OSMAN DEMİRCAN KÖTÜLÜK ŞİİRLERİ

OSMAN DEMİRCAN KÖTÜLÜK ŞİİRLERİ

Osman Demircan

Karanlık bir dünyada bir ışık aramanın sonsuz mutluluğunu terk edip bütün mum ışıklarını parmak uçlarımla söndürerek kendimi kör karanlık kuyulara atmak çılgınlığıydı bendeki deli sevda. Yaşamanın zifiri karanlığında bir tek ışık bulamamanın hüznüydü gözlerinde bir pırıltı aramak. Çok muydu mazlum rolüne girmeden güzel bir oyunda oynamak? İdam mahkumlarına ve kölelere gösterilen muameleyi kendine gösterilmesine razı olmamak ve sonrasında kaşla göz arasında adil bir dünya kurmak çok mu zordu?
İlla kabullenmek mi gerekliydi cehennemlik olduğunu? Bütün iyiliklerine ve ağlamarına rağmen kuruyan göz pınarlarına inanmamak mıydı kendini yakmak?
Oysa çok saçmaydı kendi ellerine inanmadan başkalarının ellerine inanmak. Oysa aptallıktı başkasının gözleriyle, başkasının sözleriyle kendi mutluluğunu bulmak.
Öyleyse sana ne başkalarının yemyeşil gözlerinden. Sırma saçlarından sana ne her tarafın cennetten uzaklaştırılmışken, bütün yolların cehhenme çıkarken. Sana ne başkalarının mutluluklarından.
Senin iyi olmanın veya başkalarının kötü olmasının çok da önemi yoktur aslında. Çünkü bu dünyada beyazla siyahın çok farkı yoktur.Çirkinle güzel arasında çok büyük mesafa yoktur.
Her şey ince bir çizgiden geçer. Bu ince köprüde yürümek için sadece Allah'a inanmak yeter.
Yoksa insanlık ince bir hesap yapsa görecektir ki dünyada ne iyilik vardır ne de bir kötülük. Sadece her şey ince bir çizgiden geçer. Sana iyilik eden kötülük de eder.
Dünyada ne iyilik vardır ne de kötülük. Sadece insanlar sırat köprüsünden geçerler. Bu ince çizginin farkına varamayanlar cehenneme düşerler.
Cennete gitmek isteyenler köşe bucak bir suçlu aramaktan vazgeçsinler. İyiliği ve kötülüğü kendi benliğinde bilsinler.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Evime vardığımda resim yapma isteği içimde renkli bir duygu dünyası olarak devam ediyordu. Evimin içinde bir hayalet gibi dolaşıp doğruca atölyeme gittim. Tuvale hayallerimi fırça darbeleriyle bir deprem hissi yaşatırcasına çizmeye başladım. Her renk Umay'dı sanki. Siyah Umay'ın mahzenlerindeki karanlık, kırmızı o mahzenlerdeki şarap renginde kendini belli eden duygulardı. Sarı şarabın içindeki güneş ışıkları iken bense sarhoşluğu ifade ediyordum. Resmim baş döndürücü bir güzelliğe sahip oluyordu. Çünkü güzellikten, incelikten ilham alınarak yapılıyordu. Her ince duygu, fırçanın ince kıllarından nezaketten geçer gibi geçerek tuvale sirayet ediyordu. Tabloyu Umay'a göstermek için şimdidien can atıyordum. Duygularımı resme yansıtmanın bana verdiği sonsuz bir dinginlikle salona geçtim. Kanepede biraz soluklandıktan sonra başımı geriye yaslayarak uykunun dalga dalga yayılan ferahlığına kendimi teslim ettim. Sabaha kadar uyumuşum. Kalktığımda perşembe gününün ışıkları gözlerimi alacak gibiydi. Önümde çok güzel bir gün beni bekliyordu. Umay'la görüşmeme ise daha bir gün vardı ve o günün hayalini kuracak bir sürü vaktim de vardı. İlk randevu olacaktı. İlerde bunun sık sık tekrarlanmasını istiyordum. Bir an ne kadar kolay etkilenip hayallerimi bu kadının siluetine bıraktığımı düşündüm. Saçlarını gözlerini ve de kendinden emin yürüyüşlerini.... Nereden alıyordu bu güveni. Özgür bir bayandı herhalde. Sıradan ve doğal mı görünmeliydim ona acaba yoksa bu kadın gücü seven bir tip miydi? O yüzden onun soru sormasını mı beklemeliydim konuşmamızda. Bu düşünceler bile varlığının anlamını daha da güçlü bir öge olarak çıkarıyordu karşıma. Onu bu kadar mükemmel yapan neydi? Sordum kendime en son ne zaman olmuştu bir kadından böyle etkilenip hayallere kapıldığım. İçimde tutamadığım sığdıramadığım bir canlılık vardı bende. Resimlerim sergilenmişti. Meyvesi olarak da resimlerden güzel bir bayan çıkagelmişti. Kafam karmakarışıkken böyle, bugün galeriye gitmek istemiyordum. Zaten epeyce de oyalanmıştım. Saat ona gelmek üzereydi. Dışarı çıkıp hayatın curcunasına katılmak bir panayır bir karnaval gibi hissettiğim şu anki hayat telakkisine kendimi koyuvermek istiyordum. Dairemden çıkıp merdivenlerden indikten sonra kapıdan sızan gün aydınlığına bir hücre cezalısı gibi bir an önce kavuşmak heyecanıyla koştum. Kendimi kapıdan dışarı attığımda ise hem gün bembeyazdı hem de ben bembeyaz güvercin gibiydim. Sadece uçmak düşüyordu bana. Kendimi güvercin, İstanbul sokaklarını dal, İstanbul'u ise ağaç yaptım. Daldan dala konuyordum artık. Mutluydum. Hayata daha çok bağlıydım. Umay bana bir heyecan yaşatıyordu. Heyecan yaşamı canlı kılıyordu. Kendimi bu yüzden daha dinç hissediyordum. Sokaklarda zımba gibi dolaştıktan sonra akşamı ettim. Akşam İstanbul'a bir peçe gibi çökerken, her yerde Umay'ın gözlerini görüyordum. Kendimi oldukça yorduğumu anladım bacaklarıma kara sular inmişti. Bir vapura binerek Üsküdar'a geldim. O an aklıma Avrupa yakasına ne zaman geçtiğim geldi. Hatırlayamadım. Artık hafızam İstanbul denizinde balık hafızası gibi olmuştu ve ben Umay'ın oltasına takılmıştım. İstanbul pagan kültürünün derin izlerini taşıyordu beynime. Her bina bir tapınak gibi içine giren ve dışına çıkan insanlarına yalana, dolana tapınmayı sağlıyordu. Caddeler, sokaklar, alışveriş merkezleri pagan kültüründe olduğu gibi insan icadı materyallere tapınmayı aşılıyordu. Balık hafızalı insanlar da kendine Tanrılar ve Tanrıçalar buluyordu. Sonra da sudan çıkmış balıklar gibi yeryüzünün sunaklarında can veriyordu. Umay da benim için bir Tanrıça olmuştu. İstanbul ise benim için bir sunaktı artık. Kendimi Umay'a kurban etmek için çırpınıp duruyordum. Ne kadarda aptaldım. En kötüsü ise hayatı aptallardan öğreniyordum. Beyninin anca yüzde onunu kullanan insanlardan aşk adına, sevgi adına bir şey öğrenmeye çalışıyordum. Yüzde onu çalışan bir beyinden mükemmel aşk bekliyordum. Ne kadar da şapşaldım. Üsküdar kazan ben kepçe geç saate kadar dolandım içinde. Hiçbir şey tat vermedi. Gökyüzünün kararmışlığı da bir kapak gibi Üsküdar'ın üzerine çökünce kendimi evimde buldum. İstanbul hiçbir açlığımı doyurmamıştı. Üsküdar ise ekmek kırıntısı gibi gelmişti bana. Evime ulaşır ulaşmaz üzerimdekileri sağa sola atarak çıkardım. Eşofmanlarımı giyerek mutfağa geçtim. Kendime kıyma, salça karışımından oluşan harçla ve birazda peynirle tost hazırladım. Yanına da hazır aldığım ayranı alarak yemeğimi yedim. Ardından balkona çıkarak doya doya denizi seyrettim. Doya doya iyot kokusunu ciğerlerime çektim. Yine de kendimi bir sırtlan sürüsü gibi aç hissettim. Umay'ın beni kurban ederek kanımı aç kalmışlığıma dökmesini istedim o an. Kendi katilimi an an sunağıma kendim çağırıyordum sanki. Umay'ın beni öldüresiye sevmesini istiyordum. Sonra düşündüm. İyiliğin de kötülüğün de bir mantığı vardı. Kendi ölümüm için kurguladığım cinayette önemli bir eksik vardı. Tanrıçalar kimseyi öldürmezdi. Umay'ın bu senaryoda beni öldürmesi mantıksal hata olurdu. Hemen bir rahip bulmalıydım. Aklıma o an Nahit geldi. Kendisi güzelliğe tapan iğrenç herifin tekiydi. Peki her şey kafamda hazırdı; fakat bu düşünceleri hayata nasıl geçirecektim. Bütün bunları bir trenin tünelden hızla geçmesi gibi aklımdam geçirirken, ilk aklıma gelen düşünce Umay'ı aramalıyım oldu. Telefonu elime alarak tuşlara titreyen parmaklarımın ucuyla hızlıca dokundum. Hem hızlı düşünüyordum hem hızlı el ve kol hareketleri yapıyordum. Bedenim ise ıslak ve soğuk bir leke gibi ortada kaskatı duruyordu. Numarayı çevirmemin bir iki saniye sonrasında Umay'ın alo sesini duydum. Kendisiyle anca kısa bir dipnot tutacak şekilde konuştum. Bana yarın saat on ikide Beşiktaş Kültür Merkezi'nin solundaki çörekçide buluşmamızı söyledi. O gece kanapeye yatmadan önce çırılçıplak soyundum. Karanlığın gemilere binmiş şeytanlarını bir deniz feneri gibi günahkar limanıma çağırdım. Sabaha kadar rüyalarımda ecinlerle, şeytanlarla seviştim. Çılgın Bir dalgaydım bu gece tuvalimde. Sabah uyandığımda sırılsıklandım. Berbat ve yorgundum. Yattığım yerden kalkarak ve gerimi darmadağınık bırakarak doğruca duş almaya gittim. Vücudumu suyun altında epeyce bir süre yıkayarak, hayatın ölüm çukurlarına gömmek için bedenimi hazırladım. Ardından balkonumda güzel bir kahvaltı yaptım. Günün ilk saatlerinde bir kadının silüetinin kafamda çizdiği hareket planıyla Umay'la buluştuktan sonra neler yapabileceğimizi düşündüm. Hiçbir şeyin plandığım cinayet haricinde ölümüme bir kan lekesi gibi iz bırakmasını istemiyordum. Suç, katil, maktül kavramlarının alınyazımda daha belirgin olması için, saçlarımı kaşıyarak bu kavramların ne olduğunu kafamda belirlemeye çalıştım. Suç neydi bana göre? Hiç kimse göründüğü kadar masum olmadığına göre, insan hayatında karanlıkta kalan noktalar neydi önce bunu bilmem gerekirdi. İnsan hayatındaki karanlık noktaları bilmeden cinayetim hakkında son cümleyi yazmak istemiyordum. Bunun için suç nedir diye düşündüm kendi kendime. Kafamdan: 'Tanrı insanın yüreğine hem iyilik duygusunu hem de kötülük duygusunu orantılı bir şekilde koymuştur. Bir insanın yüreğinde sadece iyilik olursa, kendini kötülüğe karşı savunamaz. Çünkü, kötülüğü bilmeyen ve o duyguya sahip olmayan insan, saf olur ve kolay kandırılır. Aynı zamanda kendini kötülüğe karşı da savunamaz. Tanrı'nın insan yüreğine kötülük duygusunu koymasının sebebi, o insanın kendisini kötü insanlara karşı savunması içindir. Yoksa başka canlılara zulm etsin, onlara eziyet etsin diye değildir. Hayat bir denge üzerine kurulu olduğuna göre, yüreğimizin dünyaya salınımında da bir dengenin olması şarttır. Yüreğin dengesi ise iyilik ve kötülük duygusunu içinde aynı oranda barındırmasıyla mümkündür. Ama gel gör ki insanlar yüreğimize bazen öyle yüklenir, öyle yüklenir ki yüreğimizin duygu terazisi kötülüğe doğru meyleder. Duygusal dengemizi yitirdiğimiz o durumlarda insanlara verdiğimiz değer ile elimizdeki tabancaya verdiğimiz anlam bizim için önem kazanır. İşte o zaman kazanma ile kaybetme arasında gidip gelmeye başlarız. Eğer insan gözümüzde değerini yitirmişse veya elimizdeki bir çok şey değerini yitirirse, parmaklarımızla sıktığımız tabancanın anlamı sadece kendini savunmak için gerekli bir gereç olmaktan çıkar, tam bir ölüm makinesi haline dönüşür. Ayrıca elimizdeki bıçak, oturduğumuz koltuk, barındığımız ev, makamımız ve mevkimiz bizden daha değerli olmaya başladığında, sahip olduğumuz bütün şeyler hem kendimiz için hem de başkaları için tehlikeli bir silaha dönüşmeye başlamış demektir. İnsan o zaman bir saate monte edilmiş akrep gibi ölüme veya öldürmeye doğru yol alacaktır. Alarm zilleri çalmaya başladığında ise iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Kısacası, hayat bir denge ise, yüreğimizde var olan iyilik ve kötülük duygularını dengede tutmak zorundayız. Bunun için de duygularımızı alabora edecek her türlü dalgalanmalardan ve fırtınalardan elimizden geldiğince uzak durmalıyız. ' gibi cümleler geçti.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Neden en güzel şeyler kötülerin olur? En çok zalimlerin dostu olur. En çok hırsızların, vicdansızların seveni bulunur. En çok kara bulutların olduğu saatlerde yağmur yağar. En çok çiçekler sıcak havalarda açar. En güzel gökyüzü karanlıkta bulunur. Neden en güzel an gün batımlarında oluşur? En içten gözyaşı acının doruğa çıktığı anlarda akar. Neden bardak en dolu olduğu zamanda taşar? Neden kahkahalar bir başkasının en kötü durumunda artar? Neden ziyaretçiler ölüm döşeğindeyken çoğalır? Neden kötüler köpürür, arınmaya hiç ihtiyaç duymazlarken? Neden kuzular yalnızken, kurtlar sürüyle avlanır? Neden bir zebraya birçok aslan saldırır? Neden iyiler hep yalnızdır? Neden dert üstüne dert gelir? Güzellik zorla mı elde edilir? Bu yüzden mi tüm güller ortadan kırılır? Bakın İstanbul sokaklarına: Herkes mültecilerin yanından gülerek geçer. Bu dünyada hayvanlar bile ağlarken, neden bulunmaz kimsede bir tek gözyaşı. Neden kötülerin hep ayakları varken ve herkesi ezmeye çalışırken, neden iyilerin hep yüreği olur? Eskiden her mahallenin bir delikanlısı varken, şimdi her mahallenin bonzai satanları, esrar satanları var. Nerede bu delikanlılar? Neden hep analar ağlar? Neden kötüler iyi kumaşlar içinde ısınır? Neden iyilere odunla vurulur? Bir kötüye çay getirilir şekeri nerede der? Neden iyilerin ağzı bozdurulur; bir çay için şeker için? Sanmayın ezikler, garibanlar iyidir. Sanmayın sesi soluğu çıkmayanlar iyidir. Sanmayın sadece adaletin terazisi bozuktur; manavın, bakkalın da terazisi bozuktur. Çünkü kötülerde en çok güzellik bulunur. Kötüler en çok balla gelir, şerbetle gelir. Kötülük her yerden, her kişiden gelir. İyilik nedir peki? İyilik utanmadır. Var mı insanlığından utanan?
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Gözlerinde asılı duran tek damlayım bak!
Ha düştüm ha düşeceğim görmüyor musun?
Bu bana yapılabilecek en son şeydi ama
Gel gör ki aşkının mağduruyum ne fayda

Kötülük senin bakışında var ne söylesem
Ellerin ki kasap dükkanı kesiklerindeyim
Avucuna düştüm kaçışım yok ellerindeyim
Yanında bıçak altına yatan ceylan gibiyim.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Her ne zaman sana ellerimi uzatsam, benim kolumu kanadımı kırıyorsun.Her ne zaman kollarımı sana açsam, boşluğu sarıyorum.Niçin bu kadar güşsüz bir kişilikle insanların ellerini ısırıyorsun.Oysa bilirsin ki en tutkulu öpüş, avuç içini öpmektir.Sen benim ellerimi havada bırakıyorsun.Niçin beni kendi boşluğuna çekiyorsun.
Ne zaman bir çiçekçinin yanından geçsem, bütün çiçekleri alarak sana vermek istiyorum.Sana belki bir bahar akşamı rastlamamış olabilirim ama hayatını bahara çevirmek istiyorum.Sen ise elini, eteğini hayattan çekiyorsun.Ben ise, önce ellerini güllerle doldurmak sonra avuç içinden doya doya öpmek istiyorum.Bir daha böyle bir anı yaşayamam diye, dünyayı durdurmak istiyorum.Neden bana hor bakıyorsun.Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Bilirsin ki, hayata tutunamayanlardanım.Ellerine tutunmak istediğimde, sen beni boşluğa bırakıyorsun.Bana kötülük yapma konusunda elinden geleni yapıyorsun.
Ah bir bilsen senin için fotoğraf makinesi almak istiyorum.Sadece ellerinin fotoğrafını çekmek istiyorum.O ince pamaklarını, ince tırnaklarını ölümsüzleştirmek istiyorum.Oysa sen ellerimi zayıflatıyorsun. Sana her ne zaman dokunsam, sanki parmaklarımı kırıyorsun.
Bu yüzden sana karanfillerle gelmek istiyorum.Haykıra haykıra, gür bir sesle seni seviyorum derken, bütün ezilmişlerin diliyle sana karanfilleri uzatmak istiyorum.Ellerimdeki karanfillerle güç toplayarak sana sevgimi ifade etmek istiyorum.
Sen elindeki avuçlarındaki hoşgörüsüzlükle beni kurutmaya çalışsan da ben sana güllerle, karanfillerle gelmek istiyorum.Sen beni kupkuru bir dala döndürsen de, ben sana okyanus esintileriyle varmak istiyorum. Avucumdaki kıpkırmızı gül yapraklarını yüzüne üflemek istiyorum.Ellerime en büyük ihaneti etsen de, avuçlarıma sevgisizliğinle vursan da, kolumu kanadımı kırsan da, seni elimden geldiğince sevmek istiyorum.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Eğer ben koyun gibiysem sen nesin kurt mu? Her gün bana diş bilersen, ben de koyun gibi seni düşman bellerim. Ve sadece senden korunmak için sürü psikolojisine girerim. Sen insan olursan ben de koyun olmaktan vazgeçerim. Ne sen dağlarda ulumak zorunda kalırsın ne de ben çobanın sopasıyla ve onun itiyle dürtülürüm. Beni birey olarak kabullenmediğin için, ben de seni insan olarak göremem. Korkunun olduğu yerde ne çiçekler biter ne de ağaçlar olgun meyve verirler. Korkunun olduğu yerde, anca çimenler biter. Korkular insanları koyunlaştırırken, çimenler de cesaretsizlerin bahçesinde bolca büyür. Çimenlerin büyüdüğü yerde, anca koyunlar, sığırlarla dost olur. Ne büyük yarenlik değil mi? Türkiye korkularından kurtulamadığı sürece, sürü psikolojinden de kurtulamayacaktır. Sokaklarda sürü halinde dolaşan insanlar, cemaatler, tarikatlar, gruplar, dernekler, örgütler, sendikalar her koyunun bacağından asılmasına kendilerine dokunulmadığı sürece karşı çıkmayacaklardır. 'Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden. ' sözünde olduğu gibi dünya zavallı korkuların bir gezegeni olacaktır. Dünyada insanlar sürüleştiği sürece, tek başına kalanlar her daim bir linç olma korkusuyla yaşamak zorunda kalacaktır. Koyunlar çimenleri, kurtlar da geride tek başlarına kalan koyunları linç edecektir. Gel kardeşim bu yüzden, ne sen kurt ol ne de ben koyun olayım. Ne sen namlunun ucunda yaşa ne de ben bıçak altında can vereyim. Gel kardeşim bu topraklarda sadece çimen yetişmez. Boy boy ağaçlar vardır, meyveler bal tadındadır, çiçekler, çilekler, yer altı ve yer üstü suları vardır. Gel kardeşim! Senin sevdiğini ben sevmem, benim sevdiğimi sen sevmezsin. Ben yeraltı sularını içerken, sen yer üstü sularında sevince boğul. Gel kardeşim bizi kimsenin düşman etmesine izin verme. Gel kardeşim sokaklarda karşımıza çıkan insan sürülerinin yolumuzu kesmesine müsade etme. Elini uzat bana. Elin özgürlük bayrağım olsun. El ele vererek karşı duralım setleşen insan sürülerine. Sonra seni dikeyim bir bayrak gibi özgürlük şiirlerine. Hala anlamamakta ısrarcısın kardeşim. Güneydoğu'da niçin terör var diye sormamaktasın. Terör, Kürtleri ve Türkleri korkutma ile sürüleştirme çabasıdır. Çocukların elindeki her sapan Türkiye'nin büyüyen yarasıdır. Bu yara korkuyla kanatılmaktadır. Kürtler korktukça, teröristlerin elindeki kalaşnikoflar, çobanın elindeki sopaya dönüşmektedir. Kürtler kendi memleketlerinde bile insanca oy verememektedir. Koyun gibi boykot kararına uymaları sağlanmaktadır. Kürtlerin sürüleşmesi hem Ergenekon hem de PKK terör örgütünün işini kolaylaştırmaktadır. Çünkü, koyunun bir tanesi uçuruma atladığında, ardından tüm sürü uçuruma atlamaktadır. Kürtler ve Türkler, Apo koyunu tarafından uçuruma sürüklenmektedir. Apo koyununu ise Ergenekon ve İsrail gütmektedir.
BIRAKALIM HER KÖPEK KENDİ KULÜBESİ Mi YAPSIN. PKK'ye haklısın da desen yetmez. Çünkü PKK hak arama peşinde değildir. PKK'nin amacı öldürmek, yok etmek, baskı kurmaktır.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Padişahın kapıcısına hediye verirseniz buranın padişahı benim der ve şımarır.Ortalığı ayağa kaldırır ve önüne geleni ezmeye çalışır.Gider çimenleri mahveder ve sarayın gül bahçesini tarumar eder.
Oysa kapıcının görevi sarayın bekçiliğini yapmaktır ve padişahı korumaktır.Siz kapıcıyı şımarttığınızda artık kötülük kapıya kadar dayanacaktır hatta zili çalmadan içeriye girecektir.
Toplumda bazı insanlar sahip oldukları üstünlüklere rağmen olmaları gereken yerlerde olmayabilirler, yükselmek isteyebilirler.Tabi ki böyle insanlar kapılara kul olmasınlar.Hep eşikte kalmasınlar.İçeri de girsinler hatta padişahtan daha üstün olsunlar ama küçülmesinler. Kapıları tıklatarak içeri girsinler.Padişah olacaklarsa da kendilerini önce görgüyle, kültürle taçlandırsınlar.
İnsanlar şımarmasınlar.Sahip oldukları değerlerin kıymetini bilsinler.Kapıları, pencereleri kırmasınlar ve kapıdan, bacadan içeri girmesinler.Küçülmesinler.
İnsanlar başlarına ne gelirse gelsin kendilerini kibarlıkla taçlandırsınlar.Oturdukları sandalyeyi aklını kullandıklarında bir tahta dönüştürsünler.İnsanın aklıyla yüceldiğini unutmasınlar.
Padişahın kapıcısına hediye verirseniz buranın padişahı benim der şımarır.Bu yüzden insanlar şımarmayacak kişilere iyiliğin kapılarını sonuna kadar açsınlar.Onları ödüllendirsinler.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Türkler rüşvetle ve haksız kazançla Kürtler uyuşturucu parasıyla imtihan oluyor. Allah her iki milletin de yar ve yardımcısı olsun diyorum başka bir şey demiyorum. Yoksa her iki milleti de parada kazanmış iyilikte kaybetmiş bir hayat bekliyor. Eğer böyle olursa beni iki milletten de yapma Allah'ım bunu senden istiyorum. Beni iyilikte yarışanlar zümresinden kıl diye sana yalvarıyorum.
Ve öyle anlaşılıyor ki Türkiye'de Kürtlerin uyuşturucu parası ile Türklerin yolsuzluk geliri iktidara oynuyor.
Alkışlayanlar bu kirli para simsarlarını alabildiğine alkışlıyor. Garibim Türkiye sırtlarlar ülkesi ve çakallar ülkesi olarak ikiye bölünüyor.
Bir yanda yolsuzluklar, adam kayırmalar, rüşvetler, iltimaslar, diğer yanda kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti.... Türkiye ikiye bölünüyor. Her ikinde de hayır yok bilesiniz.
Bu ülke ya uyuşturucuyla uyutuluyor ya da haram parayla dövülüyor. Bunu kim yapıyor? İngiliz mi? Fransız mı? Rus mu? Hayır bunları Kürt'ün uyuşturucusu Türk'ün yolsuzluğu yapıyor.
Bu ülke kendi insanının kötülük işgaliyle yaşam savaşı veriyor. Bu ülke kendi iyilik kalelerini, burçlarını yıkıyor. Bu ülke iyiliklerini yok ediyor ve bu ülkede iyiler vatansız kalıyor.
Bir dağ kusurlarıyla küçükmüyor, duruşuyla, görünüşüyle küçülüyor. Tıpkı Türkiye'nin görünüşüyle küçülmesi gibi. Hiç hoş görünmüyoruz. Gerçi Rus işgaline uğramıyoruz; ama tıpkı Rus pazarına benziyoruz. Satıyoruz her şeyi...Soruyorum size bu ülke o kadar değersiz mi?
..

Devamını Oku