Mesleğimin üçüncü yılında tanıdım,O’nu... Ailesinin ilk çocuğuydu.Sarışınlığından dolayı annesine benzerdi.Babası da zaten esmer sayılmazdı.Yüzündeki çiller O’nun güzelliğine ayrı bir güzellik katıyordu...benek benek...Yaradanın bir lütfu diye düşünürdüm hep... Hele, her zaman etrafa gülücükler dağıtan deniz yosunu yeşil gözler... O, her şeyiyle Bingöl Daları’nın rengarenk kır çiçeklerinden birisiydi...En dirisi,en renklisi,en kokulusu ve en tazesiydi....O, Bingöl’ün Muzo’suydu...O Sülünkaş’ın Muzosydu...Muzo. Adı Muzaffer’di. Arkadaşları, O’nu kısaca “Muzo” diye seslerlerdi.Pek de yakışırdı doğrusu bu kısaltma.Çoğu zaman ben de O’na, “Muzo” diye hitap ederdim.
Haftanın her Cuma’sı olduğu gibi bu Cuma günü de son ders saatimiz resim dersine ayrılmıştı.Öğrencilerime bu sabah günlük olayları işlemediğimizi hatırlatıp,günlük olaylara değindikten sonra dersimize geçeceğimizi söylediğimde, Yaşasın nidaları sınıfı doldurmuştu,minik parmaklar birden havalarda uçmaya başlamıştı.İlk sözü Murat’a verdim... Kozakoğlu Murat’a...
-Öğretmenim, Muzo.... Muzaffer Arı,akşam çok ağır hastalanmıştı,Babası,Bingöl’e doktora götürdü,dedi.
Sülünkaş’ın uzak mahallelerinden,komlarından ve mezralarından gelen çocuklar birbirlerine boş gözlerle bakıştılar...Benim de onlardan bir farkım yoktu..Keşke sabah ilk ders girişinde unutmasaydım günlük olayları dedim içimden...Sonra,gözler Muzo’nun sırasında odaklaştı hep birden...Şaşkınlık ifade eden bakışlar ve bir uğultudan sonra diğer öğrencilerden de aynı haberi değişik ifadelerle dinledim.Öğrenciler çok üzülmüşlerdi...Onların üzüntülerini gözlerinden okuyordum,onlar da benim üzüntümü...Sınıfı bir hüzün kaplamıştı.Bu hüzünlü havayı dağıtmak, onları teselli etmek için; “iyi olur gelir inşallah çocuklar” diye fısıldadım.Bana göre sınıfın arka sağ köşesinde oturan sürekli parmak kaldıran Aynur,işaretimle bizi hüzünlü ortamdan kurtaran cümlesine başlamıştı bile....
-Arkadaşlar,Rusya’da büyük bir patlama olmuş,atomla çalışan santral patlamış.Kısa bir zaman içinde dünyaya dağılacakmış,çok sayıda insan ölecekmiş,çocuklar sakat doğacakmış,hayvanlara da bitkilere de zararı olacakmış.Yani tüm canlılara zarar verecekmiş.Bu patlamanın yurdumuzda da etkisi görülecekmiş,hatta bunun etkisi yıllarca sürecekmiş,dedi. Bu haberden de bir önceki haber kadar etkilendikleri her hallerinden belliydi.Nükleer patlama ve çevreye verdiği zararları konusunda onlara bilgi aktararak biraz olsun bilgilendirerek, meraklarını gidermeye çalışıyordum.Sınıfın en uzun öğrencisi İrfan’a işaret ederek söz hakkı verdim;
-Öğretmenim,dün Oymapınar Köyü’nden öğretmenim,bir çocuk öğretmenim,Murat Nehri’ne düşmüş öğretmenim.Nehirde boğularak can vermiş öğretmenim,yani ölmüş öğretmenim, dedi.İrfan’ın konuşmalarına arkadaşları gülümsemişlerdi,çünkü cümlesinin içinde hep öğretmenim kelimesini kullanan İrfan, bu kelimeyi kullanmayacağına dair verdiği sözünü çoktan unutmuştu ... Sınıfta bir sessizlik ve ardından gelen uğultudan,sınıfımızın en küçük öğrencisi Ayfer’e söz hakkı verdiğimde,bütün öğrenciler gülümseyerek O’na baktılar...beş sınıfın bir arada bulunduğu çeşitli yaş grubundan öğrencilerin bir arada bulunduğu bu sınıfta bu türden gülümsemeler çok manidardı...Ayfer’in adında ve soyadında birer tane “r” harfi bulunmasına rağmen,konuşmalarında “r” harfine yer yoktu Ayfer Caneri’nin. O,hep “r” yerine “y” harfini kullanırdı.Zamanla düzelir diyerek hiç de müdahale etmezdim. Evet Ayfer, dediğimde söze başlamıştı bile;
-Aykadaşlay, amcam kız kaçıydı,Kazım amcam kız kaçıydı,Kazım amcam,dedi.Uzun süren bir gülüşmeden sonra;
-Kimi kaçırdı Kazım amcan Ayfer? diye sordum.
-Mukaddes’i, Öğretmenim.Halıt’ın kızı Mukaddes’i, dedi. Yine gülüşmeler oldu sınıfta....
Günlük olayları gecikmeli de olsa işledikten sonra sıra resim dersinin işlenmesine gelmişti. Bir gün önce son derste söylediğim boyalardan bulabildiklerini getirmişlerdi.Muhtar Ramo’dan, seçimlerden arta kalan boyaları ve mürekkepli kalemleri de getirtmiştim.Okuldan ıslampa boyası ve kalem mürekkebini de verdim,çocuklara.Bu derste istedikleri çalışmayı yapabileceklerini,serbest çalışacaklarını söyledim.Hatta birbirlerini bile boyamanın serbest olduğunu belirttiğimde sınıfta hep bir ağızdan “Hey! ” narası yükselmişti.Bu nara çocukların buna çoktan hazır olduğunu ifade etmelerinin nişanesi gibi bir şeydi...Her ünitenin bitimine isabet eden resim,müzik ya da beden eğitimi derslerinde öğrencilerimle stres atıcı,eğlendirici,istedikleri gibi hareket etmelerini sağlayıcı,yaratıcılıklarını geliştirici çalışmalar yapardık. Gerçi müfredatımızda böyle bir şey yoktu ama biz yapınca... bal gibi de oluyordu...
Öğrencilerim birbirlerini boyamaya çoktan başlamışlardı...
İşe kendilerini öyle kaptırmışlardı ki,sanki bir sanatkarın resim atölyesine çevirmişlerdi sınıfı.Çocukların çehreleri de rengarenk olmuştu.Boyayan da,boyanan da işlerini zevkle yapıyorlardı.Kısacası olaydan hoşnuttular.Çocukluk işte... Bazen beğenmedikleri simalarını bana düzeltmem için fırçası ve boyası ile geliyorlardı,ufak tefek rütuşların haricinde masaya oturup seyretmek kalıyordu bana.Bir ara masadan kalkıp aralarında gezerken bazı öğrencilerin boyadan yapılmış bıyıklarını düzeltmeye çalıştığımda bir de ne göreyim,önümde bir kuyruk oluşturuvermişti bıyıklarını düzelttirmek isteyen yaramazlar... Kırabilir miydim yaramazları? Zaten ben de onlar kadar zevk alıp eğleniyordum bu işten.Hepsine birşeyler yapmaya çalışıyordum.Üst sınıflardaki öğrenciler de bana yardımcı olurcasına alt sınıflardaki öğrencilerin cinsiyet ayırmaksızın hepsine bıyık yapmışlardı.Sınıfın uygun bir yerinden çocuklara yüksek sesle;
-Aranızda boyanmayan kimse kaldı mı? Diye sordum.
Muzaffer ile aynı sırayı paylaşan Hasan’ın üzüntülü,buruk sesi yayıldı sınıfa;
-Bir tek Muzo kaldı, öğretmenim. O da olsaydı boyardık,dedi.
Etrafı buruk hüzün dolu bir hava kaplamıştı sanki.Minik canlarım,Muzaffer’in rahatsızlığına olan duygularını yüz ifadelerinde sergiliyorlardı.Onları biraz olsun teselli edebilmek için;
-Evet Hasan’ım öyle olurdu.Boyardık Muzaffer’i. Sağalığına kavuşur da aramıza katılırsa bir güzelce sarıya boyarız hep birlikte, dedim. Ama içime bir gariplik düşmüştü, ya gelmezse... Biraz dalmıştım. Kozakoğlu Murat’ın ince zekası tiz bir sesle “zaten o sarı, öğretmenim”Cümlesinde sınıfa yakalandı.Beni biraz olsun dalgınlıktan kurtarmıştı Murat.
- Öyledir, Murat. Biz de onu siyaha boyarız, dedim. Sonra, cumartesi ve Pazar günlerini iyi değerlendirmelerini hatırlattım, sona erdi bile.Bahçede sıra olunup İstiklal Marşı ile Bayrak göndere çekildiğinde Yeni başak yol ayrımından korna sesleri geliyordu, uzun uzun. Eyvah dedim üzerimize çökmüştü. Öğrencilerin bulunduğu yerden daha iyi gözüktüğü için öğrencilerin, her bir ağızdan, “Minibüs, minibüs geliyor”diye fısıldaştılar. Öğrencilerim her paydostan sonra koşarak evlerine doğru giderken bu gün bahçede rast gele dağılı verdiler. Köyün minibüsü, üzerinde sarılı bir tabutla okul ile lojman arasındaki yoldan korna çalarak geçip doru Halit amcanın evine doğru ilerledi. “Eyvah, bu Muzaffer dir” diye düşündüm. Çocuklarda evlerine değil arabanın peşinden sürüklendiler hep birlikte. Halit amcanın evinin önünde bir figan koptu, Sayime teyzenin sesiydi bu. Sonra Muzo’ nun annesinin sesi kaplamıştı köyün meydanını. “Muzooom, anan öle yavruum”. Muzaffer ölmüştü. Kısa bir süre için dedesinin evinde misafirdi, şimdi.
Veli BİLİCİ 1986/Sülünkaş Köyü-Solhan/BİNGÖL
Veli BiliciKayıt Tarihi : 24.11.2008 17:34:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Veli Bilici](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/11/24/kir-cicegi-38.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!