Konuşabilme olgusu insan hayatında ne kadar önemli bir özelliktir değil mi? Allah’ın biz insanlardan başka bir varlığa vermemiş olduğu bu nimet, bizi ayrıcalıklı kılan unsurlardan biridir elbette. İnsanoğlu Hz. Adem’den bugüne kadar kendini ifade edebilme çabası içinde bulunmuştur. Bazen mağara duvarlarına yapılan resimlerle, türlü şekillerle, ilkokul kitaplarımızda öğretildiği gibi ateş yakarak, güvercin uçurarak davul çalarak haberleşme yöntemleri ile de konuşmaya, kendilerini ifade etmeye çalışmıştır. İnsan nesli günden güne, asırdan asıra tekamül göstererek konuşma yeteneğini kazanmış değildir.
Allah vergisi olan bu özellik, Rabb’in, kendisine halife olarak seçtiği, topraktan yaratılmış varlığa lutfettiği akıl nimeti yanında belki de en önemli olan ikincisidir. Doğarken ağlayarak, hem dünyaya geldiğini, hem yaşayan bir varlık olduğunu haykıran, hem de çevresindekilere sesini duyuran, belki onları yardıma çağıran bebek insan, bu çağırma işlemini hayatı boyunca yapacaktır. Sözlü ifade ve kelimelerle konuşarak, yazılı yöntemlerle sessiz sesini duyurarak, ve farklı yöntemlerle çağırmaya, yani davete devam edecektir.
Konuşma eylemi için gerekli olan organların her insanda ve hatta insan türü dışındaki diğer varlıklarda da olduğu halde bazılarının neden konuşamadıklarını bazen düşünürüm. Elbette bunun tıbbi birtakım engelleri ve açıklaması vardır. Fakat görünürde aynı görüntüye sahip uzuvlarımız bundan yoksun kalırken, başka işler için yaratılmış olan azalarımız da kendi görevleri dışındaki işleri üstlenebiliyorlar.
Örneğin elişlerinde maharetli bir kadının narin parmakları, güzel örgüler örmek, yemekler hazırlamak dışında konuşabiliyor da. Küçük birkaç çocuğun ağızları kapalı dururken el ve parmakları konuşma fonksiyonunu üstlenmiş durumda olabiliyor. Birçoğumuz konuşamayan çocukların el ve parmaklarıyla konuşabilme yeteneği kazandırmayı amaçlayan okullara gidip geldiğini, hatta bunların kendi aralarında çok güzel anlaşabildiklerini görmüşüzdür. Görsel yayınlarda bu gibi kimselere yönelik parmakların konuşturulması yönünde yayınların yapıldığı da hepimizin bildiği bir durumdur.
Günümüzde teknolojinin en önemlilerinden olan bilgisayar, ellerimizin emrine itaat etmekte değil midir? Klavyenin tuşlarına basma işlemi de bir konuşma fiilidir. Ve Kur’ani Kerim’in Yasin suresindeki “o gün ağızlarının üzerine mühür vurulur, ve bize elleri konuşur, ve ayakları şehadet eder, ne yaptıkları hakkında.” Ayetinde bahsedilen ellerin konuşması mevzunun ahirette olacağı bildirilen görüntüsünden önce, ellerin, parmakların konuşması belki de ona bir misal olarak daha dünyada iken idrak ettiğimiz bir gerçektir.
Konuşma fiili kendini ifade edebilme gereksinimi kadar, çağırma, davet bakımından da öneme haizdir. Zira; anne karnından ağlayıp birilerini çağırarak dünyaya gözlerini açan insan nesli, hayatının son demine kadar çağırma, başka bir ifadeyle davet vazifesini ifa etmeye devam edecektir. Ve etmesi de gerekir. Hakka davet ile emrolunan insanoğlu, bu görevden gafillik veya imtina ederse, gerek kendi seçimi olarak, gerekse isteği dışında başka şeylerin davetine kendini adamış bulacaktır.
Konuşma yöntemi ile davetin önemi büyük olmakla birlikte, hal lisanı, kişinin yaşamı, hareketleri, düşünce yönündeki eğiliminin dışa yansıması vb. bunların her biri kendi çapında birer davet yöntemi değil midir? Bugün marjinal yaşam tarzına sahip gençlerin kendi yaşıtlarına empoze ettiği tarz, hal diliyle yapılan sessiz bir davet yöntemidir. Bunun benzeri birçok örnek göstermemiz mümkün. Akşama kadar elişi yapan bir ev kadınının günler düzenleyerek topladığı arkadaşlarına örnek olması da ayrı bir uygulamalı davettir. Çocuklarına ve ailesine ayırması gereken bir vakti “cansıkıntısını dağıtmak” veya “vakit öldürmek” şeklinde ifade ettiği kahve masalarında, sigara dumanlarının zehirli atmosferinde yokeden bir erkeğin hemcislerini oraya çağırması da, o hali yaşayarak başkalarına göstermesi de farklı iki davet şekli değil midir?
Konuşabilme, kendini ifade edebilme ve sonuçta bir görev olarak davet olgusunu bize veren Allahü Teala’nın bizden beklediği davete uyabilmek ve bizim de çağırdığımız şeyin ne olduğuna dikkat etmek sanırım konunun can damarıdır. Bir bakalım neyi davet ettiğimize! Gerek söz ile, gerek hal lisanı ile neye davet ettiğimize… Ve kimi davet ettiğimize… Bu saydığımız şeylerden kaçınmak imkansızdır. İstesek de isteğimiz dışında da olsa yaşadığımız müddetçe kaçınılmaz bir görev olarak bizimle beraber yaşayan ve soyuttan somuta hal değiştiren bir varlıktır davet. Hatta:İbni Mace hadisi davetin öldükten sonra bile devam edeceğini bildiriyor. Şöyleki;
“Dünyada bir şeye çağıran kimse, kıyamet günü bu çağrısına devam ettirilir, hatta bir kişi, bir kişiyi çağırmış bile olsa.” (İbni Mace)
Buna göre hayra, iyiliğe çağırırken olması gereken üslup güzelliği elbette önemli olmakla beraber, nasıl çağırdığımızdan çok, neye çağırdığımıza dönüp bir bakmamız, durup biraz düşünmemiz gerekir bana göre.
Diğer bir Hadisi şerif’te: “Kim bir dalalete (sapıklığa, yanlışa) çağırır ve buna uyulursa (kim kötü bir işi işler ve kendinden sonra bunu başkaları da işlerse) , bu kimseye kendine uyanların günahının bir misli aynen gelir, onların günahından da bir şey eksilmez. Kim de bir hayra çağırır ve kendisine uyulursa (kim bir hayrı başlatır ve kendisinden sonra da onunla amel edilirse) buna da kendine uyanların sevaplarının bir misli verilir, bu, ona uyanların sevaplarından bir şey eksiltmez.” (İbni Mace)
Konuşan parmaklarımızla, ses olarak tarif ettiğimiz fiili gerçekleştirme özelliğine haiz organlarımızla, hal lisanımızla, ne ile olursa olsun davetin en güzeline önce kendi nefsimizi, daha sonra da kendi nefsimiz için istediğimizi başkaları için de istemekle mükellef olduklarımızı çağıralım hayırlara… çağıralım iyiliğe… çağıralım güzelliklere… güzelliklerin geçici olanına değil, ebedi olanına… bu menzile götürecek olan yola….
Meryem Şahin
Meryem ŞahinKayıt Tarihi : 12.10.2006 20:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Meryem Şahin](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/10/12/konusan-parmaklar-ve-davet.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!