Gülnaz
1
Sonbaharın hüzün kokan rüzgarları esiyordu hayatın caddelerinde,
Acının insanları önüne katıp savurduğu,
Kaderin insanlarla oynadığı gibi oynuyordu rüzgar sarı yapraklarla.
Kış kapıya dayanınca, bahçelerde işler hararetlenir bizim buralarda,
Bir karı koca geldi yardıma bu bağ bozumunda,
Camdan izledim bir süre,
Erkek, cevizleri ağaçtan düşürüyor,
Kadın ise, can havliyle toplamaya çalışıyordu yerde yuvarlanıp giden cevizleri.
Emekçilerin bende hep ayrı bir yeri vardır
Hele bu emekçi bir kadın ise.
Yaklaşıp kadına ‘’hoş geldin,’’ dedim.
Kırk yıllık dost gibi sarıldı ‘’hoş bulduk,‘’dedi büyük bir minnettarlık ve sıcaklıkla,
Çok dikkatimi çekti; Tavırları,konuşması,bakışlarındaki sancılar…
Tanımalıydım bu giz dolu kadını
Önce kendisinden çok büyükmüşüm gibi davranınca yaşını sordum,
‘’Bilmiyorum,’’ dedi.
Mimikleri; toy bir tayı andırıp,
Görünüşü; olgun hatta yaşlı bir kadını çağrıştırınca,
Sormak zorunda kaldım.
O bilmiyordu,ben ise tahmin edemiyordum
Yaşını bilip bilmemesi önemli değildi
Tek amaç konuşmasını sağlamaktı
Mevlana diyor ya ‘’konuş ki seni görebileyim’’ ürkütmeden,incitmeden sorular sormaya devam ettim
Yaşı gibi bütün sorularım cevapsız kaldı.
Alamadığım cevaplar karşısında merakım kat be kat artıyordu.
İçimde bilmediğim bir el sanki ruhumu avuçlarına almış,dalga geçercesine sıkıp sıkıp bırakıyordu.
Gülnaz
2...
Alamadığım cevaplar karşısında yine dinlemeye koyuldum pür dikkat!
Bir tek ismini biliyordu birde derin acılarını…
Benim çok merak ettiğimi fark etti ve başladı anlatmaya.
O çat pat Türkçe biliyordu ben biraz Kürtçe
Anlaşmaya çalıştık velhasıl
‘’Mehmet’’ dedi benim üçüncü erim
Çok şaşırdım; ufak tefek,bir ceylan kadar ürkek şu küçücük kadın ve üç evlilik…
Aklım almıyordu.
Aklım almadan dinliyordum.
‘’İki kocamda öldü,’’ dedi gözlerini kaçırarak,
Sanki lanetliymiş gibi kendini suçlar bir edayla
‘’Vallahi ben kötü bir insan değilim, hastalandılar ne yapayım? ’’
Anladım, ölümün takdiriyle bile suçlamışlar ki savunma ihtiyacı hissetti.
‘’İkinci kocamdan bir kızım oldu
Babası öldükten sonra aldım kızımı doğru direği kırık baba evine…’’
Anladığım kadarıyla:
Babası ölmüş, annesi abisinin-yengesinin minnetinde,
Bir döşek bulmuş kendine, salonun loş bir köşesinde,
Yatalakmış üstelik, yatıyormuş sabahtan akşama,
Ellerinin nasırlarını gösterdi,
Bütün işi ona yaptırdıklarını anlatmak için.
Başını salladı acı acı
Yani ne yaptıysam nafile
Sonra bir gün abisi bir adamla çıka gelmiş
‘’Seni bu adama verdim, topla eşyanı’’
Eşyası da iki entariden ibaretmiş
Başlık almış abisi, gitmesi gerekiyormuş.
‘’Gittim,’’ dedi.
Gitmiş ama nasıl gitmiş?
‘’Mutlu oldun mu’’ diye soracaktım, soramadım?
Onun yerine ‘’en çok hangi kocanı sevdin’’ dedim?
Mehmet, dedi mahçup mahçup
Mehmet şimdiki kocası:
Ve ekledi çünkü o beni hiç dövmedi.
Sinirlidir; bağırır- çağırır, küfür eder ama hiç dövmez.
Yani daha ne olsun der gibi
İyi ki mutluluğu sormamışım
Mutluluğu dayaksız evlilik olarak gören minik dev kadına
İyidir, dedi Mehmet çok iyi
Birde kızımı kabul etseydi!
Ne derdim kalırdı ne de tasam…
‘’Ben bakamam! ’’ demiş elin piçine
Göndermiş kızı amca minnetine.
Çile doldururlar şimdi anne kız ayrı ayrı yerlerde,
Neyin bedelini ödedikleri,
Hangi günahın cezasını çektiklerini bilmeden sorgulamadan.
Gülnaz 3
Telefonunu uzattı ‘’numaramı buradan al’’ dedi.
Bir işin olunca çağır,
Ne iş olsa yaparım?
Yeter ki bir daha göreyim seni!
Aldım numarasını, yazdım ismini.
Demek Gülnaz’dı ismi
Nazdan nuzdan bihaber iken
Nazını çekenler yokken
Gülnaz; çölde açan bir nilüfer çiçeği,
Hazana uğramiş bağda filizlenen bir bahar dalı
Gül diye hükmediyordu ismi,gülmeler bu kadar uzakken yüzüne,
Erken inen çizgilerin arasına gizlenmişti gülüşleri,
Gülmeyi öğretmemişlerdi
Gülnaz’a ağlamakta yasaktı,
Peki neydi ikisinin arası?
O ürkekçe bir adım atmak isterken hayata hayat ona Hercai’ydi.
ilk defa gördüğüm halde bakarken göz kırpmamaya çalışıyorum kirpiklerim acıtır diye,
Bakmaya kıyamazken, gam ceylanına nasıl kıyıp hırpalamışlar onu
Aklım almıyor hala.
Serçe parmağını gizlediğini farkettim avucunda,
Dikkatli baktım, kanıyordu,
Belli ki cevizleri almaya çalışırken çizmiş çalı- çırpı dikenleri,
Kolanya sürdüm, kremledim minik ellerini,
Acısını unutsun diye kızını sordum
Nerden bilirdim ki,yüreğinde bir oyuk daha açtığımı
Buğulandı birden ceylan gözleri
‘’Bana benzemez,’’ dedi o çok güzel
Sana kim güzel olmadığını söyledi diyecektim diyemedim.
Sustum!
Daha fazla tutamadı
Bıraktı taşımakta zorlandığı göz yaşlarını
Bir kusur işlemiş gibi çabuk çabuk sildi
Ak pak yaşlarını kirli elleriyle
Derin bir iç çekti ismini zikretti titreyen sesiyle
Zeynep, dedi.
Ama Zeynep’lerin en güzeli!
Sarılıp rahatlattım ‘’bahtı güzel olsun, dedim ağlama’’
Bir türlü yutamadığım bir yumruk yapışmıştı boğazıma,
Gözlerime hücum eden yaşları tutuyordum,
Acıdım da ağladım diye düşünsün istemedim.
Zaten bu kirlenmemiş yüreği taşıyan kadına acınmazdı
Alkışlanırdı ancak...
Yüreğim için için ağlıyordu onun evlat hasretine
‘’Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım,’’ dedim.
Koştum mutfağa,
Boşalttım gözlerimde ne kadar yaşım varsa,
Rahatladım azda olsa.
Hazırlıklar yaptım
En yakınım gelmiş gibi,
Kırk yıllık dosta hazırlar gibi,
Ne yaptımsa az geldi bana,
Dünyayı vermek istiyordum nasırlı ellerine.
Mutfağa çağırdım, kahve yaptım ikimize
Kadın şaşkın, kadın şokta
İlk defa içtiği kahve için değil,
İlk defa biri ona hizmet etmiş, ikramda bulunmuş diye
Bu defa elleri de katıldı titreyen sesine.
Sen çok güzel bir kadınsın’’ dedim Gülnaz.
Utandı al al oldu yanakları.
‘’Benim ismimi ne güzel söylüyorsun’’ dedi.
İlk defa kendi ismini duymuş gibi
Gülümsedim, ismin güzelde ondan dedim.
Beni hiç böyle çağırmazlar?
Ya keçi derler ya gejo!
Şaşırdım, şaşkınlığımı gizlemek için çaba sarf ediyordum.
Bir insanın ismini düzgün söylemekten aciz insanlar olduğuna tanık oluyordum
Keçi hem kız hem inatcı demek..
Gejo: sersem, aptal- kıt akıllı demek..
Konuşmalar arttıkça ben küçülüyordum, giriyordum yerlere insanlık adına.
O büyüyordu: sığmıyordu mekana
İstediğin bir şey var mı diye sordum?
O kuğudan daha kırılgan boynunu büktü yana
Mahcup mahcup sanki dünyayı istiyormuş gibi.
Bir terlik, bir çanta…
Belki Mehmet izin verirde gidersem kızımı görmeye
Yeni terlikler giyer, atarım çantamı omzuma
Dedi ve güldü.
Suçlu bir çocuk gibi gülüşünü gizledi.
evde ne kadar terlik, ne kadar çanta varsa getirdim
Seçip aldı;
İkincisini aldırmak mümkün değildi,
Utanmasın diye ısrar etmedim bende.
Ama bunların yanına hırkada gerekiyordu
Gösterdim hırkaları
O yeşil hırkayı seçti
Bahar yeşili, umut yeşili
Sonrada ellerinde kararan kızaran kına yeşili
Erkekler dışarıda biz mutfakta yedik yemeğimizi
Çok yorulduğu için çok acıkmıştı
Ben hala boğazımdaki yumrukla uğraşıyordum
Geçip karşısına izledim uzun uzun
Zaten işleri de bitmiş
Gitme zamanı gelmişti.
Gitmek istemiyordu Gülnaz
Ama biliyordu gitmesi gerektiğini
Dışarıdan seslendi kocası Gülnaz’ı bir telaş sardı.
Sarılıp defalarca öptü beni,
Gülnaz geç kaldı.
Mehmet dayanamadı bir küfür patlattı
Ben duymayayım, anlamayayım diye Gülnaz bir kere daha telaşlandı.
Ve alıp boyu kadar çantayı,
Takılıp kocasının arkasına yola koyuldu.
Gözü arkada kaldı.
Neydi Gülnaz’ın suçu, bilinçsiz bir anne- babaya sahip olmak mı?
Okulu, suyu,elektriği olmayan bir köyde doğmak mı?
Mal gibi satılmak mı?
Hayatın içinde kadın olmak mı?
Çocuk olmuş Gülnaz,
Bir gün başı okşanmadan .
Kadın olmuş Gülnaz,
Farkına vardırılmadan
Anne olmuş Gülnaz,
Yürek yürek hasretten başka bir şey tatmadan
Güle güle git Gülnaz,
Git mekandan,
Git gözlerimden,
Gide bildiğin kadar git,
Ama yüreğimde hep bir sızı olarak kalacaksın! ..
NİMET ÖNER 11/11/2011
Nimet ÖnerKayıt Tarihi : 12.12.2014 01:20:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Okulu, suyu,elektriği olmayan bir köyde doğmak mı?
Milletine sahip çıkmayan bir ulusa mensup olmak mı?
Mal gibi satılmak mı?
Hayatın içinde kadın olmak mı?
Çocuk oldu Gülnaz,
Bir gün başı okşanmadı.
Kadın oldu Gülnaz,
Farkına vardırılmadı.
Anne oldu Gülnaz,
Yürek yürek hasretti adı.
Güle güle git Gülnaz,
Git mekandan,
Git gözlerimden,
Gide bildiğin kadar git,
Ama yüreğimde hep bir sızı olarak kalacaksın! ..
...
bunun üstüne ne denilebilir ki; siz zaten bütün gerçekleri bir tahta parçası gibi suyun yüzeyine çıkarmışsınız. Ve öykünüz hakkettiği final ile tüm kadınların kaderine imzasını atmıştır...
ben burasına takıldım. acaba dedim, bir kişiyi yücelteyim derken bir milletimi alçaltıyorsunuz diye...
tabi gerçek sizde saklı
saygılar ...
‘’Sen çok güzel bir kadınsın’’ dedim Gülnaz.
Utandı al al oldu yanakları.
‘’Benim ismimi ne güzel söylüyorsun’’ dedi.
İlk defa kendi ismini duymuş gibi
Gülümsedim, ismin güzelde ondan dedim.
Beni hiç böyle çağırmazlar?
Ya hırço derler ya gejo!
Şaşırdım, şaşkınlığımı gizlemek için çaba sarf ediyordum.
Bir insanın ismini düzgün söylemekten aciz insanlar olduğuna tanık oluyordum
Hırço: ayı, demekmiş.
Gejo: sersem, aptal- kıt akıllı demekmiş.
Konuşmalar arttıkça ben küçülüyordum, giriyordum yerlere insanlık adına.
O büyüyordu: sığmıyordu mekana
İstediğin bir şey var mı diye sordum?
O kuğudan daha kırılgan boynunu büktü yana
Mahcup mahcup sanki dünyayı istiyormuş gibi.
Bir terlik, bir çanta…
Belki Mehmet izin verirde gidersem kızımı görmeye
Yeni terlikler giyer, atarım çantamı omzuma
Dedi ve güldü.
Suçlu bir çocuk gibi gülüşünü gizledi.
Döktüm önüne evde ne kadar terlik, ne kadar çanta varsa?
Seçip aldı;
İkincisini aldırmak mümkün değildi,
Utanmasın diye ısrar etmedim bende.
Ama bunların yanına hırkada gerekiyordu
Gösterdim hırkaları
O yeşil hırkayı seçti
Bahar yeşili, umut yeşili
Sonrada ellerinde kararan kızaran kına yeşili
Erkekler dışarıda biz mutfakta yedik yemeğimizi
Çok yorulduğu için çok acıkmıştı
Ben hala boğazımdaki yumrukla uğraşıyordum
Geçip karşısına izledim uzun uzun
Zaten işleri de bitmiş
Gitme zamanı gelmişti.
Gitmek istemiyordu Gülnaz
Ama biliyordu gitmesi gerektiğini
Dışarıdan seslendi kocası Gülnaz’ı bir telaş sardı.
Sarılıp defalarca öptü beni,
Gülnaz geç kaldı.
Mehmet dayanamadı Kürtçe bir küfür patlattı
Ben duymayayım, anlamayayım diye bir kere daha telaşlandı.
Ve alıp boyu kadar çantayı,
Takılıp kocasının arkasına yola koyuldu.
Gözü arkada kaldı.
Neydi Gülnaz’ın suçu, bilinçsiz bir anne- babaya sahip olmak mı?
Okulu, suyu,elektriği olmayan bir köyde doğmak mı?
Milletine sahip çıkmayan bir ulusa mensup olmak mı?
Mal gibi satılmak mı?
Hayatın içinde kadın olmak mı?
Çocuk oldu Gülnaz,
Bir gün başı okşanmadı.
Kadın oldu Gülnaz,
Farkına vardırılmadı.
Anne oldu Gülnaz,
Yürek yürek hasretti adı.
Güle güle git Gülnaz,
Git mekandan,
Git gözlerimden,
Gide bildiğin kadar git,
Ama yüreğimde hep bir sızı olarak kalacaksın! ..
Nimet hanım inanın okudum ve insanlığımdan utandım kadına zülmetmek namert insanların işidir kadını itibarsızlaştırmak akıl tutulmasıdır kadını itibarsızlaştıran toplu itibarsız bir toplum olmaktan kendini kurtaramz bu günkü toplumumuzda bunun bir örneğidir İslamdan ve kurandan habersiz kitleller önleine geçen yarım hocaların verdiği fetvalarla Ev halkından olan kadına çocuğa zulmederek egosunu tatmin etiiği gibi bir marifet yaptığını zannediyor Halbuki aptıkları namertlik olduğunun farkında değiller sizinde kaleminize yüreğinize sağlık çok çok duygulanarak okudum tebrik ediyorm..
Gözlerim dolarak, içim titreyerek, ve size hayran olarak okudum bu üç bölümlük şiirinizi...
Yazsam sayfalar dolar, o kadar tesir etti ki. Ne yazık ki kadın olmak bazı yörelerde daha zor. Hattâ zordan öte.
Öyle duyarlı bir yüreğiniz var ki, kurgu veya gerçek, insanı alıp götürüyor. Bir şeyler yapmalı diyorum. Kadınların çilesi bitmeli...
Size, yazdığım bir hikâyeyi yazmadan edemeyeceğim... Seneler önce yazmıştım..
GÜLTAZE
Yüce kavak, yüce kavak hışırda,
Gelen nedir bilemem ki başıma?
Avluda oturmuştu Gültâze. Kerpiç duvara sırtını dayamış, dizlerini kırmıştı. Başındaki güllü yemenisi bir yana kaymıştı. Gözleri öfkeliydi Gültâze'nin... Gözleri ıslaktı... Gökyüzüne bakıyor, bakıyor da görmüyordu. içinde bir öfke kabarıyor, kabarıyor, çaresizlikle acıya dönüşüp, bağrına bir taş gibi oturuyordu. bakışları çocuktu Gültâze'nin...Bakışları mâsum, ürkek ceylanlar gibi. Yüreği küt küt atıyor, sıkışıyordu.
Henüz onüçüne yeni basmıştı. Hatları yeni yeni genç kızlığa dönüşüyordu. Simsiyah saçları vardı, upuzun...Belik belik örmüştü anası. Boncuklar takmıştı aralarına. Kapkara gözleri vardı Gültâze'nin. hep uzaklara bakan, hep uzaklara dalan...Kapkara kirpikleri vardı, ok gibi. Daha çocuktu ama, onu gören gözlerini alamazdı bir zaman.
O da oynamak isterdi bazen. Koşardı, kınalı kuzusunun ardından. Güllü yemenisi düşer, saçları savrulur, yanakları al al olurdu...Ama, biri vardı ki, Gültâze'yi çok korkutuyor, her kapının ardından, her ağacın gölgesinden, her delikten fırlıyordu... Aklını başından alıyor, ödünü koparıyordu...…Gültâze onu görünce korkudan titriyor, o çocuksu neş’esi kayboluyor, gözlerine yaşlar hücum ediyordu.
Bir gece evvel babası sevinçli bir telâşla gelmişti. Hiçbir şey söylemeden oturmuş, cebinden çıkardığı tütünü sarmış, keyifli keyifli içiyor, gülümsüyordu. Gültâze anasına bakmış, anası ona, ama, merakları gözlerine, soruları boğazlarına takılıp kalmıştı. Soramamışlardı bu sevincin sebebini. Sinirliydi Davut, sormadan konuşturmaz, nefes aldırmazdı. İkide bir Gültâze’ye bakıyor, gülümsüyordu. Fadime Kadın’ın yüreği birden ‘cızzz’ etti. Yüzünün rengi uçtu, sapsarı kesildi. Gözleri faltaşı gibi açılmış, elleri böğründe Davut’a bakakalmıştı. İçinde kabaran fırtına dudaklarının ucuna geliyor ama sesi çıkmıyordu… Gültâze daha çocuktu, anlamıyordu anasının solgunluğunu.
Davut seslendi:
-Hele bir sofra kurun bakalım. Gelenlerimiz olacak!
Fadime Kadın’ın gözleri kocasında, kocaman açılmış, rengi kaçmış, elleri böğründe ayağa kalktı. Kendini Davut’un ayaklarının dibine attı.
-Etme beyim, o daha çocuk…Kıyma gülüme...Kulun, kölen olayım…’’ diye ayaklarına kapandı. Bir tekme ile soluğu kesildi. Sapsarı suratı morardı. Gözyaşları pınar gibi yanaklarından aşağı akıyordu. Ayağa kalktı. Sendeleyerek dışarı çlktı.
Davut söyleniyordu:
-Kaç lira verecek biliyor musun? Beni adam yerine koydu. Ben ona şimdiden söz verdim …Ses istemem.’’ Diyordu.
Gültâze bir babasına, bir anasına bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Dışarı çıktı. Anacığının yanına gidip, soran gözlerle ona baktı. Sarıldı anası. Gül yüzünü öpüyor, kekik kokan saçlarını kokluyordu. Gültâze şaşırdı. Anası ne olduğunu anlatmıyor, ona sarılıp sarılıp ağlıyordu.
Fadime kadın sofrayı kurdu. Yufka ekmek, otlu peynir, bal, ceviz, ne bulduysa sofraya koydu.
Kapı çaldı. Gültâze açtı.Adımları geri geri gitti. İşte o kirpi saçlar, kaşlarının arasından bakan ürperten bakışlarla yine karşısındaydı. Bıyıklarını buruyor, pis pis sırıtıyordu. Gelen misafiri karşılayan Davut, milyonların hesabıyla sırıtıyor, nasıl ağırlayacağını şaşırıyordu.
Gültâze her şeyi anlamıştı. O elma yanakları daha da kızarmış, kara saçları terden alnına yapışmıştı. Gözleri yaşlarla doluyor, midesi bulanıyordu…Onu satacaktı babası ha! Onu satacaktı. İki ev ötede, iki karısı olan bu adama kuma verip satacaktı ha! ...İçindeki öfke kabarıyor, onu çâresizlikle süzen anasına bakamıyordu. Dışarı çıktı. Gözyaşları sicim gibi aktı, aktı…Avluya, ahıra, kuyuya hiç görmemiş gibi baktı, baktı…Birden döndü, içeri girdi. Oturdu, konuşmuyor, öylece hizmet ediyordu.
İçerdeki pazarlık bitti. Davut, keseyi aldı. Adamın omzuna vurdu. Büyük bir iş başarmış insan edasıyla kuruldu, oturdu.
Dar alnına dökülmüş kaşların arasından bakan gözler sık sık Gültâze’ye bakıyor, baygınlaşıyor, Gültâze’nin midesini bulandırıyordu.
Fadime Kadın, bütün duygularını yitirmişti. Öylece oturuyor, ver deyince veriyor, al deyince alıyordu. Gültâze’nin, anasına baktıkça içi burkuluyor, anası ona bakınca, ölecek gibi oluyordu…
Pazarlık sonunda konuşmalar daha canlı, daha neş’eli olmuştu. Yüksek sesle konuşuyorlar, kaba kahkahalar atıyorlardı. Ana, kız sessizce oturuyorlardı.
Ertesi gün erkenden kalkan Gültâze, kendini, birden kâbus görüp uyanmış sandı. Başı ağrıyordu. Birden her şeyi hatırladı. Gül benzi soldu. Yavaşça avluya süzüldü. Toprağa oturdu, avlunun kapısına yaslandı. Gökyüzüne dikti gözlerini, uzaklara baktı. Gözyaşları içine akdı, akdı…Gözleri öfkeden büyüdü. Kalbi sıkışıyordu. Toprağı elleriyle eşeledi, tırnakladı…O bakışlar gözünün önünden gitmiyordu. Birden doğruldu, sanki biri onu çağırıyordu. Yürüdü, yürüdü kuyunun başına geldi….Bir evine baktı, bir kuyuya…Gözlerini kapatıp kendini karanlık dipsiz kuyuya bıraktı…
Hışırda be deli kavak, hışırda,
Küçücüktüm, neler geldi başıma… Hâlenur Kor
TÜM YORUMLAR (27)