Sonbaharın hüzün kokan rüzgarları esiyordu hayatın caddelerinde,
Acının insanları önüne katıp savurduğu,
Kaderin insanlarla oynadığı gibi oynuyordu rüzgar sarı yapraklarla.
Kış kapıya dayanınca, bahçelerde işler hararetlenir bizim buralarda,
Bir karı koca geldi yardıma bu bağ bozumunda,
Camdan izledim bir süre,
Erkek, cevizleri ağaçtan düşürüyor,
Kadın ise, can havliyle toplamaya koyulmuştu yerde yuvarlanıp giden ceviz tanelerini…
Emekçilerin bende hep ayrı bir yeri vardır
Hele bu emekçi bir kadın ise.
Yaklaşıp kadına ‘’hoş geldin,’’ dedim.
Kırk yıllık dost gibi sarıldı ‘’hoş bulduk,‘’dedi büyük bir minnettarlık ve sıcaklıkla,
Çok dikkatimi çekti; Tavırları,konuşması,bakışlarındaki sancılar…
Tanımalıydım bu giz dolu kadını
Önce kendisinden çok büyükmüşüm gibi davranınca yaşını sordum,
‘’Bilmiyorum,’’ dedi.
Mimikleri; toy bir tayı andırıp,
Görünüşü; olgun hatta yaşlı bir kadını çağrıştırınca,
Sormak zorunda kaldım.
O bilmiyordu,ben ise tahmin edemiyordum
Yaşını bilip bilmemesi önemli değildi
Tek amaç konuşmasını sağlamaktı
Mevlana diyor ya ‘’konuş ki seni görebileyim’’
İşte öyle bir şey
Devam ettim ürkütmeden,incitmeden sorular sormaya.
Yaşı gibi bütün sorularım cevapsız kaldı.
Alamadığım cevaplar karşısında merakım kat be kat artıyordu.
İçimde bilmediğim bir el sanki ruhumu avuçlarına almış,dalga geçercesine sıkıp sıkıp bırakıyordu.
Alamadığım cevaplar karşısında yine dinlemeye koyuldum pür dikkat!
Bir tek ismini biliyordu birde derin acılarını…
Benim çok merak ettiğimi fark etti ve başladı anlatmaya.
O çat pat Türkçe biliyordu ben biraz Kürtçe
Anlaşmaya çalıştık velhasıl
‘’Mehmet’’ dedi benim üçüncü erim
Çok şaşırdım; ufak tefek,bir ceylan kadar ürkek şu küçücük kadın ve üç evlilik…
Aklım almıyordu.
Aklım almadan dinliyordum.
‘’İki kocamda öldü,’’ dedi gözlerini kaçırarak,
Sanki lanetliymiş gibi kendini suçlar bir edayla
‘’Vallahi ben kötü bir insan değilim, hastalandılar ne yapayım? ’’
Anladım, ölümün takdiriyle bile suçlamışlar ki savunma ihtiyacı hissetti.
‘’İkinci kocamdan bir kızım oldu
Babası öldükten sonra aldım kızımı doğru direği kırık baba evine…’’
Anladığım kadarıyla:
Babası ölmüş, annesi abisinin-yengesinin minnetinde,
Bir döşek bulmuş kendine, salonun loş bir köşesinde,
Yatalakmış üstelik, yatıyormuş sabahtan akşama,
Ellerinin nasırlarını gösterdi,
Bütün işi ona yaptırdıklarını anlatmak için.
Başını salladı acı acı
Yani ne yaptıysam nafile
Sonra bir gün abisi bir adamla çıka gelmiş
‘’Seni bu adama verdim, topla eşyanı’’
Eşyası da iki entariden ibaretmiş
Başlık almış abisi, gitmesi gerekiyormuş.
‘’Gittim,’’ dedi.
Gitmiş ama nasıl gitmiş?
‘’Mutlu oldun mu’’ diye soracaktım, soramadım?
Onun yerine ‘’en çok hangi kocanı sevdin’’ dedim?
Mehmet, dedi mahçup mahçup
Mehmet şimdiki kocası:
Ve ekledi çünkü o beni hiç dövmedi.
Sinirlidir; bağırır- çağırır, küfür eder ama hiç dövmez.
Yani daha ne olsun der gibi
İyi ki mutluluğu sormamışım
Mutluluğu dayaksız evlilik olarak gören küçük dev kadına
İyidir, dedi Mehmet çok iyi
Birde kızımı kabul etseydi!
Ne derdim kalırdı ne de tasam…
‘’Ben bakamam! ’’ demiş elin piçine
Göndermiş kızı amca minnetine.
Çile doldururlar şimdi anne kız ayrı ayrı yerlerde,
Neyin bedelini ödedikleri,
Hangi günahın cezasını çektiklerini bilmeden sorgulamadan.
Nimet ÖNER 11/11/2011
Nimet ÖnerKayıt Tarihi : 5.12.2014 15:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kutluyorum ve heyecanla diğer bölüme geçiyorum..
Nimet kardeşimin, şiir dostumun güçlü kalemini, zengin yüreğini canı gönülden kutlarım. Manzum hikâye dediğimiz bu tarzda şiir yazmak her şairin harcı değildir. Üç şiirden oluşan bu hazin hikâyede kullanılan edebi dile hayran kalmakla beraber gıpta ettim. Bir olayı bu denli muazzam anlatmak maharet ister, bilgi ister, yürek ister.
TÜM YORUMLAR (32)