Bir ustanın nasırlı ellerinde doğdum,
Ahşabım dağ kokulu, damarlarım özlem yüklüydü.
Bıçak sıyrıldıkça üzerimden,
Her kıymık, bir türkünün ilk notasına dönüştü.
Sabırla eğildi sırtım, göğsüme teller gerildi,
Ve ben, dilden önce hüzünle konuşmayı öğrendim.
Vitrin camında, zamanın gölgesi düştü üzerime,
Elleri kınalı bir genç kız dokundu tellerime,
Sonra bir dede geçti önümden,
Ömrünü adadığı anıları bir iç çekişle bıraktı içime.
Bekledim… Bekledim…
Bir ömür gibi gelen günlerde,
Kimin sesine yoldaş olacağımı bilmeden.
Ve sonunda, parmak uçlarıma kavuştu bir el,
İlk kez titreyerek duydum aşkın ilk notasını,
Kimi zaman ayrılığı fısıldadı tellerim,
Kimi zaman kavuşmayı…
Geceler boyu aşkı anlattım,
Gurbetin gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklara.
Bir ananın ağıdı oldum bazen,
Bazen bir sevdanın sessiz tanığı,
Gencecik sevdalara, delikanlı rüzgârlara,
Tellerimde dert, göğsümde acı,
Her dokunuş bir yaraya merhem,
Her mızrap darbesi, içimde yankılanan bir sızı…
Yıllar geçti, duvar kenarında sessiz bir gölgeye düştüm,
Artık kimse el sürmez oldu tellerime,
Ne bir ağıt, ne bir türkü, ne de hasret kaldı içimde.
Tozlar kapladı göğsümü, pas sardı tellerimi,
Oysa bir dize kadar yakındı eski günler…
Bir el uzansa, belki bir kez daha konuşabilirim.
Ama sonra bir gün,
Sessizliğin tam ortasında,
Bir rüzgâr çarptı tellerime,
Ve ben, kendi kırılışımla son türkümü söyledim.
Kayıt Tarihi : 15.3.2025 12:22:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!