Yoktan var edilmiş bir ülkenin,mirasyedi yaşam döneminin alacakaranlığını yaşamaktayız.
Varoluş yıllarının bin bir çileli sıkıntılarına teslim olmadan direnmemiz, bize yaşama hakkını kazandırdı.Hayatta kalabilenlere zorunlu gereksinimlerin edinilmelerinden başlayarak, yıllarca süren çabalarla birikimler sağlandı. Şu an ki her şeyimizi o günlerde ki ideallere borçlu değil miyiz? Bugün kadir kıymet bilinmeden satılıp savrulanlar, o günlerin birikimleri değildir diyebilir misiniz?
Satılanlardan elde edilen paralar, hangi yatırımlarda, hangi borcun ödenmesinde kullanıldı…?
Kurulu sofranın nimetleri tüketilirken, oburluğun ve beceriksizliğin sığ bataklığında dolaşanları lütfen doğru yorumlayalım.Ülke ve milletin saygınlığı adına neler yapılıyor. İzledikleri yol yararımıza mı, zararımıza mı durumlar yaratmaktadır.Kaybedilen mevzilerimizden sonra nelerin elimizden çıkabileceğini bir düşünelim…
Ulusal birikime yenilerini katma yerine var olanları bitirme gayreti ile bencillikleri ve yandaş oldukları düşüncelerin tutsaklığı içinde hayallerinin arkasında koşmaktalar. Böyle bir icraat doğru olabilir mi…? Hazırı bitirmede ne kadar iş bilen olduklarını ortaya koyuyorlar. Uluslararası yarışta hangi ülkeyle aramızdaki aralığı biraz daha yaklaştırdılar. Saygınlık söz konusu olunca milletlerarası ilişkiler ağında yerimiz ve değerimiz nerede ve nasıldır şu an…
Son yaşanan beş yılda iç ve dış borcun görülmemiş hızla arttığını uzmanlar söylemekteler. Borçlunun alacaklıya bağımlılık adına ne anlama geldiğini sanırım bilmeyen yoktur.Onun için midir gel dendiklerinde geliyor, dur dendiğinde duruyor, git dendiğinde de baş üstüne diyerek söyleneni kusursuz yerine getiriyorlar…!
Yine son yıllarda gerek ulusal değerlerimizin, gerek inançlarımızın ne ölçüde alaya alındığını, hakaretler edildiğini bilmeyen kalmadı. Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri bu iktidar döneminde karşılaştığı aşağılanmayı yaşamış değildi.Başımıza geçirilen çuvallarla dayatmaları ne görmüştük ne de böylesi rezaleti çektirme cesaretini kendilerinde görmüşlerdi…
Türk Milleti’ne karşı hem söylenenleri, hem de fiili yapılanları değerlendirdiğimizde görülen o ki; her tarafta baş tacı edilen anlayışın ayak izleri sırıtmakta…!
Olanlara ses çıkarmamak, gereken ulusal duruşu sergileyememek suçu teşvik,suçluyu cesaretlendirmek anlamına gelmez mi…? Aslı olmayan suçlamaları kabullenir oldukça yenilerini isnat ederek daha neler kabullendireceklerdir birlikte göreceğiz Olanlar sıradan rastlantılar olamaz. Beceriksizlik,umursamazlık değil de ne ad yakışır bu davranışlara…
Ne yazık ki aşağılanmanın değişik ve acı örnekleri çoğaltılarak yeni suçlamalara hedef gösterilmekteyiz. Dönüşü olmayan dönemece gelinmeden durumun farkına varılmalı. Aksi halde her yeni oluşum güç yetmezliği yaratacağından; şimdi soruyorum: “başların ayak, ayakların baş olduğu” nitelemesinin yaratılıp tartışıldığı günlerde bu özdeyişin kim ve kimlere daha uygun bir sıfat olabileceğini düşünebilenlerin yorumlarına bırakarak, aklıselim değerlendirmeler diliyorum…
08.05.2008
[email protected]
Kayıt Tarihi : 8.5.2008 00:18:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Önyargı ile değil,aklıselimle değerlendirebilse herkes...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!