Yalnızlığımı kitaplarda gezindiğim çıkmaz sokaklarda gideriyorum Uzun yıllardır içimde ne niçin, nasıl, niye, nerede sorularının yanıtları içimde birikmiş.
Şimdi onlarla hesaplaşma zamanının geldiğine inanıyorum. Kendime kalacağım burada. Günlük sıkıntılara dönüşüyor, giderek sıkıntılarım. Çok sığ bir yerdeyim. Her yanım çırıl çıplak yalın, karlı kış aylarında gibiyim. Aymazlarım ayıyor bu soğuk aylarda.
Ne yana baksam, bir başka yere gidiyorum.
İçimdekiler, içime sığmıyor. Ben de bu yere sığamıyorum.
Büyüttüklerim, korkularım beni yalınlaştırıp giyindiklerimden soyunduruyor.
Kendimle yenişemiyorum içimde ki ben ile ben arasında bir savaş açmak istiyorum. Bu savası ancak böyle soyunarak kazanabileceğine inanıyorum.
Bir yaprak gibi boşluğa düşüyorum. Hem boşluğa düşüp hem de aşağıda ayaklarım yere basmış kendi (iz) düşüşü(mü) izliyorum...
Uzun süre boşluğa düşmek ya da düşmeyi düşünmek bile zor geliyordu. Ama insan bir yerinden çatlıyor işte.
Bedenim son demlerini yaşıyor. Onu çok zorladığımı biliyorum. Beni biraz daha böyle taşımasını istiyorum. 'Onu daha iyi kullanacağım.'
Soylu aileden gelmiyorum. Dedem; 'Tiflis’te tutsak olduğu sırada ceza evi yıkılmış ve orada ölmüş.' Paşa çocuğu değilim. Özel ders almadım, ülkenin en iyi okullarından birini bitiremedim. Boş zamanlarımda Beyoğlu'nda Sarıyer de aylak aylak dolanıp vitrinleri gezemedim. Parayı ancak babama,tekelin ürettiği tütün paketlerini satın alırken gördüm. Sarayburnu sefalarım olmadı. Özel ders alamadım paşababam ve onun çevresinden ötürü insan kümeleri arasındaki erk olan birileri ile tanışma olanağım olamadı. Benim için özel oda düzenlenmedi, hizmetçilerim olmadı.
Düzenli olarak sağlık kontrolüne, özel Psikiyatrlara gidemedim. Kendi ‘tin’imi kendim terbiye etmeye çalıştım.. Terbiyesizliklerimi kendi savaşımla çözümlediğimi düşündüm. Başka ırk, dil, dinden insanlarla tanışma olanağım olmadı. On yedi yaşımda ilk turisti gördüm. Onların duygularını ve nasıl yaşadıklarını okumamın dışında başka yerlerden, dostluk ve düşmanlıklardan öğrenemedim. Boş zamanım olamadı. Olduğunda da kitap okuyamadım. Kelli, felli, etkili, yetkili dostlar edinemedim. Ortak dille konuştuğum insanlar benim gibi, benim sınıfımdan.
Gezilerimi, seyirlerimi Ardahan'ın dağlarında koyun, kuzu güderken yaptım. Gençliğim ülkem askeri cuntaların elinde iken geçti. Kavgadan anladığım hep “ekmek kavgası” oldu.
Özgürlük kavramını çocukluğumda kırlarda at koştururken duyumsamıştım, başkaca da bilmem tadı nasıldır.
Kendimi dingin saydığım anlar karnımın yeterince doyduğu, gazete okumadığım televizyon izlemediğim zamanlardır.
At koşturmak istediğim alan da bu olamadıklarımın arenası. Şimdi bu ‘Bağ’a yeni geldim diyorum. Amacım kovmak değil.
Bütün bu yoklukları iyi bir seçkiyle yaşamımın varsıl haline dönüştürmeyi düşünüyorum
Size anlatacaklarım sizin yaşadıklarınızın bir başka dille anlatımıdır. Saraylardan, Paris’ ten Viyana'daki yazın dünyasından veya oralarda yaşadıklarımdan değil.
Oraları o dünyayı bilmeyi çok isterdim.Onlarında olacağını umuyorum. Yoklarımın bir gün varlıklarım haline geleceğini umuyorum.
Her mevsim ürün için çabalayan yorgun, güneş fukarası kırlar gibiyim.(Her mevsim?)
Sakat bir çocuk gibi hiç büyümüyor içim.
Her yanım boş.Bu boşluk her gün biraz daha korkusunu artırıyor içimde İçimde demişken bu güne değin içimde büyüyenlerin sayısız olduğu kanısındayım.
Bunların içinde biri var ki, çocukluğumun geçtiği yerlerde, çocuk olmadan yaşamak.
Yasamak neresinden ne kadar yakalayabildiysek, o kadar işte.Rüzgarla birlikte dipten dibe savrulup gidiyorum. Bir yerde kök salmak istiyorum.Her kök salacağımı düşündüğüm yer öleceğim yer olacağı oturuyor içime. Bu yüzden kalıcı mülk edinmek içime sığmıyor.
Açılan yaraların kapandığını sanıyorum. Her yara gördüğümde yeniden acıdıklarını duyumsuyorum.
İlkokuldan başlayarak kırk üç yaşıma kadar beslemiştim onları. Kendi ellerimle boğdum düşlerimi. Artık kimseye diyecek bir şey kalmadı. Bu ülkede doğmamalıymış ya da bu kadar içten ve duygusal olmamalıymışım. İnsanları seviyorum onlara güvenmekten başka bir şey düşünemiyorum. Tabi bu da beni sayısız yengilere uğrattı
Bunca üç kağıtçı, dolandırıcı, fırsatçı, iki yüzlü,batakçı, aldatıcı, kovcu, karacı gibilerinin yaşamayı becermesi içimi kavuruyor.
Bütün bu becerisizlikleri görüp gözlerimi kapatmak yakıyor içimi. Bir yandan da bozulmamış oksijen dökülüyor üzerime Divlit Dağı’ndan. Bir zamanlar ateş püskürtmüş insanlara bu dağ. Şimdi bu alışık olmadığım temiz hava sık sık yağan yağmurlarla içime dolup dolup boşalıyor. Boğduklarımı yeniden et kemiğe büründürmeyi düşünüyorum. Et kemik evet yaşamın tamda bittiği yerde yeniden ete kemiğe büründürmek geliyor, oturuyor içime.
Bir yanım Gaziantep’te kaldı bir yanım Ş.Koçhisar’da. Bir yanım Torosların soğuk pınarlarının kaynadığı tepelerinde ateşlenip kül oldu. Bir yanım Kahramanmaraş’ta, Bir yanım Ardahan ovasında hala yanıp durur.
Bir yanım Ankara’nın kaldırımlarında elimden sökülüp alındı. Şimdi bu parçaların başına oturmuş kaldığım yerlerden toplamaya çalışıyorum. Onları istiyorum. Yeniden bezeyeceğim alındığı yerlerine koyacağım. Mektuplar yazıp dostlarıma buralarda kardelenlerin açtığını bensiz boyun büktüklerini görüyorum diyeceğim. Yakında iğde ağaçlarının ilk yazın kokularının yatak odama gelişlerini şimdiden duyumsuyorum diyeceğim. O binlerce doğadan gelen kokulardan duygularımın da değiştiğini anlatacağım.
Gözlerimi bağlayıp atsalar Gaziantep’in içine, on beş yıl oldu geleli oralardan. gene bilirim Düllük Baba’dan gelen kebap kokularının başında yapılan dostların söyleşmelerini. Son yaz da bağlasalar gözümü bıraksalar bağ bozumunda Ş Koçhisar’a gurbetçilerin içindeki çığlıklardan, pazar yerlerinde pazarlık bozdururken, biçer döverlerin tarlada kaldırdığı toz duman arasında, Avrupa’dan izine gelmiş gurbetçilerin çığlıkları yirmi yıldır içime aslılı durur. Torosların tepelerinden Çukurova’da çeltik, pamuk toplayan işçilerin Çukurova’nın geceleri sıcağından bunalıp çıkardıkları ses hala kulaklarımda durur.
Son yaz da elleri çeltik, pamuk kınası. Çocukların gözlerinde harman sonu ışık hala gözlerimin ferinde saklılar.
Ankara! Ah Ankara bulvarları, ve geride, gerilerde bıraktığım İstanbul gece kondularına harç koyup gençlik terlerimle suladığım kent sokakları. Silahtarağa, Alibeyköy, Eyüp ve Berec orada kaldı umutlarım. Gece kondular yıkılırken yetmişli yıllarda oralarda kaldı
Şimdi gençliğimin geride kaldığı uzun seneleri mahpuslukları geri topluyorum Divlit Dağı’nın üflediği oksijenle birlikte.
Hala inatla…
Buralarda hiç mevsim değişmiyor. Hep üşüyorum yaz son yaz yok. Kar yağdı, toprak ilk yaza binlerce canla geldi gitti beni görmeden.
Divlit: Manisa da sönmüş bir yanardağın adı.
Kayıt Tarihi : 20.5.2006 23:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Şiirlerinide okudum. nesir kadar serbest nazımda
başarılı
Yürek ve bilek gücünüzü kutluyorum...
Çok teşekkür ederim. Sevgi saygıyla kalın.
yasanmisliklarin hüzünlü bir öyküsü ....cok güzel yüreginize saglik
Teşekkür ederim Kardeşim.
TÜM YORUMLAR (4)