Yalnizca kilise degildi, o andan itibaren TANRI dedikleri güc ve iktidar sahipliligini kendi kafalarina ayar tarifeleyerek Ortadoks ve Katolik diye büyük bölünüs.
Tarih milattan sonra binlere yakin Roma`nin ölü matem miras kalintisina ve civisi cikik Imparatorluk tahtina konan GERMEN sülalesi, kilisenin hristiyanliktan kopup kendi kafasina buyruk ikiye ayrilmasi sirasina es neredeyse es zamanli olarak birbirinden ksiyrilip ayrisan kralliklara bölündü ve sanildigi gibi ULUS DEVLETLERIN baslangici Fransiz Devrimi degil, AVRUPA namina kilisenin bölünüsüyle beraberce kralliklarin da kendi hanedanliklarina hükümran olma ayrisim girisimiydi.
Böylece Almanlar terazi dengindeki FRANKLAR kopusun en güclüsü, Vizigotlar, Vandallar, Burgundlar, Angillar, Saksonlar ve digerleri bunlarin izpesi takipcisiydi ve tarih boyunca da Avrupa, hep ayni izsürümünün güdümünde kaldi.
Fransiz Devrimi`yse birdaha hic geri dönüsü olmayan kesin sinirliligin herseyi kendi hükümranligina daraltan ayiklama ve ayristirma süreciydi. Bundan sonra yasaminin dibine düsen insan yasadigi hayatin kurgu denegi, olus bitislerse ona rol yahut odak sekillendiren konum belirleyici program dahiliyeciligiydi.
Bakiyorum da söyle, bugünkü Cehepe, buralardan hic kopmayan ögretilmis ezberini SOROZ cikleti laf sakizlasmalariyla ve tam tekmil BOP kökenli görsel kiyafetlilikle, icinde hicbir ülke degeri bulunmayan özel programlarin hep kaybettikce kazandigini ilan beyan eden, DIS KAYNAKLI zihin bulanikliligini Türkiye`ye yayip yerlestirmenin eksik gedik toplama pesinde.
Orada, yani kendi kiyak fiilinde fittilendirilip dönderilen dolapta, ne Atatürk vardi, Ne Cumhuriyet ne de Türkiye…
Ki oraya ait Veznedar Haluk koc, `daha bizden ne istiyorsunuz sayisiz bina aldik, calisan ihtiyarlari eskidiniz artik diye emekliye yolladik`… kürsüsünden yumrugunu sallaya sallaya ayari tamkafa uygun sallona savururken…hep kaybeden, sürekli yitiren kaybettikce `Sen bize daha cooook lazimsin eeeey kilicdaroglusu Kemal ` diyenlere tam yedek kadro, siyasi figuranlik eden baskan, yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden…`benden baska burda kont fosil kral tanimam` demenin acerlenmis Yuroamerikan marka modellisi, kurultayini tazeleyip kendine bicilen yüklenmis yükümlüügünü saglama bagladi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta