Deşifre
Bu yazımda evrensel işleyişe dair “İyi-kötü” göreceliliğinde algılanan durumun arka planını deşifre edeceğim!
Evrende kaç boyut olduğu, paralel evrenler, zaman ve mekan yolculukları ve uzaylılar konusu önemli olsa da bu yazıda evrenin bu boyutta algılanabilir olması için gerekli ikili sisteme dikkat çekeceğim! İkili sistem ile algılanıyor bu boyutta tüm evren ya da insan algılamasına ikili sistem hizmet ediyor! Beyazın siyahı gösterdiği gibi gece, gündüzü gösteriyor! Bilinmesine yarıyor! İyi-kötü göreceliliği de buna benzer! Evrende aslen “Kötü” yok! Kötü olarak bilinenler var onlar da izafidir! Bu Dünya boyutuna izafidir! Genel olarak bakılırsa bu boyutta kötü olarak bilinenlerin aslında evrensel olarak yani evrenin sahibi açısından gereksiz olmadığı açıktır! Gereksiz bir şeyin var edilmesi de saçma olur çünkü! “Mevla’m görelim neyler, neylerse güzel eyler! ” denmiş bu hususa dair, ayrıca “Olanda hayır vardır! ” ki olmasına müsaade edilmiş!
İyi nedir, kötü nedir?
İnsan fıtratına, yapısına uygun olanlar iyi; bunu dengeleyen uygun olmayanlar kötüdür! Kısa cevap budur! Her insan fıtraten aynı olmadığına göre iyi-kötü algısı da izafi olacaktır! Bu nedenle insanlar arasında adalete ihtiyaç vardır! Bu insanlar arasında ortak akılla çözülmeye çalışılıyor, öyle de olacak…
İyi-kötü, evrende nasıl işliyor oraya bakalım; evrenin bir yerinde bir kötülük oluşunca ona karşılık bir iyilik de oluşuyor. Bu madde, karşı madde yaratılışına benzer! Kötülük yok ise iyilik de olmamıştır! Kötülük gözlemleniyor ise bir iyilik olmuştur! Eksi-artı denge durumu mevcuttur. Maddenin varlığına artı denirse yokluğuna da eksi denir bu boyutta. Bu durumda bir madde varsa yani bir “+” var ise mutlaka ona karşı bir “-” olacaktır! Burada dikkatinizi şuraya çekeceğim; “+” olunca “-” ona mukabil oluyor! Yani artı olmaksızın eksi olmuyor! Elektrikte santralde üretilen artı enerjidir! Eksi ise topraklamadır! Yani artı üretildiği için eksi gerekecektir! İkisi olunca da iş olacak! Fiil, hareket; hayır, iyi kapsamında terk ve hareketsizlik ise şer şeklinde düşünülebilir! Yani ismi “Hay” canlılık harekettir “Hayat faaliyettir! ” Faaliyet ise hayırdır! Ve hareketliliğin algılanması açısından iyi hareket, kötü hareket olarak izafi bir durumu vardır! Sonuçta bir hayır yani artı üretilmişse eksi kendiliğinden oluşacak!
..
Evrensel Enerji Dengesi
Hiçin potansiyeli sonsuz, evrenin enerji dengesi de sıfıra eşit!
Ne kadar pozitif var ise o kadar da negatif var! Negatif olmadan pozitif tek başına işlemiyor! Pozitif toplamak amacıyla yapılan ritüeller ve çalışmalar konusunda farklı metotlar, yollar ve öğretiler geliştirilmiş! Bu metotların çoğu maksadının aksine bir sonuç doğurmuş. Ya da maksadını karşılamıyor ama bunun farkına varılamıyor! Bir yanılgı girmiş araya! Pozitif çekme işi aslında bireyseldir! Bu bireysel çekimdeki metot da bireyseldir! Yani genel bir kural aransa da bu yine özelde açıldığından sonuçta bireysel alandan dışarı aslı bozulmadan çıkamaz! Birey evrendeki pozitife talip olurken açığa çıkan negatifi de hesaplamak durumunda olacak!
Evrende bir pozitif aktive edildiğinde onun birimi kadar negatifi de aktive olacaktır! Yani bir iyilik aktive olmuş ise o ölçüde bir kötülüğe karşılık gelecek! Bir kötülük aktive olduğunda ise yine aynı miktarda iyilik aktive olacak! Pozitif el de etmenin atığı olarak negatif de elde edilecek! Bunun işleyişindeki ayrıntılar çok müthiş! Pozitif elde etmek için iyilik yapmak öğretilir! Bu uygun şartlar için geçerlidir! Uygun şartlar neler? İyiliğin karşılığında açığa çıkacak negatif nasıl dengelenecek yani iyiliğin yapılmasına karşı gelen negatif nasıl dengelenecek? Bütün mesele burada! Uygun şartlar olmaz ise zaten iyilik yapmakla açığa çıkan negatif, ters teper! “Uygun şartlar nedir? ” sorusunun asıl amacı şu; pozitif ve negatif nasıl dengelenecek?
Aslında evrensel denge açısından pozitif ve negatif dengesi önemli, tek başına biri iş yapmaz bu 3. boyutta! İyiliği pozitif, kötülüğü negatif olarak sadece bu boyut için, 3. Boyut için düşünebiliriz! Bir kötülük-negatif açığa çıktığında ona mukabil bir iyilik-pozitif de açığa çıkacak! Bu durumda yapılan kötülüğün açığa çıkardığı pozitifi kim kapacak? Bazı kötülüğü yapan bunun neticesi olan pozitifi de alır! Yani kötülük eder doğan karşılığı pozitifi de alır! Oysa kötülük açığa çıkaranın pozitifi kapması uygun şart değildir! Neden böyle olur? Zalimler, zulüm ile aslında pozitif üretirler; mazlumlar ise zalimlere sınırsız itaat edip, köleliğe razı olduklarından evrensel mutlak adalet gereği bu şirklerinin ve hatalarının karşılığında hem zulme uğrar hem de zalimin zulümle ürettiği pozitifi zalime hediye eder! Öğretilerle insanlar bin yıllar boyunca hatta daha öncesinden ilahlar dönemine kadar gider, bazı kabuller edinmişler! Öğretilerle şekillenen insanların çoğu, köleliği doğuştan kabul etmiş olurlar! Zalim adaletsiz olanları kast ediyorum, egemenlerin pozitif kapma şekli zulüm ile olur! Yani zalim, zulüm ettiğinde açığa çıkan pozitifi de alır! “Uygun şartlar! ” olmadığı için zalimler pozitifi alabilir! Eğer mazlumlar olmasaydı yani mazlumlar zalimlere fırsat vermeseydi zaten zalimler de olmayacak idi! Burada da denge var! Evrende boşluk olmaz! Mesela bir firavun bir yerde açığa çıkabilir ise o firavunun mazlumları da vardır! Aslında o firavunu mazlumlar çıkarmıştır. Ve mazlumlara yapılan zulümden doğan pozitifi de firavun alacaktır! Çünkü mazlumlar öğretilerin kurbanı olarak Firavunu ilah bellemiştir! Bu çok önemli bir ayrıntı!
“Uygun şart” konusunu açayım, evrensel eşit insan prensibi gereği herkes ürettiğini alabilir! İnsan topluluğunda sınıfsal ve kutsal bir üstünlük kabul edilmediğinde herkese kendi çalışması vardır! Zaten uygun şartı bozan da “Evrensel eşit insan prensibi” haricinde davranmaktır! Sınıfsız ve eşit insan toplumunda şayet bir zalim, zulmüyle pozitif üretmiş ise onu alamayacak! Çünkü mazlum sınıfı yok! “Evrensel eşit insan” prensibi var! Zalim bile olmayacak! Sınıfları da denge doğuruyor aslında! Öğretiler ile köleleşen insanlar kendi mazlum sınıfını oluşturunca diğer sınıf da denge gereği oluşuyor! İyiliğin saklı tutulması sadece ahlaki bir şey değildir! İyilik yapan eğer bunu saklamaz ise bu iyiliğinden doğacak olan negatifi üstlenir bilmeden! İyilik yapanın, iyilik görenden beklentisi olur ise uygun şart oluşmaz! Karşılık olarak sadece minnet alır! Bu da pozitif sayılmaz! Eğer gizli olur ise karşılık almadığı için bu iyiliği bizzat kendi kötülüğüne karşılık gelecek! Karışık gibi ama değil. Yani bu iyiliği kendi kötülüğüne karşı kullanmak yerine minnet alır ise bir yama iki yerde kullanılmaz! Kötülük yaparsa zaten açığa pozitif çıkacak bu yaptığı kötülükten alacaklı olanlar öğretilerle zihinsel olarak köleleştirilmiş ise yine kötülüğe karşılık pozitifi onlar hak etmedikleri için kötülüğü yapan kapacak! Bu boyutta denge böyle sağlanıyor! Tabi ki mutlak adalet evrensel bir hakikat; evrenin önceliği denge ve adalet! “Haklı hakkını alacak ahirde! ” denmesi ise bu boyuttaki denge sağlamakta görülen adaletsizliklerin de giderileceği bir ahirin olduğuna işarettir! Bu boyutta öğretiler yüzünden zalimlere hediye edilen pozitifler asla alınamaz! Ama zalimlerin bu haksız kazançları ikinci boyutta anlamsız olacak ve geri alınacak o da denge! Yani mutlak adalet gereği her boyutta bir denge var!
..
Kehanet Yanılgısı
Ne ekerse onu biçer insanlık!
Kendin ek, kendin biç! Sana hoş olanı ek, ona bak!
Herkes kendi kurgunu yaşar; başkasının kurgusunda “Yancı” olarak var olmayı seçen, ebedi “Yancı” kalır! Kendi kurgusu, yancılık üzerine olur!
Verilen kodlar ve öğretiler, bazı ritüellerle işlenir ve açığa çıkınca da kodlayanlar ya efendi olur ya da ilahlaşır! Kodlayanların gelecekteki öngörüleri de doğru çıkmış olur! Çünkü kodlananlar o öğretiyi zaten aşmayacak, aşamayacak…
Belirli kalıplara göreceli veya sıkışmış olan yaşam tarzından ve bu kabulden beklenen sonuç çıkar; hala birilerinin etkisinde hissediyorlar kendilerini insanlar oysa yapan, isteyen kendisi farkında değil. Kendi kabulüyle yüzleşince kehanetlerin doğruluğuna hükmediyor! Oysa ona verilen kalıbı yaşadı, kalıbı verenlerin de öngörüsünü doğruladı böylece…
Ben diyorum; "Ben de kalkacak! " Ben, tek boyutta çünkü boyutsuz olan “O”! Bazıları diyor "Efendilerimiz ne olacak! Ben diyorum; " Efendi sensin! " Bazıları diyor; "Ben köle! " İşte öyle bir durum! Yunus diyor; "Bir ben var benden içeri! "
..
Ben sana hiç kıyamam, gülüm.
Doğruluk hamurum, dürüstlük mayam.
Üzülürüm, incinirim, lakin kıramam.
Altına değer veririm, bakıra kanmam.
Dar bu fani dünya, sığmaz hayallerim.
Ölen beden bilirim, ölümsüz ruhum.
Güzellikler daimi, cennet esas makam.
Kötülük; cehennemde hapse mahkum.
Sen; ebedi güzelsin, cennetde gülüm.
..
Üflemekle Güneş Sönmez
Toplumsal kargaşa ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması, insanların kendini ifade etmedeki beceriksizliğinden kaynaklı! Bireyin toplumda "Doğru" kabul edilmiş belli kalıplara uymak zorunda kalması gelecek nesli de olumsuz etkiliyor! Birey, kendini toplumun kabullerine göre değiştirdiği için aslından uzaklaşır. Bir sonraki nesil ise bu aslından uzaklaşmış insanların kabullerini miras aldıklarından onlar da mevcut kurallara uygun davranarak kendilerini toplumda kabul görmüş "Doğru"lar üzerinden ifade etmek zorunda kalır! Kulaktan kulağa oyunundaki gibi; ilk söylenen söz, son duyana ulaşana kadar tamamen değişmiş olur!
Bu nedenle bazı öğretileri kutsama ve savunma mekanizması gelişir! Oysa Güneş üflemekle sönmez, doğru fikir zaman ve zemin bulduğunda açığa çıkar ve kendini gösterir. İdeolojik ya da dinsel bir fikir, eğer kendini gösteremiyor ise bahane bulmak yerine fikirde bulunan hata ya da eksiği görmeliyiz. Fikir eğer kutsanmışsa zaten eleştirilemez ve yanlış olduğuna dair yorum dahi yapılamaz. Yani doğruluğundan şüphe eden bile suçlanır! O zaman fikir tartışılmayacağı için dayatılacaktır. Doğru nakil edilip edilmediği bile sorgulanmaz! Hatta bazı fikirleri korumak için savaş vermek, karşı fikre yasak getirmek övülür! Fikir "Doğru" ise savaşmak neden? Fikre, fikirle saldırılırsa zaten iki fikir kapışır ve "İyi oynayan kazansın" mantığıyla güzel fikir çoğunluğa hitap eder. Bunu zorla kavgayla kabul ettirmek gelecek nesle kötülük yapmak olur. Çünkü doğru ve yanlış insan algısına görecelidir. Fikir sahibine açılan savaş yüzünden sorun çıkıyor zaten. Okunan bir şiirden mahkum olmak, ırksal veya dinsel (karşıt veya yandaş) söylemlerden hedef olmak gibi çok sıkıntılar toplumun açılımına mani olur...
Büyükler, çocuklarını kendi ideolojik ya da dinsel gerçeklerine uygun olarak yetiştirmek ister! Bu nedenle daha bebekken kulağına ezan okuyan veya isim olarak ideolojik önderinin ismini verenler olur. Bu daha bebeklikten çocuğun o ideoloji ya da dinsel kabule meylini sağlamak için yapılır! Çocuklar öğrenmeye başladığında, aklını kullanmaya başladığında sorgulamaya da başlar; ebeveynin önceden verdiği kodlara karşı zayıftırlar ama benlikleri gelişince merak uyanır. İşte bu araştırma isteği örselenmez, engellenmez ise çocuk kendi "Doğru" sunu bulur. Yani bebeklikten verilen kodu kırar! Kendi özüne ulaşır. "İlim kendin bilmektir" Yunus'un en sevdiğim sözlerinden biri. İnsan hem kendini bilecek, hem de kendi bilecek. Başkalarının ona kodladığı bilgileri kaynak olarak kullanarak özgün fikrini oluşturacak. Burada önemli olan kutsanmış, korunmuş fikirlerin bireye zorla dayatılıp kabul ettirilmemesi, reddedenlere bir şekilde bedel ödettirilmemesi.
..