SALT IŞIĞA KESMEK
Nilgün Acar’ın yeni şiirleri, yine onun bir şiirindeki kendi sözüyle anlatılabilir ancak:”Salt ışığa kesmek…” Baştanbaşa, tepeden tırnağa ışık olmak…
Bu nasıl bir şey?
Yıllar nasıl da geçip gitmiş…Ve yine de geçmekteler…
“Niğde’de Işığın ve Gölgenin Mucizesi” başlıklı yazımın altındaki tarih 3 Temmuz 1996. Demek ki bu yaz, Niğde’yi ziyaretimin üzerinden 12 yıl geçmiş olacak…
Niğde yolculuğumdan unutulmayacak bir anı da Nilgün Acar’la tanışmamdı. Sözünü ettiğim yazıda bu karşılaşmayı da anlatıyordum ve son cümle şöyleydi:
“Sevgili Nilgün, sen avuçlarındaki güneşi hiçbir zaman bırakma…O güneş nice soğumuş yüreği yeniden ısıtıp canlandıracak kadar, ışıkla, ısıyla, yetenekle, sevgiyle dolu…”
Yakında “Yurdu Teninde Duymak” başlığı ile yayınlanacak kitabımda bu yazı da yer alacak.
Fakat şimdi, Niğde’de tanık olduğum, Alaaddin Camisinin Doğu kapısı üzerindeki ışık ve gölge mucizesine, yine ilk kez orada karşılaştığımız Nilgün Acar mucizesi de eklenmiş oluyor…
Kitabında öz yaşam öyküsünü kendi kaleminden okuyacak olsanız da, asıl öykü şiirlerde…
Nilgün Acar yeni şiirleriyle yine bir atılım gerçekleştiriyor.
Ama belli ki bu atılım önce beyinde, tende, yürekte gerçekleşmiş…
Salt ışığa kesen, önce şairin kendisi, ve ardı sıra da şiirler…
Yeni şiirlerin temel izleklerinden biri, belki de başlıcası, aşk… Ama öyle bir aşk ki bu, ne tenden kopuk ne tene tutsak…
Tek tek bütün şiirlerden, bana kalırsa bu güne kadar bütün dillerde yazılmış en güzel, en anlamlı, en dokunaklı aşk şiirlerinden bir olan “Aşk 2”den örnekler vermek isterdim… Fakat nasıl olsa kitapta okuyacaksınız bunları… Yine de, evrenin ve dünyamızın yaratılışını da aşkla açıklayan bir tanesi var ki, “Aşkı Büyüteceğim” başlıklı bu şiirden bu giriş yazısında mutlaka söz etmeliyim:
“Düşünce/ kendini düşündü/ genişledi genişledi/ ve büyük bir patlamayla/ savruldu evrenler dört bir yana/o kutsal birliğin içinde/ bir küçücük ateş topuydu dünya/ öylece yana yana/ döndü durdu uzun bir zaman/ sonra üşüdü büzüldü/içinde sakladı mağmasını/derin buzul uykulara daldı/saçlarını okşayarak uyandırdı güneş/ sımsıcak soluğuyla suları öptü/ damlalar birbirini öptü ardı sıra/ sevgiydi yaşamdı zincir zincir uzayan/ toprak dayanamadı/ suyun okşayışlarına /yumuşadı gerindi/kapadı gözlerini soluk soluğa/ ilk tohumlar düştü kıpır kıpır karnına/ bitimsiz doğumlar başladı…”
Yaratılışın öyküsü, çok az şiirde, yazıda, öyküde, böyle etkileyici, inandırıcı olabilir…
Sonra bütün bu bitimsiz doğumlar içinde, öyküyü anlatanın doğumunu izliyoruz…
Bütün canlılar gibi o da, “kendini her şeyin sahibi” sanıyor… Oysa, yine kendi sözleriyle, yerlere savrulmasına küçük tokatlar yeterlidir…
Fakat “bedeninin tüm güçsüzlüğüyle, çaresizliklere,acılara meydan okumayı, öykülerini rüzgârlara yazmayı” sürdürüyor… Çünkü, evet, şiirin gerçekten ürpertici güzellikteki bitiş dizeleriyle:
çünkü dinlediğini biliyorum başka evrenlerin
usul sezgilerle onların öykülerini duyuyorum
Sevgili Nilgün, yazdıkların sanma ki sadece senin öykündür. Aslında hepimizin, insanlığımızın öyküsünü, şiirini yazıyorsun…
Sorduğun ve yanıtını aradığın soru nasıl insan olunabileceği, nasıl insan olunması gerektiğidir.
Nasıl mı?
Aslında bütün şiirlerin bu soruya yanıtlardır…
Ama biz bir tanesiyle“Bahara Selam”la yetinelim…
Ancak salt ışığa kesmiş bir aklın ve duyarlılığının ürünü olabilecek şu güzelim şiirle:
usulca geriniyor toprak
aralanıyor çimen kirpikleri
bulutlara uzatıyor dudaklarını
kana kana yudumluyor
güneşin çapkın elleri teninde
doyumsuz hazlarla ürperiyor
kıpır kıpır karnı
patlayan tohumlarla
Ataol Behramoğlu, İstanbul, 22 Şubat 2008
Nilgün AcarKayıt Tarihi : 15.3.2008 19:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kitabınızı ve şiirinizi kutluyorum.Sevgiler.
Saygı ve sevgi ile
Erkan gümüşsoy
TÜM YORUMLAR (3)