan, kuşku duyulan her hareketinden dolayı ölümle cezalandırılmış, elleri ayakları zincirlenerek kontrol altına alınmıştır. Bu ağır baskılardan korkan insan hayatta kalabilmek için, kendi kendini kontrol etme zorunluluğunu duymuş ve bu genlerine işlemiştir. Modern toplum dediğimiz toplumumuzda buna ‘’otokontrol’’ denilmektedir.
Mantıklı otorite, hem otoritenin hem de ona maruz kalanın eşitliği üzerine kurulmuştur. Bu ikisi arasındaki tek fark her ikisi arasındaki bilgi ve becerinin birbirinin farklı olmasıdır.
Mantıksız otorite ise doğası gereği eşitsizliğe dayanır ve değer olarak farklı olduğunu savunur. Otoriter ahlak insanın iyi veya kötüyü ayırma kapasitesini reddeder. Norm belirleyici ve her zaman için bireyi aşan bir otoritedir. Varoluş sebebi, otoriteye karşı duyulan korku ve kişinin zayıflık ve bağımlılık hisleridir (Eric From)
Otorite, boyun eğmenin en büyük erdem, başkaldırının ise en büyük günah olduğunu savunur. Otoriter ahlakta affedilmeyen en büyük günah asiliktir.
Günümüzde, birey olarak var olma korkusunu aşan insan, toplum içinde var olabilme mücadelesi ile karşı karşıyadır. Yüzyılların genlere işlediği, gelenekler, görenekler, ahlak anlayışları ve yasalara uyarak, bulunduğu toplumdan yalıtılmamaya çalışır. Uyduğu kuralların yanlış olduğunun farkında bile olsa, yalnızlık korkusu, çevre baskısı, yasalar onu ‘’otokontrola’’ zorlamaktadır.
Bireyin kendini baskılaması toplum veya gurup içinde bireyin var olmasını sağlar. Öte yandan bu durum bireyde yabancılaşma yaratır. Ama bu aynı zamanda bir gerilim de yaratır.
Freud’a göre espri bir enerji boşalmasıdır.. Espri ile kişi kendini özgürleştirir. Yani var olur. Gerginliğin giderilmesini sağlar. Giderilen bu paradoksun gerilimidir…
Gülme, ağlama, üzülme, tasa, sevgi… Bunlar insanın duygusallığının bir sonucudur. Baskılanmanın yaratığı ve insanda değişik şekillerde kendini gösteren yansımalarıdır.
Gülmek gibi ağlamak ve küfür de bir enerji boşalmasıdır. Olmakla olmamak arasında bir paradoks toplum içinde var olmakla, özgür olabilmek arasındaki paradoksun gerilimi. Bu ya bir espri ile ya da küfürle boşaltılabilir. Yani, gülmek, ağlamak kadar küfür de doğal bir ihtiyaçtır.
Mizah da küfür de kusurdan doğar. Kusurların düzeltilmesi için en iyi yol mizah olsa bile, yeri geldiğinde küfür de kaçınılmaz olur. Çünkü mizah bir zeka işidir, her insan her zaman mizah yapamaz. Ama o an enerji boşalması zorlamışsa, yapılabilecek bir şey de kalmaz. İlk patlama ile boşaltılmak zorundadır.
Enerji boşalımının iki türlü etkisi oluyor, hem aktif olarak, fiili olarak mücadele eyleminin önüne geçmiş oluyor, hem de kişinin bunalan duygularının hastalanmasının önüne geçen bir emniyet supabı görevi üslenmiş oluyor…
Küfürü biraz da rüyaya benzetebiliriz bu anlamda bastırılan duyguya karşı bir isyandır küfür… Haksızlığa karşı, baskıya karşı bir tepkidir… Tepkisizlik küfürden daha kötüdür bence…
Enerji boşalmasını sağlayamayan insan öyle durumda daha büyük yanlışlar yapabilir, veya fazla enerji psikolojik bozukluklara sebep olabilir.
Sıradan insanlar, egemenlerin ahlak kurallarının karşısında savunmasızdırlar. Savunmasız insan her türlü kurala uymak zorundadır. Bunun farkında olamayan kendine büyük misyonlar yükleyen, toplumun hemen arkasından gelmesini bekleyen, ama geriye baktığında ardında kimseyi göremeyen, bu nedenle topluma küfreden insan da aydın sayılmaz. Neden? demek kendini o toplumdan ayrı görmüş, onlarla iç içe olamamış birbirlerini anlayamamışlar, aynı dili konuşamamışlar… O toplumu aydınlatacak, önünü açacak misyonu yerine getirememiş.
Sanat ve edebiyatla uğraşan insanların veya aydınların görevi elbette daha edebi bir toplum yaratmaktır. Hiç kimse küfür etme heveslisi olamaz. Küfür aynı zamanda bir çaresizliğin de sonucudur. Ancak toplum üzerinde o kadar çok baskı var ki, bu baskılar karşısında çaresiz kalmamak da mümkün değildir. Örgütlü bir toplum bu kadar çaresiz kalamaz, ama örgütlenmesi sık sık ezilen, planlı ve düzenli bir muhalefete sahip olamayan toplumlar da, biriken enerjiyi bir şekilde boşaltmak zorundadır. Nasıl akan bir ırmağı hiç akıntıya kapılmadan geçemezsek, bu da öyledir. Mutlaka toplumun o akıntısına bağlı olarak, beraber davranmak zorunda kalınır.
Ya o akıntıyı yavaşlatacağız. Bu da duygulara en çok hitap eden sanat ve kültür etkinlikleriyle olabilir, ya da o akıntıya biz de uymak zorunda kalacağız. Tabi bu kitle kuyrukçuluğuna kapılmadan, düzeltmeyi de ön plana alarak yapılması gereken bir olaydır. Toplumsal mimarlıktaki ustalık da burada kendini gösterir.
Hiçbir şey istemekle hemen elde edilmiyor. Çok zor durumlardan çıkıp bu günlere gelen toplumumuzun bir parçası olarak, bir ömür boyunca bile çok zor dönemlerden geçtik. Yanlış yapıp geri düşmemek için atılacak adımların hesabını çok iyi yapmak zorundayız. Ne araç olan küfürü amaç edineceğiz, ne de yığınla baskılar altındaki toplumu yasaklarla bunaltacağız.
Devlet kontrolü elden kaçırmamak için, en doğal kişisel özgürlükleri, hakları bile, denetim altına almaya çalışırken biz onları korumak ve genişletmek için çabalamak zorundayız. Sıkışıp,’’ bu toplum da layık olduğu gibi yönetiliyor’’ tavırlarla topluma sırt çevirmek, bu yola baş koyanların tavrı değildir. Edebiyatı ve sanatı ticari amaçla kullanmak isteyenlerin tavrıdır ki… Bu da bir taraflara ‘’Ben bu toplumun parçası değilim, onlardan ayrıyım’’, mesajını vermek için kullanılıyor. ‘’halkın sözcüsü olamayan bir şair ancak dolandırıcısı olabilir.’’
Bu baskıcı düzende, bu çarpık ahlak anlayışı, hep egemen güçler lehine kullanılmakta… Sarayda Harem bulunur, harem ağası bulunur, İç oğlanları bulunur hiç yadırganmaz… ama başkalarının ezilen tabakanın özel hayatı özel olmaktan çıkar, ahlak anlayışı nedeniyle ahlak polisi, ahlak zapıtası peşlerinden koşar. Yönetenlerin ve zenginlerin yaptığı meşru olur, yoksulların ki ahlaksızlık, köle hadım edilir sarayda, ama sahipler için bu tedbir kimsenin aklına gelmez, onlar özgür, ama yönetilenler yoksullar sıkı denetim altında olur… Yani ahlak da, her şey gibi çifte standart olur… Günümüzde, koruma altına alınana, cezaevlerine konan insanlara tecavüz edilir. Suçlular cezalandırılmaz… Ama tecavüze uğrayana aşağılayıcı gözle bakılır, utanmak ona düşer ve bu nedenler toplum gözünde lekelenmek korkusuyla, susmak zorunda kalır tecavüze uğrayan suçlu tecavüzcü kahraman gibi dolaşır… Kimse bu ters işleyişten dolayı işkence gördüğünü bile anlatamaz… sanki işkenceci suçlu değil de, eli ayağı bağlu mahkum direnememekten suçlu… Bütün bu ters ahlak anlayışından değilmi bu gün toplumun büyük bir kesimi aile içi, veya egemengüçler tarafından tecavüze uğradığı halde bilinmemesi, bu ahlak anlayışından dolayı pisliklerin ortaya dökülememsinden değil mi temiz toplum görüntüleri… Zengin çevrelerdeki ahlaksızlıkların sosyate ile adlandırılıp, meşrulaştırılıp, sıradanlaştırılması, ama aç kaldığı için, mecbur kaldığı için yine güçlüler tarafında yoksullar kullanıldı mı Kadın ‘orospu’ oluyor… Orta malı olabiliyor…
Hiç kimse bu toplumu işsiz bırakan, aç bırakan, barınaksız bırakan sistemden hesap sormaz. Böylece egemen güçlerin bu baskılı ahlak anlayışından dolayı kirli çamaşırları ortaya çıkmazken yoksul kesim, susmak zoruda kalıyor, tecavüz ve işkence suçlarının üstü örtülüyor… Bu da tecavüz ve işkence suçlarının devamına, sürekliliğine katkıda bulunuyor…
Ve bütün bunlara karşı çaresizlerin tek silahı ‘’küfür’’ yasaklanıyor. Silahlara karşı taş atmayı yasakladıkları gibi…
Bütün bunlara rağmen insanın ağzını bağlamak, onlara ‘’benim istediğim gibi, kibar konuş’’ demek ‘’ben küfrü hak ediyorum! ’’ demek değil mi?
Bütün bunlar egemen güçlerin egemenliklerini korumak için ezilenlerin vücutlarına vurdukları zincirler gibi, duygularına vurulan birer zincir değil mi?
Toplumu denetim altına almaya çalışan her türlü kural, gelenek, görenek, bu toplum tarafından, yıkılmak için mücadele edilmedikçe, özgürlüğün sınırları genişletilemez.
Bu da topluma dışarıdan bakan insanlarla değil, toplumla kaynaşmış, toplumun bir parçası olabilmiş insanlarla başarılacaktır.
BİTTİ
Kayıt Tarihi : 6.8.2012 18:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)