...‘Kitsch Olgusu’ ve Şiir...(Düz Yazı)

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

...‘Kitsch Olgusu’ ve Şiir...(Düz Yazı)

“Kendi acısını bile
Duymayan
Derin bir yanık gibi
İşliyor
Zaman”

- Kenan Sarıalioğlu

Günlük hayatta kâh değersiz bir kopyayı, rüküşlüğü ve zevksizliği ifade etmek için kullanılan, kâh bir moda türünü anlatan; etimolojik yapısı bir hayli karışık olup 1860’lara dayanan, ancak Almanca bir sözcük olduğu kabul edilen ve temelde bir sanatsal akımın adı olduğu varsayılan kitsch’in (okunuşu ‘kiç’) şiir sanatıyla kurduğu ilişki nedir?

Kitsch öncelikle, ‘hiç’ değildir. Arabesk ise hiç değil. Yoz beğeniye hitap eden bir sanat türü mü, yoksa yoz beğeniyi meşrulaştırma gayreti güden ‘sözde’ bir sanat akımı mıdır? Ya da zaman içinde bunlara mı dönüşmüştür? Estetik kaygılar gütmeyen; estetik şifreleri değiştirmeye çalışan bir akım olduğu sıkça söylenmiş ve hatta bu özelliği –adı konulmaksızın - Rimbaud, Baudelaire, Warhol, Bukowski, Duchamp gibi bazı önemli sanatçılar tarafından vurgulanmış ama estetiksizleştirilen veya farklı bir biçimde estetize edilen sanatın güdükleşmesi konusu pek tartışılmamıştır. Estetik, iyiye ve güzele doğru yol gösterendir. Peki o halde, bir eseri çirkin ve ‘kötü’ yapmaya yönelik bu hareket neden gerçekleşti?

Akımları hazırlayan koşullar, belirli altyapıları yoksa eğer, geldikleri gibi giderler. Diğer bir deyişle, uzun ömürlü olmayıp silinirler. Oysa kitsch’i hem sanatsal hem de gündelik yaşantımızdan çıkarıp atamıyoruz. Beğensek de beğenmesek de, kitsch sesini yükseltmeye devam ediyor. Demek ki altyapısı ve/veya beslendiği kaynaklar var. En azından günümüzde böyle… Taklit olgusunun, tarih boyunca sürüp gitmesine karşın, çağımızda farklı bir anlama büründüğünü görüyoruz. Varoluş nedenleri itibariyle, tüm diğer akımlar gibi bir karşı-duruş, bir eleştiri, bir dışavurum akımıdır da denilebilir. Kimi kuramcılar ‘kitsch’in endüstri devriminden sonra doğduğunu söylerler, kimileri ise II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra… Ve bir tepki hareketi olduğunu eklerler. Susan Sontag’ın, Büyüleyen Faşizm (Fascinating Fascism,1975) makalesinde işaret ettiği gibi, Nazizm ideolojisi, güzelliği saflık ve mükemmeliyetçilik düzeyinde putlaştırmış, mutlakıyetçi bir kusursuzluk tarifi geliştirmişti. Mükemmelciliği simgeleştiren, bir bakıma ikonalaştıran ama temelde propaganda amaçlı olan bu ideoloji elbette gerçek yaşamda da yansımalarını bulacaktı. O halde şu soruları sormanın zamanı gelmiştir: Sanatı kitschleştiren şey ideolojinin propagandacı özelliği midir? Kitsch, ideolojiye karşı bir tepki olarak mı yükselmiştir? Kötüyü yüceltmek, yani kusurlu olanın aracılığıyla kusursuza meydan okumak; sıradanlığı sergileyerek, bir anlamda kusursuzluğun görmezden geldiği ‘kusur’u ortaya koymak gibi örneğin? Yoksa tamamen ters yönde gelişen ve ucuzlatılan sanata karşı filizlenen bir duruş mudur?

Bu noktada kesin bir sonuca varmak olası değil, çünkü konunun yeterince incelenmiş ve irdelenmiş olduğu kanısında değilim. Adorno, sürecin 1930’lardan çok önce kök salmaya başladığını iddia eder. Heidegger ise “boş şeylere adanmış üst düzey bir ustalık” olduğunu söyler ve teknolojinin de yardımıyla hareketin ivme kazandığına işaret eder. Ustalığın olduğu yerde sanat da olmalı diye düşünüyor insan. Dolayısıyla kitsch politik midir, sanatsal mıdır, popüler ya da sırf ticari amaçlı mıdır; zamanın koşullarına uygun olarak hangi evrelerden geçmiştir, bu konuda bir uzlaşma var denilemez… Farklı bir görüşe göre ‘Kitsch, avant-garde sanatta olduğu gibi, geleneklere karşı çıkmaktır. Ama ondan daha vulgar ve basit, kitlelere ve halk kültürüne daha kolay ulaşıp yaygınlaşanı üreterek… Bu yüzden iki akım, Clement Greenberg, Hermann Broch ve Adorno tarafından zıt kutuplar olarak algılanmıştır. Onlar Avant-garde’ın akılcı ve bireysel karşı çıkışını kitsch’in propagandacılığı ve piyasacılığı ile karıştırmamışlardır… Siyasal açıdan bakıldığında Nazizm ve Faşizm gibi, örneğin ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde (1984) , Stalinizm de Milan Kundera tarafından kitsch objektifinden süzülerek değerlendirilmiştir. Öyle ki, Stalinizm’in yükselen propagandacı siyasi yapısından ötürü terminolojiye ‘sol-kitsch’ tanımı bile eklenmiştir. Aynı şekilde düşünülürse, çıkarcı kaygılarından ötürü bugün küreselcilik, neo-liberalizm ve post-modernizm (modern sonrası) de eleştirilmektedir. Peki, buna da ‘sağ-kitsch’ mi diyeceğiz? Belki de “görülen dünya, metanın dünyası olmuştur” diyen Guy Debord’a (Gösteri Toplumu - La Société du Spectacle, 1967) kulak kabartmak lazım. Başka bir deyişle, ‘metanın toplumsal yaşamı tümden işgal edişine’ odaklanmalı. Ancak görülen o ki sağ ya da sol, propagandacı ya da gösterişçi, kitsch sonuçta dikkatleri çabucak üzerine çektiği için halkın hemen benimsediği ve daha da önemlisi, kendine yakın bulduğu olmuştur.

Kitsch’in bir akım olarak açıklanması ve konuya ilişkin farklı görüşler kısaca böyle özetlenebilir. Ancak kolaycı ve kitlelerce kabullenilebilir niteliğinden ötürü, akımın zamanla bir ‘virüse dönüşmesi’ ne yazık ki engellenememiştir. Dahası, siyasi/sanatsal tabanlı bir tavır olmakla kalmayıp ekonomik ve teknolojik gelişmelere de bağlı olarak günlük yaşamın her kesimine egemen olmayı becermiştir. Televizyonlarda izlediğimiz dizilerden yarışmalara; aşırılaşan magazinleşmeden tutun da liste başı kitaplarla popüler şarkılara; sinema filmlerinden gündelik konuşma diline; yemek seçiminden reklâm metinlerine; tüketim alışkanlıkları, giyim-kuşam-mimari-dekorasyon tarzından alışveriş mekânlarına kadar… Demek ki zamanla ‘parasal getirisi olan’ bir akıma evirilmiş ve sanatsal derinliği radikal denilebilecek bir tür değişime uğratarak yüzeyselleştirmiştir. Sadece bu kadarla kalmayıp, özünde başkalaşmaya (metamorfoz) uğrarken çağdaş etmenlerin de yardımıyla beyinlerin içini ve insanların yaşama biçimlerini kitschleştirerek özneyi adeta nesneleştirmiş, bireyin ‘kendiliğini’ yok etmiştir. Böylece insanın kendisiyle olduğu kadar sanat ile gerçek entelektüel; sanat ile gerçek sanatsever arasındaki bağı da zedelemiştir. Aslında hızlı bu dönüşüm süreci, akımın sağlam kültürel dayanakları olup olmadığını sorgulamamıza da neden olur!

Yukarıda sözü edilen ‘yoz beğeni’yi, bilerek ya da bilmeyerek, meşru kılma eylemi, akımı - ana hedefi her ne ise - ondan saptırmış; sanat dünyasını günümüzde sıkça yakındığımız ‘kitschleşme olgusu’ ile yüz yüze bırakmıştır. ‘Bilerek’ diyorum, çünkü sanatsal yetkinliğe varamamış kişiler ve/veya kitleler için kitsch pekâlâ kolaycılığa ve kurnazlığa kaçmanın bir yolu olabilir. Para ve ün kazanmanın da…‘Bilmeyerek’ diyorum, çünkü akımın gelişme sürecine ilgisiz kalan bilinçsiz uymacılar (konformist’ler) için kitschleşme zamanla sürüsel bir davranış biçimine dönüşmüştür. O artık edilginleşmiş kalabalıklara tıpatıp uygun bir giysidir. ‘İn” oldukları kabul edilen yapay eğilimler (trends) ve izlenmesi gereken modalar zinciri, ama gerçekte içi boşaltılmış bir harekettir. Öyle ki, zamanla taklidin de kötü kopyalarını türetmiş (Baudrillard savı) , bunları en kısa yoldan akçeye dönüştürmüş ve ürettiğini hızla tüketmiştir. Hızlı tüketim ise talep yaratır. Kalıcılığının sırrı biraz da burada gizlidir ve gerçek sanatla uyuşmazlığı tam bu noktada başlar. Özgür, özgün, özerk, kendiliğini haykıran, başkaldırıcı, özgül ağırlığa sahip, kalıcı, çıkar gütmeyen ve üst düzeyde özelleşmiş olması gereken sanat -şiir sanatı da dâhil olmak üzere - taklitçiliği (öykünmeciliği) , ‘piyasacı’ olmayı ve uymacılığı sindiremez, çünkü sanat yaratıcıdır. Yetkinliğe ulaşmış bilinç ve birikimle, ‘biricik’, tek (unique) olanı yaratandır. O halde, tüm dengelerin sanat aleyhine bozulduğu bu durumda sanatçı ya kitschleşme olgusuyla savaşarak onu yenecek (veya yenilecek) , ya da çekimser kalarak sessizce kendi karasularına çekilecektir.

“Günümüzde şiir yeterince okunmuyor” derken aslında bilinçdışına yerleşmiş olan bir korkuyu dile getirdiğimizin pek de farkında olmayız. Şiir okunmuyor, çünkü çoğunluk kitschleşmiş sanatı benimsemeye başladı. Şimdilerde yapay, sanattan uzak, derinliği olmayan ve kolay olanın alıcısı var. Okunmuyor, çünkü post-modern dünyamızda yetkin sanat bilincine sahip kitlelerin genel nüfus içerisindeki oranı gün geçtikçe azalıyor. Okunmuyor, çünkü gerçek şiir yaratıcısının eseri okurun gelir-geçer gereksinim ve talepleriyle uyuşmuyor. Okunmuyor, çünkü sanat küresel ölçekte özgürlükçülük ve liberalizm maskesi takınmış bir tür ‘örtülü’ faşist hareketin baskısıyla sıradanlığı ödüllendirir biçimde basitleştiriliyor. Okunmuyor, çünkü içselleştirme kadar dışsallaştırma süreçleri de farklılaştı. Düşünce defterinin kepenklerini çoktan indirmiş ve gelişmiş sanat bilincine sahip olmayan iç’ler boşaldı/boşaltıldı. Dışlaştırılacak ve kabul edilebilecek nitelikte sanatsal malzeme eksildi. Bir bakıma insanlık bilincinin fanusu kırıldı. Yerini yapay, güdümlü ve ortak bir akıl aldı. Okunmuyor, çünkü öykünenin, kopya çekenin yıldızı giderek yükselirken sanatçı artık ‘sürü ahlakı’yla, yönlendirilebilir davranış biçimleriyle baş edemiyor. Okunmuyor, çünkü ortak bu aklın onayladığı ‘çabuk kabullenme’, gerçek sorgulama ve arayışın yerine geçmiştir. Okunmuyor, çünkü çağımız insanı altyapı yetersizliklerinin karşıtını kitsch’de buluyor; pek de farkında olmaksızın ya da bir tür başkaldırı psikolojisiyle eksikliğini kitsch’le örtüp, kitsch’le dengeliyor. Okunmuyor, çünkü sahte satıcılar ve sahte alıcıların; aslında avlayan ve avlananın buluştuğu hızlı tüketim plâtformunda şiire ve şaire yer yok!

“Günümüzde nitelikli şiir yazılmıyor” savının altında da bu gerçekler yatmaktadır.
Görüşü bulanıklaşmış bireylerin yollarına sağlıklı devam etmesi tabii ki olanaklı değildir. Değişen koşullar altında sahici bir şair nasıl direnecek, çığlık atmayı nasıl sürdürecek; attı diyelim, sesini nasıl duyuracaktır? Küresel boyutta yaygınlaşan bu soruna küçük ölçekte bakıldığında da resim farklı değildir. Şairin, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde geçerliliğini sürdüren kültür-sanat politikaları tarafından yeterince desteklenip korunmadığı, kitlelerin ise sanatsal açıdan yoksullaştırıldığı da düşünülürse durumun vahameti daha iyi kavranacaktır.

Şiir her zaman sınırlı kesimlere ulaşan bir sanat dalı olmuştur. Yani toplumun onu tüm katmanlarıyla sahiplenmesi, anlayıp okuması gerekmez. Günümüze dek de öyle olmadı zaten. Ama gerçek şiir meraklısının, şiiri bilenin gittikçe azalması tehlike çanlarının çalmaya başladığının işaretidir. “Bu durumda ne yapılabilir? ” sorusu kafalarımızı kurcalayıp duruyor ve biz yanıtı henüz bilmiyoruz. Çözümlemeyi zamana ve tarihe bırakmak belki de en doğrusu. Ama durum tespiti yapmak pekâlâ olanaklı... Sorun, yalnızca kitsch kültürüyle gerçek sanatın karşı karşıya gelmesi değildir. Bundan daha önemli yansımaları da var. Ortaya çıkan tablo ve yaygınlaşan bu salgın hastalık sanatçıyı olduğu kadar sanatseveri de korkutuyor ve hatta küstürüyor. Şöyle ki, kitsch’in egemen olduğu toplumlarda birbirinin dilini anlamayan iki farklı kültür belirginleşmeye başlıyor. Birinin diğerini ötekileştirdiği, sonradan dayatılan ama gerçekte sistemden kaynaklanmayan (intrinsic olmayan; extrinsic) bir tür ‘farklı kültürlülük’ kavramı gelişiyor. Asıl tehlike buradadır! Üstelik herkes dört bir yandan kitsch’le böylesine kuşatılmışken! .. Yakınarak, tavır alarak ya da tepki göstererek sorunlarla baş edilebilir ama korku kafaları bulandıran bir şeydir. Sanatsal kimlikleri sindirir, susturur, onları sanat arenasından uzaklaştırır. Kitleler arasında kopukluklar oluşturur. (‘Kendi karasularına çekilmek’ derken böyle bir durumu tarif ediyordum.)

Peki, gün geçtikçe tatsızlaşmakta olan bu gelişmeler şairi yazmaktan alıkoyuyor mu? Elbette hayır. Eğer öyle olsaydı, “Auschwitz’den sonra şiir yazılabilir mi? ” diyen Adorno’nun sorgulamasında olduğu gibi çoktan umutsuzluğa kapılmış olmamız gerekirdi. ‘Piyasacı’ yaklaşımlarla değeri düşürülen ve görmezden gelinen ‘sanatsal anlam’ın arkasında hâlâ dimdik durmazdık. Gerçeği fark eden Adorno bile sonradan şairin ‘çığlık atma hakkı’nı yeniden savunma gereğini duymuştur. Şair, bir yandan okuruna anlam ve estetiği kabul ettirme kaygıları taşırken, öte yandan kitsch olgusunun üzerine saldığı zevksizlik dalgalarını savuşturmaya, ortaya çıkan kan uyuşmazlığının nedenlerini anlamaya çabalıyor. Hal böyle olunca, varoluş sorununu yaşamına katmayan kitlelerin ürettiği veya yol verdiği ‘sözde’ sanat serüveninin ‘ne’liğini mutlaka sorgulayacaktır. Eskiden görmezden gelinenler şimdi mercek altına alınıyor. Kısacası şair, kültür endüstrisinin hızlandırdığı kolaycılıkla boğuşuyor, çoğunluğa karşı kalemiyle bir azınlık savaşı veriyor. Şair çırpınıyor, şair yoruluyor, şair umuyor!

kimse bilmez şimdi
sessiz
ve durgun
bir şiir öpecek bizi
pusulasız teknelerin ağında…

(Likurga Balıkları, N.Erlaçin)

Şair çalışırken, Beral Madra’nın da son günlerde gündeme getirdiği gibi (Radikal, 5.02.2008) , estetik zedeleniyor; kitsch tarafından vahşice tahtından indiriliyor. Şiire gelince, ‘o yorulmaz, denetlenemez, rotasından saptırılamaz’ dedik hep. Şiir etkilenmez mi? Elbette etkilenir. Bu gibi dönemlerde kesinlikle onun da bağışıklık sistemi zayıflar. Ama şiir daima kendini toparlamış ve yaşamlarımıza sızacak bir kapı aralığı keşfetmiştir ve yine keşfedecektir. İmgeleri bozuk bu dönem yangınından, ‘yoza tapınma çağı’ndan salimen çıkmayı bilecek, gününe tanıklık etmeyi sürdürecek, insana ulaşmanın yollarını yine bulacaktır. Unutulmamalı ki şiirin dağarcığı her devirde doluydu. Bu gerçeği yadsımak pek akılcı gelmiyor bana.

Kitsch ise önünde sonunda gücünü yitirecektir diye umut ediyorum, çünkü ateşten geçmeyen kömürün küle sözü olamaz.

(Hayal Dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2008, Sayı 25, ss. 36-39 – Dosya yazısı)
('GALİLEO - Hayal Yazıları', Hayal Yayınları, Ekim 2009, ss. 43-50)

Naime Erlaçin
Kayıt Tarihi : 29.5.2008 14:05:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • İnci Naz
    İnci Naz

    utandığın ama için için sevmekten de vazgeçmediğin, şeyler olarak da tanımlanabilir pekala.(eğer kitsch olumsuz bir kavramsa senin için)
    kitsch tatlı bir günahtır.
    kitsch çirkinin içinde şiirseli bulmaktır.
    kitsch çocukça zevk almaktır.
    kitsch yerleşik zevke ve olağanlığa bir cevaptır.
    teyzelerin ev oturmasına giderken yanında götürdükleri rugan terliklerdir,
    velhasıl kitsch bir destandır anlatıla anlatıla bitmez döner dolaşır kelimenin bittiği yerde düğümlenir kalır.
    işte böyle....paylaşımınız ve emeğiniz için sizi kutluyorum Naime Erlaçin hanfendi..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Naime Erlaçin