Ölümün boyutlarını düşündüm bir de görkemini yaşamın
içinde yüreği sevda ateşleri yakan bir güzel yoksa, yoksa
ne işe yarar görkemli yaşam, soyut bir imgeden başka?
Karşı dağda bir kurt ölmüş, sen mi geldin geceleyin?
Puslu bir akşamüstüydü aslında yokluğumuz
I.
Bahçıvansız gül bahçesiydi, Babil’den beri bilinir o yitik ülke:
Mezopotamya; dağınık yurdu oldu hep öksüz kalmış çocukların
ağla hadi gül bahçem, kan gölüm, ırmak aram, sonsuz yatağım!
I.
Pencerelerden her gece baktığım da yalan olmuştur artık
Giderken sorulur sanmıştım: Özleyeceğim kim kaldı bu kentte?
Sorulmadı ve ben alıp başımı gittim, özleyeceğim biri olsun diye.
Çok önceden söylemiştim bunu, demek böyle oluyormuş gitmek:
Çağ yitik bir öyküdür tarihin gözü kör edilmiş uykusuzluklarında
hep söyledim, ben yokum geceleri ya da en çok gecelerde büyür yalnızlığım
tarihe saklanır destanım sonsuz sessizliklerde.
Alev almış zamandır çağ, nedendi çoğu kez kalkardık uyuyamamaktan
kaçırdığımız ne çok şey olurdu; yol, kar altında gümüş rengi bir çizgi
Işığı aldın mı eline bir kenti aydınlatacaksın
sokaklarında göz gözü görecek sevişircesine.
Daldın mı sokak aralarına büyüleyeceksin kenti
bir güzelin aşkından dil-yürek tutuşurcasına.
Bir sarışını kavradın mı belinden, titreteceksin
depremler yaşamalı kollarının fay hatlarında.
Çıplaklığını örtünmeden gel, ilk başlangıçtaki gibi
bir ülkenin sınırlarına sığdıramadığım özlemlerle yüklüyüm
eskimiş bir destan çağı desinler yaşadıklarıma
sevgi hep vardı, değişmeyen değişmek gibi
yalnızca biçim değiştiren zamanın içinde
çıplaklığınla gel, örtünme sakın, başlangıçtaki gibi
Kendine susamış bir ırmaktı belki de
durgun vadilerden süzülerek akan
öte yanda sessiz bir çöl/ben vahası!
Birden bütün giysilerini soyunmuş
bir ilkyaz göğü, bulut ve yağmur!
Yanımdasın ve yoksun, avuçlarımın buzu çözülüyor
kül renkli bir yaşamı didikliyorum gri sözcüklerle
oysa kar yağıyor hiç de güvenmediğim eski dağlara
mutluluktan öldüğümü sanıyor herkes, ne garip
kar sevmez biri olduğumu dostlarım bile bilmiyor.
Ayrılık mor bir ırmaktı yaşamımda, akıp durdu
yitik zamanda rüzgarla paylaşılmış mutluluklarım yoktu
köprüsüzlük, ey iletişimin tutsak edilmiş yasak dili,
ey ölümcül aşk özlemi, kavuşamadım gitti işte...
Yitirecek hiçbir şeyim kalmadı, çekincesiz söylüyorum
ağlamak isterdim şimdi, sahipsiz bir çocuk gibi
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!