Yürürken yaşamıyor gibiyim adımlarımı sonsuz uzanan hiçliğin içinde atar gibiyim. İnsanlara görünmüyor gibiyim, insanlar görmüyor gibi beni. Yokluk bende tanımlıymış gibi, yokluğu tanımlayan tüm kelimeler bir uzvummuş gibi.. Tanrı yalnızca bir sesin uçurumlarda yaptığı yankıymış gibi, koca bir yanılgıymış gibi. Zaman ise korkunç görünen sis.. Hiç yaşamıyor gibiyim, annemin karnında hiç çarpmamış gibi kalbim.. Kalbim… O kendini bilmez, sürgün edilmiş, kirli, gri sakallı yaşlı bilge... Kalbim.. O bana ihanet eden hain… Tanrıların lanetleyip içime attığı karalar giymiş azap meleği.. Ve çoğu zaman da hüznün şehrinden kaçıp sevdanın şehrine yelken açan tek gözlü korsan.. Ki, gemisinde getirdiği hüzün incilerini sevdanın toprağına dağıtır canhıraş acı çığlıklarla. Kalbim… İsyan edip çıplak yamaçlarda savrulan ve kaydı dünyanın kara kaplı koca defterine geçmemiş olan bir gerilla... Hiç olmadık bir vakitte yakar ateşini dağ başlarında ve atar kendini hiçliğin boşluğuna. Cesedini, son umudunu da tanrılara satmak üzere olan bir kartal alır, diriltir yavrularının karnında.
Zamanın en sararmış, en eski güncesinin bir sayfasındaymışım gibi... Düşmanına saplanmayı bekleyen keskin bir kılıcın üzerindeki kan lekesiymişim gibi, soluk soluğa kalmış cengaver bir atın yelesinde dolaşan çöl tozuymuşum gibi.. Kalbim ise atın dizginlerini elinde tutan kara peçeli savaşçı ve kimliğinden sıyrıldığı vakitlerde atın ayağındaki nal… Zaman güncesini birkaç asır daha geriye çevirdiğinde uzun ince, derisi çekilmiş elleriyle kıllı yaratıkların gözündeki çiğ damlası oluyor kalbim. Ciğeri oyulmuş kayaların sert tenine taşın soğukluğuyla çizilmiş resim oluveriyorum ben de.. Ki, çığırtkan dili oluyorum o vakit mağara adamlarının… Kan kırmızı dillerinde akmak için çırpınıp duran anlamsızlıkların adlandırılmış heyecanı oluyorum… Her çizgide biraz daha tamamlanıyorum ve her çizgide biraz daha ulaştırıyorum onları zamanın güncesindeki ak sayfalara..Onlar beyaz gecelere yaklaştıklarını sandıkça ben yitiyorum bir nebze.. Kalemine takılan bir engel, kalemini yolundan şaşırtan kötü sıfatı oluyorum zamanın, beyaz geceleri beyaz kılmak adına, kıllı mağara adamlarının umutlarını yakmamak adına… Ve zamanın güncesinde sayfalar ilerleyip asır oldukça her asır beni içinde taşıyor sır diye. Zaman yüzündeki kırışıklığı belli eden bir gülümsemeyle çevirirken sayfaları güncenin bir yerinde kalmış bir insan lekesine takılıyorum. Kalbim, sesi vadileri yaran bir çingene oluyor, kırmızı gül takıyor saçlarına ve çıkıyor meydanlara. Bedenini ağzı şarap kokan meyhane şairlerine satıyor geceleri… Kendi rengindeki kırmızı bir elmayı ısırıyor gün batımında kokusu cezp ediyor zamanı ve çekip alıyor beni insan lekesinin içinden… Kocaman, irinli bir leke gibi duruyor insan bundan sonraki sayfalarda ve gittikçe büyüyor, sarıp sarmalıyor zehriyle zamanın güncesini. Kelimeler çırpındıkça, zamanın elleri titrek bir mum alevi gibi geziniyor sayfalarda. Meydan okuyor zamana ve güncenin içinde yüzen beceriksiz kelimelere. “Nedir seni böylesine gizemli ve anlamsız kılan? ”diye soruyor insan lekesi zamana. “Hükmün ne vakte kadar sürecek böyle, ne vakte kadar nefessiz kalacağız, saniyelerin boğazımızı tıkayacak! ? ” Zaman duruyor o vakit, elleri durup düşünüyor, beyni, kalbi… Gözleri küflenmiş yüreğime takılıyor, bir derin ah çekiyor. “Siz hep beni yaşadınız, hep koştunuz, hesapladınız. Gün geldi sevdiniz çabuk dediniz gün geldi sövdünüz yeter olsun dur dediniz. Belki benim hükmümü giyinmiştiniz zor geliyordu size akmaktan yorulmayan, sonu olmayan bir nehirde kürek çekmek. Ve benim sonsuzluğumda ayarlı bir dilimin kahramanıydınız.. Ben bir saatin durmadan dönen akrebiydim sürekli dönüyordum siz ise bir tik ya da tak sesiydiniz tükenip gidiyordunuz sonra.. Ve sırada bekleyenler vardı gelip geçiyorlardı içimden. Siz beni tükettiniz, güzelliğimi sattınız soylu zamanlar çaldınız kendinize. Siz anlamlar yüklediniz kendinize ve bana.. Ben ise hep boşlukta kaldım bilmedim kendimi çünkü hiç de kendimden sıyrılıp kendimi dışarıdan seyredemedim. Ben hep kendimle birlikte bir hiçliğin içindeydim.. Ben hiç yaşamadım, adımı bilmedim.. Siz zaman dediniz akıp durdum akmak nedir bilmiyorum. Zaman nedir bilmiyorum.. Köleyim bu evrende ve kölelikten kurtulmayı düşlüyorum. Bir kurbağa benim içimde benimle birlikte onu saldım aranıza anlattı durdu beni. Aktım durdum. Hiç yaşamadım ben yaşanıp tüketildim yalnızca…”
Zaman sönmek üzere olan bir mum aleviyken gözleri yaşla doluyor, hiç dillenmeyen dili dillenirken yaşlar akıyor birer birer ve sönmeye başlıyor. Ben, zamanın içindeki kurbağa… Güncenin silik kısımlarına doğru koşuyorum. Hiçliğin karanlık dehlizlerine bırakıyorum kendimi, yüreğim ise zamanın meşale gibi dikildiği ve kendisinin erittiği mum oluyor.. Sesim kaybolurken aynı notada kalbim eriyor, zaman yaşlarının yağmuru altında sönüyor… İnsan lekesi ise, Tanrı’ya sunulmuş olan güncenin sayfalarında ve Tanrı’nın en sevdiği oyuncağı olan dünyanın tarihinde, kara bir leke olarak kalma hükmünü giyiniyor…
..
“Başarımız için; hesap verdiğimiz bir değerimiz olmalı: kusurumuzu büyüklerimiz fark eder! ”
“Dinlediğimiz şarkıların/türkülerin ve okuduğumuz kitapların çoğunluluğuyla kalplere insen! ”
“Başarımız için bazı koşulları öne sürerek; kendi varlığımızın mana keşfini erteleyemeyiz ki! ”
“Hangi korkun, herhangi bir kitaba karşı tanışıklığına engel; korkuların kâr bırakmaz kardeş! ”
******
..
Hiç sevmemiştim böyle
Kan kırmızı.
Daha önceleri gül pembeydi,
Papatya beyazı.
Kırmızı sana yakışıyor güzelim.
..
gölgeler ülkesinde küçük kırmızı başlıklı kız,
şimdi ne kadar da sevinçli olmalı,
bugüne kadar bütün herkesi kandırdı…
ya şimdi,
-kurdun suçsuzluğuna insanlar inanabilir mi?
-anneannesi ezelden olmayan bir kıza lanet okunabilir mi?
taptaze sevmeli ağaçları
..
Yerden bir sarsıntı,
Dalgalandırmak için geçmişi biraz daha özlemesin,
Kırmızı bir papatya kendine yol arıyor,
Bulmak için satır aralarında durmaya boyun eğmiş,
Gelişen birer kıvılcımdır.
Boşluk boşluğa üstün gelmiş bir zamanda,
Doldurmak onlarca kadehi,
..
Bir daha gelirsem dünyaya
Çiçek olmak isterim
Öyle bir meyve ağacının dalında
Ya da çitle çevrili bir bahçenin ortasında değil
Sınır boylarında
Yalnız, yasaksız
Köklerinden başka bir bağı olmayan
..
üzüm gözlüm
kırmızı göz yaşın akar
çatlamış dudağıma
ateşin rengi kızıl
yanar mavinin koynunda
..
Dün ben Mecnun'u gördüm,
Elinde kırmızı güller...
Kanayan ruhuyla,çaresiz
Aşkın uçurumlarında
Geziyordu Leyla'sından bihaber..
Dün ben Mecnun'u gördüm,
Yüreğinde kırmızı güller..
..
Hayatta anlamlı iki çeşit gül varmış
Biri Kırmızı biri Beyaz
Bu güller tek seferlikmiş dediler
Kırmızı gülü bir senin için,
Beyaz gülü de kefenim için kullanacağım...
..
Dünyayı kavuruyor küresel krizi
Bu kriz asla ayıramaz bizi
Sensin çöldeki şimal yıldızı
Ben maviyim, sevdam kırmızı
Bir sevdaya tutuldu bir şiirle bu yürek
Prangalar takıldı kürek mahkûmuyum kürek
..
Siyahın savaşını bedenler ödüyor.
Bebekler ölüyor oğullar ölüyor.
Yaban ördeklerinin siyaha battığı yerde,
'' ırakta''Siyaha kırmızı karıştı, hayat bitiyor.
Dalga dalga dağılan öfke
Durgun denizlerde dev dalga oluyor,
..
Gözlerin güneş yüreğin yağmurdur
Özlemin okyanus duan gök kubbeyedir
Kar olur dağlarda umutların doğar
Hayalin sıcacık bir yürek aşk ağlasın istemezsin
Aşksın kırmızı yüreğin mavi sevdan var
Ne ki gök kubbe sen mavide doğmuşken
..
Binbir çiçekle donattık gönül bahçesine/ Al kırmızı bayrak ne güzel yakıştı çehrene/Ufak atıyorum adımlarımı ne mutlu türküm diyene/Ben şehit'ime değil al kana boyanmış bayrağıma ağlıyorum
Dalgalanıyor dalgalanacak anlı şanlı bayrağımız
Yer demir olsa gök bakır bölünemeyecek vatanımız
Şehitlerimizin ruhu şaht olsun yüzbinlerce milyonlarca yatanımız
Ben vatanıma değil şehit'ime ağlıyorum
..
Soğuk bir kış gecesiydi kar adeta lapa, lapa yağıyordu. Sessiz sokaklarda ilerlerken adım, adım. Bir köşe başında, bir evin saçağı altına sığınmış bir kız gördüm. Ona doğru yaklaştıkça bana doğru yönelen ve anlam veremediğim o bakışları içimde bir kıvılcımın oluşmasına sebep oldu. Ona doğru daha da çok yaklaştığımda, soğuk ona o kadar işlemişti ki adeta tir, tir titrediğini gördüm. Usulca paltomu çıkarıp ona verdim. Evini sorduğumdaysa birkaç kilometre ileride olduğunu öğrendim. Yavaş, yavaş, sessiz ve ıssız sokaklarda ilerlerken, sanki ikimizde bu sessizliğe konsantre olmuş ve bunu bozmak istemezmişçesine bir tek kelime bile etmeden yürüyorduk.
Karanlık ve dar bir sokağın başına geldiğimizde, dönüp dudaklarımdan öptü ve kaçarcasına gözden kayboldu. Onun o ıslak ve soğuk dudakları dudaklarıma değdiği anda beynim işlemez duruma gelmiş artık kalbimle düşünmeye başlamıştım. Hemen koşarak eve gelip, yatağıma uzanıp, yastığıma sarılarak pembe hayaller kurup. O anlam veremediğim bakışları çözmeye çalıştım. Sanki beş bilinmeyenli bir denklem gibi. İşte ne olduysa o anda oldu o bakışlardaki sırrı çözmeye çalıştıkça içimdeki kıvılcımlar bir yangına dönüp bütün bedenimi sardı.
Sabahın erken saatlerinde en güzel kıyafetlerimi giyip, onu ilk gördüğüm o köşe başı ve vedalaştığımız, o karanlık ve dar sokakta; elimde kırmızı bir gülle günlerce bekledim. Ama nafile ne onunla ilk karşılaştığımız ne de vedalaştığımız yerde, onun tarifine uyan ne de o tarifteki birisini tanıyan birisiyle karşılaşabildim.
Tam ümidimi kaybetmiş ve pembe hayallerimde inşa ettiğim, güllerle donatılmış, bahçeli, o küçücük kırmızı panjurlu evi yıkmaya başlamıştım ki ona bir otobüs durağında rastladım. Kader işte ona güllerle donattığım bahçedeki küçücük ve kırmızı panjurlu evimin anahtarını nasıl verebileceğimi düşünürken, o beni tanımış olmalı ki yanıma yaklaştı. İşte o anda yüzümde güller açtı. Bana o gece yaptıklarım için teşekkür etmeyi unuttuğunu ve kendisini affettirmek için de hafta sonu yapılacak düğün törenlerinde beni de görmek istediğini söyledi. İşte tam o anada yüzümde açan güller soldu ve sanki dikenleri gözüme batıyormuşçasına kanla karışık göz yaşlarım akmaya başladı.
..
Kırmızı güller senin olsun
Beyuz gller benim olsun
Eğer ben seni unutursam
Kırmızı güller solsun
Eger sen beni unutursan
Beyaz güller kefenim olsun
..
Sol çekmeceme kilitlediğim üryan ruhlu kadın içindeki cennetten sıkılmış olmalı ki leyliliğini liyakiyat görmeyip feragat ederek cehenneme çevirmek istiyor.
Aşk diye adlandırdığım kırmızı mercanın yazgısında varmış herhalde.
İfridi kadının misilleme arzusu kırmızı mercanın içine sakladığım polyanna-ya epilepsi nöbeti geçiritiyor.
Hezeyan yalanlar paslı bir cembiye gibi keserken meserretini, korkudan olması lazım kalbi ritim tutuyor siyah dudaklarına.
Kuytu karanlık köşede Irzina geçilmiş bir bakire kadın gibi ağlayan polyannaya,ifridi kadının tecavüzcü kaçık gözleri sahip olmus.
Göz kapaklarından kayalıklara atmalı kendini polyanna...
..
Kirmizi güller aski anlatir,
Mezar tasi tabutu anlatir,
Siyah carsaf ölümü anlatir,
---'Ôldügümde mezari ve taputu sen yaptir,
Eline kirmizi gülleri al,
Bu bizim askimiz icin de.!!!
..
Seviyorum bayrağı
Canımdan daha fazla
Çalışırım durmadan
Bu günden daha hızla
Heyecanların rengi
Kırmızı-Beyaz dengi
Bayrağımı görünce
..
Ne kadar mutluyduk,
İkimiz bir akvaryumda,
İki kırmızı balık olarak,
Keyif içinde yüzerken.
Sahi sevgilim,
Mutluluk dediğini,
..
Çıkarabilmek için bir avuç kömür,
Eşittir bir avuç kömüre bir ömür.
O gün bulutlandı güneşin yüzü,
Ağlamaklı oldu bulutların gözü.
Kan düştü kömürün karasına,
Tuz ekildi taze gelinlerin yarasına.
..